15 Mart 2019’da Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in resmi e-posta adresine tuhaf bir mail geldi. 28 yaşındaki Breanton Harrison Tarrant, “Büyük Yer Değiştirme” başlıklı 74 sayfalık bir manifestoyu başbakana yollamıştı. Manifesto tipik bir İslamofobik radikal sağcının elinden çıkmıştı. Osmanlı’nın Balkanları fethinden beri Batı’nın Müslümanların egemenliği altında olduğu, Avrupa kültürünün zayıfladığını, Müslümanların Batı ülkelerinden kovulması gerektiğini belirtiyor, Almanya’ya mültecileri alan Angela Merkel’in, Londra’nın ilk Müslüman belediye başkanı Sadık Khan ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öldürülmesini talep ediyordu. Mantık basit, argümanlar korkunçtu: Dünyadaki bütün sorunların kaynağı Müslümanlardı, dünyadaki sorunların çözümü için de hepsinin ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Ardern’in e-postasına gelen bu mail iki dakika içerisinde parlamentonun güvenik birimlerine gönderildi, daha sonrasında Yeni Zelanda emniyetine incelemesi için yollandı. Mailin gelmesinden sadece 12 dakika sonra, 28 yaşındaki Breanton Tarrant Facebook hesabından canlı yayın açtı.
Tarrant, Sırp milislerin Boşnak Soykırımı’nda kullandığı “Remove Kebap” olarak bilinen ırkçı şarkıyı, İngiliz asker marşlarını arabasında çalıyor, mutlu bir şekilde direksiyon sallıyordu. Tarrant, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde bulunan ve 1985 yılında Suudi Arabistan’ın sponsorluğuyla inşa edilen Al Noor Camisi’nin önünde arabasını park etti.
Cuma Namazı eda edildiği için cami doluydu. Tarrant 190 Yeni Zelandalı Müslümanın ibadet ettiği camiye girdi, kendisini Müslüman bir adam karşıladı. Tarrant’ı selamlayan adamın son sözleri “Merhaba kardeşim” oldu. Tarrant adama yanıt vermedi, elindeki yarı otomatik saldırı tüfeğiyle kendisini selamlayan adama 9 kez ateş etti. Ardından saldırı tüfeğini bırakıp AR-15 tüfeğini eline aldı ve camideki insanları taramaya başladı. Tüfeğinin üstünde I. Kosova Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaşan Balkan prenslerinin isimleri kazılıydı, Tarrant cami cemaatini tararken bir yandan savaş oyunu müziği açmış, canlı yayına devam ediyordu, bir bilgisayar oyunundaki karakter gibi hareket ediyordu.
Tarrant, camiden çıktı, arabasına bindi ve 5 kilometre uzaktaki başka bir camiye gitti, Cuma Namazı’ndan çıkan Müslümanları öldürmeye devam etti. Arabasına geri binip kaçmaya başladığında ise polis tarafından yakalandı. Yeni Zelanda tarihindeki en kanlı saldırıyı düzenleyen Tarrant, sadece 17 dakika içerisinde 51 Müslüman’ı katletmişti.
Küçük, mutlu ve huzurlu bir ülkede böyle bir katliamın yaşanması Yeni Zelanda’nın 37 yaşındaki başbakanı Jacinda Ardern başta olmak üzere herkesi şaşırtmıştı. Dünya tarihindeki en genç kadın lider Ardern’in yaşadığı şok, saldırganın katliamdan sadece 12 dakika önce kendisine mail attığını öğrenince daha da arttı.
Ekseriyetin beklentisi Ardern’in yaşananların ardından etkin bir liderlik gösteremeyeceği, çoğu Batı ülkesinde olduğu gibi Müslümanlara yönelik nefret saldırılarının üzerine gidilmeyeceğiydi. Ardern kısa bir sürede herkesi yanıltacak, Dubai’de gökdelenlere resimleri yansıtılacak kadar bütün dünyanın takdirini toplayacak, Christchurch Cami saldırıları sonrasındaki süreci ele alışı liderlik derslerine konu olacaktı.
Dünya kamuoyu henüz Ardern’i pek yakından tanımıyordu.
