Mart 2021’de düzenlenen seçimlerin ardından Hollanda meclisinin açılışında ilginç bir sahne yaşandı. Ülke çapında 100 bin oy alarak milletvekili seçilen Çiftçi-Vatandaş Partisi (BBB) genel başkanı Caroline van der Plas meclise traktörle gelmiş, ilk günden itibaren çiftçilerin çıkarlarını mecliste temsil edeceğini net bir şekilde vurgulamıştı.
Caroline van der Plas ve liderliğini yaptığı Çiftçi-Vatandaş Partisi, 2021 seçimlerinde 100 bin oya, iklim değişikliğine karşı alınan önlemler karşısında çiftçilerin çıkarlarını savunarak ulaşmıştı. Karbon salınımını azaltmak amacıyla hayvan stokunun düşürülmesini savunan hükümete karşı çiftçiler tarımcılık ve hayvancılık sektöründe herhangi bir reform yapılmasına karşı çıkmış, önce sokakları doldurmuş, gösteri düzenlemiş, ardından bir parti kurarak tepkilerini siyasete taşımıştı.
Hollanda merkez medyası ve siyaseti, çiftçileri “aşırı sağcı radikaller” olarak tanımlarken çiftçiler siyasi hareketlerini adım adım büyüttü. 2021 yılında meclise traktörle gelen Çiftçilerin lideri Caroline van der Plas’in partisi, 2023 yerel seçimlerinde birinci oldu, %20 oy aldı. Çiftçiler artık hem yerel meclislerde hem de üyelerini yerel meclislerin seçtiği ülkenin ikinci büyük yasama organı Senato’daki en önemli siyasi partilerden biri.
Hollanda’da çiftçilerin nasıl dengeleri bozacak şekilde organize olup bir siyasi harekete dönüştüğünü anlamak için son 4 sene yaşananları hatırlamak gerekiyor.
Endişeli çiftçiler, iklim aktivistlerine karşı
Türkiye’de her bir Facebook ve WhatsApp kullanıcısının bileceği üzere Hollanda, “Konya büyüklüğünde olmasına rağmen, Türkiye’nin 6 katı tarımsal ürün ihracatı” yapan bir ülke. ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci tarım ürünü ihracatçısı olan Hollanda’nın bu alandaki yıllık geliri 82 milyar dolar. Ülke ekonomisinin %10’unu tarım sektörü oluşuyor, 660 bin kişi tarım sektöründe çalışıyor. Ülke topraklarının yarısı ise tarım alanı olarak kullanılıyor. Hollanda toprakları oldukça bereketli: dünyadaki domates ve salatalığın üçte biri, elmanın on beşte biri Hollanda’da yetiştiriliyor. Yine başta lale olmak üzere dünyadaki çiçeklerin üçte ikisini de Hollanda ihraç ediyor.
Fakat bu başarılı tarım hikâyesi kâğıt üzerinde durduğu kadar “steril” değil. Araştırmalara göre Hollanda’nın karbon salınımının %14’ü tarımsal faaliyetlerden kaynaklanıyor. Küresel ısınmanın başlıca sebeplerinden biri olarak görülen azot gazının salınımında tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin payı çok yüksek. Hollanda hükümetine bağlı Halk Sağlığı ve Çevre Enstitüsü’nün hazırladığı rapora göre, Hollanda’da azot gazının %46’sı tarımsal faaliyetler nedeniyle salınıyor. Temel sebep ise inek dışkısı.
Bu nedenle iklim krizinin 2000’lerden sonra dünya gündemine gelmesinden itibaren, Hollanda’daki iklim aktivistleri ve vegan siyasetçilerin (Evet, Hollanda’da veganların ve hayvan hakları savunucularının partileri de oldukça güçlü) ana gündemlerinden biri hem hayvan refahını sağlamak hem de iklim kriziyle mücadele etmek için tarımsal faaliyetleri azaltmak, sıkı kurallar getirmek oldu.
Çiftçiler ise bu tartışmada oldukça net. İklim krizi nedeniyle çiftliklerinin kapanmasını istemiyor, büyük petrol şirketlerinin yanında kendi faaliyetlerinin etkisinin tartışma konusu dahi yapılmaması gerektiğini belirtiyor.
Çiftlik basanın, yol tıkayanın
İlk gerginlik Eylül 2019’da çıktı. Hollanda Başbakanı Rutte’nin koalisyon ortağı sosyal liberal parti D66, mecliste ülkedeki canlı hayvan stokunun yarıya düşürülmesini gündeme getirdi. Bu yasa teklifinin amacı, özellikle domuz ve ineklerin dışkıları nedeniyle salınan azot gazını azaltmaktı. Çiftçilerin bu yasa tasarısına tepki göstermesi üzerine aynı ay içerisinde iklim aktivistleri bir domuz çiftliğini bastı ve eylem düzenledi.
Çiftçiler ise tepkilerini traktörlerle sokaklara çıkarak, yolları tıkayarak gösterdi. Binlerce çiftçi günlerce sokağa çıktı, yolları tıkadı, iklim değişikliği nedeniyle tarım sektörünün zarar görmesini istemediklerini dile getirdi.
2020 yılında COVİD nedeniyle gösteriler azaldı, hükümet de reform projesini rafa kaldırdı. Fakat 2022 yılında, bir sene önceki seçimleri kazanan Başbakan Rutte ve merkez sağ koalisyonu yeni bir reform önerisi açıkladı: Hollanda imzaladığı Paris İklim Anlaşması’na uygun olarak karbon salınımını azaltmak istiyordu. Bunun için de azot salınımı ülke genelinde 2030’a kadar %50 oranında, kırsal bölgelerde ise Avrupa mevzuatına uygun bir şekilde %75 oranında azaltılmalıydı.
Bu kapsamda canlı hayvan stokunun %30 oranında azaltılması gerekiyordu. Bu da 1 milyon inek, 4 milyon domuza denk geliyordu. Bunun anlamı mevcut çiftliklerinin önemli bir kısmının tamamen kapanması demekti.
Çiftçiler yine sokağa çıktı: Traktörlerle yollar tıkandı, politikacıların evlerinin önünde nöbet tutuldu, yollara hayvan dışkısı döküldü, süpermarketlere ürün taşıyan kamyonların önüne bariyer kuruldu. Protestolar nedeniyle bazı ürünler market raflarına taşınamıyor, iklim değişikliği yasalarını savunan siyasetçiler korumayla dolaşmak zorunda kalıyordu.
İptal edilemeyenler mecliste
Çiftçiler öfkelerini dile getirirken, Türkiye’deki alternatif medya siteleri dahil küresel ve yerel basın, çiftçileri “aşırı sağcı, iklim karşıtı, radikal unsurlar” olarak tanımladı. Hollandalı siyasetçiler de çiftçilerin taleplerini yok sayan, karikatürize eden bir tavır takındı. Bu durum, çiftçilerin öfkesini daha da arttırdı.
Çiftçiler ve göstericiler arasında radikal sağcıların, komplo teorisyenlerinin olduğu doğruydu, özellikle yaşanan tartışmaların büyümesi neticesinde Trump gibi birçok isim çiftçilere destek açıklaması yaptı. Çiftçilerin gösterilerine aşırı sağcı siyasetçiler de katılıyordu fakat göstericiler arasında iklim değişikliğine inanan, sadece çiftliklerinin kapanmamasını isteyenler de mevcuttu. Çiftçiler iklim değişikliğiyle mücadele edilmesine değil, mücadelede en büyük fedakârlığın çiftçilerin omuzlarına yüklenmesine karşıydı. Her ne kadar hükümet reformlar kapsamında çiftçilere maddi destek vaat etse de onlar kendilerinden Shell gibi petrol şirketlerinden daha fazla fedakârlık istenmesini adaletsiz buluyordu.
2019 yılında bu öfke ve yok sayılma siyasete yansıdı. Büyük tarım şirketlerinin de maddi desteğiyle Çiftçi-Vatandaş Partisi adında bir parti kuruldu. Partinin genel başkanlığına ise medyaya sık sık çıkan, hükümetin tarım politikalarını eleştiren tarım gazetecisi Caroline van der Plas seçildi.
Parti 2021 seçimlerinde 100 bin oy aldı ve meclise sadece genel başkanını sokabildi. Meclise tek vekil olarak giren van der Plas çok başarılı bir performans sergiledi, sadece 2 senede oyunu 20 kat arttırdı.
Balıkçılar, besiciler, çiftçiler el ele
Çiftçilerin partisi, ilk hedef olarak 2023 yerel seçimlerini seçti. Parti çok ciddi bir şekilde organize oldu ve bütün Hollanda’da başta kırsal bölgeler olmak üzere küçük toplantılar yaparak doğrudan seçmenle temasa geçti. Kampanya oldukça basitti: seçmenlere meslek grupları ve gündelik meselelerle hitap edilecek, ekonomi ve tarım ön planda olacaktı. Partinin adayları balık çiftliklerini ziyaret etti, ahırlarda miting yaptı, yerel ekonomik sorunları gündeme getirdi. Özellikle yerel sorunların ülke siyasetine etki etmediği, Lahey’deki siyasetçilerin kırsalın sesini duymadığı vurgulandı. “Çiftçinin, kırsalın sesini duyuracağız” temalı bu saha çalışması işe yaradı. Partinin gösterdiği sıradan çiftçi, balıkçı adayları halkın güvenini kazandı ve bu hafta düzenlenen seçimlerde Çiftçi Partisi %20 ile ülke çapında birinci oldu, 1 milyon seçmenin desteğini aldı.