Mormon Kilisesi’nden İşçi Partisi’ne
1980 yılında dindar Mormon bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jacinda Ardern, mütevazi bir orta sınıf ailede büyüdü. Babası polis memuru, annesi okul kantini çalışanıydı. Amcası Mormon Kilisesi’nde üst düzey yönetici olduğu için neredeyse hiçbir Pazar ayinini kaçırmayan Ardern lise çağında kiliseden uzaklaştı. Kilisenin eşcinsel hakları konusundaki katılığı Ardern’i rahatsız etmişti, eşcinsel yakın arkadaşlarıyla hafta içi eğlenip hafta sonu cehenneme gideceklerini söyleyen bir ayine katılmanın etik olmadığını düşünmeye başlamıştı. Yıllar sonra başbakan seçildiğinde yapacağı ilk iş Mormon Kilisesi’den resmen ayrıldığını ve Agnostik olduğunu açıklamak olacaktı.
17 yaşında Yeni Zelanda’nın merkez sol partisi İşçi Partisi’ne katıldı. Teşkilatçı ve taban hareketine önem veren biriydi. Neredeyse her seçim kampanyasında gönüllü oldu, milletvekillerinin ofisinde staj yaptı. Üniversitede okurken yardım kampanyaları düzenledi, aşevlerinde çalıştı.
27 yaşında Dünya Sosyalist Gençlik Birliği’nin başkanı seçildi. Bu göreve Yeni Zelandalı bir gencin seçilmesi İşçi Partisi için gurur vericiydi. Ardern’in gençken kurduğu bağlar ve sahadaki tecrübesi işe yaradı, 28 yaşında Yeni Zelanda tarihinin en genç milletvekili olarak meclise girdi.
9 sene boyunca milletvekilliği görevini üstlenen Ardern, muhalefetteki İşçi Partisi’nin gölge kabinesindeki etkin isimlerden biri oldu. Seçmenlerdeki desteğini arttırdı. 2017’de İşçi Partisi’nin oylarında anketlere göre tarihi bir düşüş yaşandı. 2017 genel seçimlerinden sadece haftalar önce, İşçi Partisi iki lider değişikliği yaşadı, seçilen genel başkanlar anketlere göre halktan destek almayınca zorlamamış, mecliste muhalefet lideri olmaları garanti olmasına rağmen koltuklarından vazgeçmişti. Parti seçimleri kazanabilecek popüler ve genç bir isim arayışına yöneldi.
Akla ilk gelen isim genç bir kadın olan Ardern oldu. Ardern, başarılı bir kampanyayla 2017 seçimlerinden sadece 7 hafta önce partisinin başına geçti. Kadınlara, gençlere, çalışan orta sınıflara ve azınlıklara yönelik yoğun bir kampanya başlattı, heyecanlı konuşmalarla somut öneriler dile getirdi: sosyal destekler artacak, zenginlerden daha fazla vergi alınacak, iklim krizi önemsenecekti. Genç bir kadın siyasetçinin yarattığı heyecan sandığa yansıdı, Ardern liderliğindeki İşçi Partisi 2017 seçimlerini kazandı, Yeşiller ve popülist Önce Yeni Zelanda Partisi ile koalisyon kurdu.
Ardern, 37 yaşında tarihin en genç kadın lideri seçilmiş, Yeni Zelanda’nın üçüncü kadın başbakanı olmuştu. Dünyanın en sakin ve huzurlu ülkelerinden birinin liderli seçilen Ardern’in siyasi hayatı tahmin ettiği kadar sakin geçmedi.
Krizlerin başbakanı: Volkan patlaması, cami baskını, pandemi
2019’da Christchurch’ta Müslüman katledildikten sonra Ardern, başörtüsü takarak olay yerine gitti. Yakınlarını kaybeden Müslümanlarla sarıldı, acılarını paylaştı. İlk açıklaması çok netti, saldırganın amacına ulaşamaması için ismini kullanmayacağını söyledi, hiçbir açıklamada saldırganın ismi zikredilmedi. Alışılmışın aksine saldırgan “radikal ve öfkeli” olarak tanımlanmadı, saldırıyı meşrulaştırmamak, normalleştirmemek için saldırgana “terörist” dendi. İlk kez Müslümanlara yönelik bir nefret saldırısının faili bir Batı ülkesinde terörist olarak tanımlanıyordu. Ardern bu net tutumuyla bütün Yeni Zelanda makamlarına da mesaj vermişti: Öldürülenlerin kanı yerde kalmayacak, bu olayın üstü kapatılmayacaktı.
Yeni Zelanda polisi, önce neden bu olayın engellenemediğine dair bir araştırma düzenledi, ardından saldırganın yargılaması başladı. Müebbet hapis cezası alan saldırgan, Yeni Zelanda tarihinde terör suçlamasıyla hüküm giyen ilk kişi olarak tarihe geçti. Saldırıdan hemen sonra Ardern, Yeni Zelanda’da yarı otomatik saldırı silahlarının satışını yasakladı. Ayrıca Ardern önderliğinde İslamofobi’nin online ortamlarda örgütlenmesi ve nefret saldırılarına dönüşmesini engellemek amacıyla uluslararası bir platform kuruldu, her sene dünya liderleri bir araya gelerek nefret saldırılarını azaltmanın yollarını tartışmaya başladı.
Ardern’in süreç yönetimi dünyada o kadar takdir topladı ki olay yerine gelip yakınlarını kaybedenleri teselli ettiği fotoğrafları Dubai’de Burj Khalifa’ya yansıtıldı.
Cami baskınından sadece 6 ay sonra Yeni Zelanda’ya ait turistik küçük bir ada olan White Island’da volkan patlaması yaşandı. Patlama sırasında adada bulunan 24 kişi hayatını kaybetti. Ardern hemen olay yerine giderek yaralılara müdahale eden, kurtaran görevlileri teselli etti, moral verdi.
Ardern’in art arda yaşanan süreçlere müdahale etmesi kamuoyunda takdir toplamıştı.
2020 yılında ise Ardern yeni bir felaketle karşılaştı. Dünyayı kasıp kavuran COVİD pandemisi Yeni Zelanda’yı da vurmuştu. Şubat 2022’de Filipinler’den gelen bir Yeni Zelandalı’nın (ya da Yeni Zelandalalıların tabiriyle Kiwi’nin) pozitif çıkması üzerine Ardern erken tedbir aldı ve bütün sınırları kapadı, sokağa çıkma yasağı ilan etti, çok ağır pandemi tedbirleri aldı. Bu tür tedbirler nedeniyle 2020 yazında Yeni Zelanda’da vaka sayısı düştü, 24 gün boyunca bir tek vakanın görülmediği bir dönem yaşandı.
Ardern, bütün bu krizlerle başa çıkışının karşılığını seçim günü aldı. İşçi Partisi oylarını 13 puan arttırdı ve %50 oy aldı. 1996’dan beri ilk kez Yeni Zelanda tarihinde bir parti tek başına mecliste çoğunluğu sağlamış ve bir koalisyona ihtiyaç duymayarak hükümet kurma hakkı kazanmıştı.
Büyük bir zafer kazanan Jacinda Ardern’in ikinci dönemi pek güzel geçmeyecekti.
Pandemi uzadı, sabır tükendi
Dünya sokağa çıkma yasaklarıyla uğraşırken, sıfır vakalı bir 2020 yazı geçiren Kiwi’ler Omicron, Delta varyantlarının yayılmasıyla kısa bir sürede tekrar pandemi tedbirleriyle karşılaştı. Çoğu Batı ülkesi aşılama oranının artmasıyla pandemi tebdirlerini kaldırırken Ardern hükümeti bu yolu seçmedi. Aşılama artsa da pandemi tedbirleri kaldırılmadı, aşı olmayanlara karşı çok sert bir dil kullanıldı. Ardern birkaç konuşmasında aşı olmayanlarla olanların eşit olmayacağını söyledi, aşı olmayanları ikna etmeye uğraşmak yerine zorlayıcı bir dil benimsedi. Öğretmenlere, kamu görevlilerine aşı olma zorunluluğu getirildi, sokağa çıkma, toplu etkinlik yasakları 2022’de dahi devam etti. Ancak Eylül 2022’de pandemi önlemleri büyük ölçüde kaldırılacaktı.
New York, Paris, Berlin, Pekin tamamen pandemi önlemlerini kaldırırken hala maske takmak, aşı olmak, sokağa çıkmamak, toplu etkinliklere katılmamak zorunda olan Kiwiler, Ardern’e tepki göstermeye başladı. Enflasyonun artması da eklenince Ardern’e verilen destek oranı düştü, geniş çaplı gösteriler düzenlenmeye başladı.