Adı yereldi ama seçimler bildiğimiz anlamda yerel seçim değildi. Seçimlerde sadece Hollanda’nın bölgelerinde faaliyet gösteren yasama organlarının üyeleri seçilmedi. Aynı zamanda üyelerini bu yasama organlarının seçtiği Senato’nun kompozisyonu belirlendi. Hollanda’da ikinci meclis konumunda olan Senato, Hollanda Parlamentosu’nun kabul ettiği yasaları onaylayan veya reddeden bir üst meclis konumunda. Bu nedenle oldukça kritik bir öneme sahip. İşte bu nedenle, Başbakan Rutte artık herhangi bir yasa tasarısını geçirmek istediği zaman ya çiftçilerin ya da seçimlerde ikinci parti olan sol ve hayvansever ittifakın desteğini almak zorunda.
Çiftçiler 75 kişilik Senato’da 15 senatör ile en güçlü gruplardan biri oldu. Büyük ihtimalle yakaladıkları rüzgârı genel seçimlerde de gösterecek ve Hollanda siyasetinde sola ve sağa güçlü bir alternatif oluşturmaya devam edecekler.
Toksik iyimserliğe veda
Hollanda’da geçen hafta gerçekten ilginç bir şey yaşandı. Dünya siyasetinin pek de alışmadığı bir şekilde, sadece bir meslek grubunu ve sadece belirli konu başlıklarını temel alan bir parti büyük bir seçim zaferi elde etti. Fakat dürüst olmak gerekirse son zamanlarda Batı’daki iç tartışmaları takip edenler için pek de şaşılası bir durum değil bu.
Batı’da uzun zamandır, insan haklarını, iklim kriziyle mücadeleyi, birçok liberal ve demokrat değeri savunanlar halkın büyük kesimlerini ikna etmek, dinlemek, en azından neden bazı fikirlere karşı çıktıklarını anlamak yerine büyük bir “zafer havasında”. Bu nedenle çoğu konuda, karşı tarafın ikna edilmesindense doğrudan kamusal alandan atılması, iptal edilmesi, fikirlerinin dinlenmemesine yönelik bir tavır sergileniyor.
Hollanda’daki merkez medya ve siyaset, 2019’dan beri sokağa çıkan çiftçileri “radikal” olarak damgalamasa, gerçekten diyalog kanallarını çalıştırsa durum bu noktaya gelir miydi? Büyük toplumsal dönüşümleri ikna ederek, kapı kapı dolaşarak inşa eden, marketlerde yerlere süt döken aktivistleri sonuna kadar eleştiren Obama gibi pragmatik liberal siyasetçilerin bu soruya cevabı büyük ihtimalle “Tabii ki hayır” olurdu.
Pek de haksız bir cevap değil sanırım. Zira 2016’da Trump’ı başkan yapan, 2020’de oyunu arttıran, günümüzde İtalya’da, İsveç’te aşırı sağı iktidara taşıyan, Orban’ları, Putin’leri destekçilerinin gözünde meşru kılan temel etkenlerden biri dünyadaki demokratların ikna etmeyi bırakıp haklı olduklarını tekrarlamaya başlaması… Haklılık yarışında, ikna edilebilecek, desteklerinin kazanabileceği büyük kitlelerin es geçilmesi… Kendini basit, anlaşılır bir şekilde anlatmak yerine karşı tarafı “iptal” etmeye odaklanılması, kamusal tartışma alanından itilmesi…
Kamusal bir meselede farklı tercihte bulunanları “meşru” görmeyip kamusal alanın dışında itme çabası başlı başına antidemokrat bir zihniyetin göstergesi. Fakat bunun yanı sıra, Hollanda örneğinde olduğu üzere pek rasyonel bir tercih de değil.
Tepkisini dile getirenlerin sorunlarını çözmedikçe, taleplerini dinlemedikçe ve üstüne üstlük dışladıkça bu kesimlerin daha fazla radikalleşip güçleneceğini akıl etmemek için en kibar tabirle iyimser olmak gerek.
Bu nedenle dün sokağa çıkıp yerlere hayvan dışkısı döken Hollandalı çiftçilerin iki senede ülkenin en büyük partilerinden birisine dönüşmesi, sadece Hollandalıları düşündürmemeli. Sanırım bu hikâyeden “ikna etmek” yerine “henüz kazanılmamış zaferlerin kutlamalarına” odaklanmış liberallerin, demokratların da çıkaracağı nice dersler var.
Zira iklim değişikliğinden demokrasiye ve hukuk devletine hâlâ hiçbir evrensel değer tam anlamıyla yerelleşemedi, benimsenmedi. Hâlâ ikna edilmesi, uzlaşılması, müzakere edilmesi gereken milyonlarca insan var. Bu insanları ikna etmeden kutlanacak bir zafer, iptal tartışması yürütecek bir kamusal alan yok. Var olduğunu sananlar da maalesef toksik bir iyimserlik içerisinde.