Ardern, hem Yeni Zelanda’da hem dünyada aşı karşıtlarının, pandemi tedbirlerinin kaldırılmasını savunanların nefret objesine dönüştü. Tatildeyken arabasının önü kesildi, ailesi ve kendisi tehdit edildi, Ardern’e yönelik online tehditler rekor kırdı, parlamento önünde oturma eylemleri düzenlendi.
Ardern’in bütün bu süreçte ilk dönemindeki tavrının aksine, ikna odaklı değil, iptal odaklı bir dil kullanması, tedbirleri eleştirenleri dikkate almaması, tedbirlerin devam etmesine rağmen vaka sayısının artması, ekonominin kötüleşmesi üzerine ters tepti. Ardern’in değişen tavrı doğal hareketlerine de yansıdı, açık kalan bir mikrofon nedeniyle muhalefet partisi liderine tartışma sırasında küfrettiği duyuldu, özür diledi. Ardern, geçen hafta yaklaşan 2023 seçimlerinde aday olmayacağını açıkladı, başbakanlık görevinden istifa etti.
Partinin oyu o kadar düşmüştü ki bir kişi dışında kimse lider adayı olmadı, partinin genel başkan yardımcısı ısrarla bu göreve talip olmadığını söyledi. Ardern ile başlayan hikayenin sonu gelmiş, Ardern anketlerdeki düşük oy oranları, kendisine ve özel hayatına yönelik tehditleri görünce daha fazla zorlamamaya karar vermişti.
Tadında bırakmak
Pek süslü cümlelere gerek yok. Küçük bir ada ülkesinin genç siyasetçisi, anketlerin düştüğünü görünce seçimden 7 hafta önce istifa eden bir genel başkanın yerine seçildi ve kısa bir sürede başbakan oldu. Başarılı bir dönemin ardından rekor oyla tekrar seçildi. Fakat kötü bir iletişim, hatalı politikalar nedeniyle oylarını düşürdü ve başladığı hikayenin sonunun geldiğini gördü. Tadında bıraktı.
Türkiye’den bakınca bir siyasetçinin büyük bir skandal olmadıkça neden istifa ettiğini anlamak pek mümkün değil. Hele 3 sene önce %50 oy alan bir siyasetçinin sadece 6 sene oturduğu bir koltuğu bırakması oldukça anlaşılmaz. Ardern büyük ihtimalle Türkiye’ye gelip herhangi birini yolda çevirip durumu anlatsa, alacağı tavsiye “Sakın bırakma, kavga et, sonuna kadar git, seni eleştirenleri ötekileştir, anketleri dinleme, başka yollar dene” olabilirdi. Her iki kişinin desteğini almış bir liderin öylece çekip gitmesini sanırım kimse kolay kolay kabullenmezdi.
Fakat aslında hikaye çok basit: Ardern, iyi şeyler yapınca göreve geldi, hata yapınca istifa etti. Biten bir hikayeyi zorlamaya, kendisini ve ailesini yıpratmaya, rakiplerini incitmeye değmeyeceğini fark etti. Şimdi büyük ihtimalle görevdeyken doğurduğu çocuğuyla ilgilenecek, pandemi tedbirlerine uymak için ertelediği düğününü yapacak ve hayat arkadaşıyla evlenecek. Agnostik bir genç kadının başörtülü fotoğrafını gökdelenlere yansıtacak kadar kendisini seven Müslümanların güzel mesajlarını, kendisine “dünyanın en acımasız diktatörü” diyerek gidişini kutlayan aşı karşıtlarının küfürlerini okuyacak, kahvesini içip anı kitaplarını yazacak.
Belki kafasını dinledikten sonra BM Genel Sekreteri olmak için kulis yapacak, belki bir STK kuracak, yardım kampanyası başlatacak.
43 yaşında dünyanın ilk EYT’li başbakanı olan Ardern’in önündeki uzun, sağlıklı ve dinç yıllarda ne yapacağı belirsiz, fakat biten hikayelerin uzatmalarını oynayan, koltuğu bırakmamak için her yolu deneyen, yenildiği seçimleri dahi kabul etmekte direnen liderlerden daha mutlu ve huzurlu olacağı kesin.