Türkiye’de (Anadolu ve Kürdistan) bir süredir bir dönüşüm yaşanıyor. İki önemli fenomen dikkat çekiyor: Kürt milliyetçiliğinin yükselişi ve dindarlar arasında dinden uzaklaşma.
Bu iki gelişme daha büyük bir sürecin iki meyvesi: Modernleşme süreci. Cumhuriyet dönemiyle sınırlandırarak konuşursak, bu bir taşra modernleşmesi. Bu ikinci dalga modernleşme, birincinin hem devamı hem de alternatifi olarak görülebilir. Tabiri caizse, modernleşmenin halka yayılması beraberinde benliklerin uyanmasını getiriyor. Taşra ve muhafazakâr modernleşme dalgası Kürtler arasında milliyetçiliği, dindarlar arasında da sekülerleşmeyi tetikliyor. Kürtler ve dindarlar arasındaki kayda değer örtüşmeyi de gözden kaçırmadan okumak lâzım bu söylenenleri. Ve bu yeni durumu, gecikmiş bir durum değil, zamanı yeni gelmiş bir gelişme olarak anlamak lâzım.
Elitlerin birinci kuşak modernleşmesi yukarıdan aşağıya idi. Başka türlü olması belki de zordu, ama olamayacağı varsayımı fazlasıyla tartışmaya açık bir soru. Birinci kuşak modernleşme büyük şehirlerde ve devletin taşrada kolonize edebildiği mekânlarda yankısını buldu. Sekülerlik bir ihtiyaçtan çok bir inanç, bir medenileşme lüzumu olarak idrak ve empoze edildi. Avrupa’dan politik bağımsızlığa sahip ama zihnen ondan özgürlüğe sahip olmayan bu modernleşme, bir memur modernleşmesi olarak tarif edilebilir. Özgürlüğün tipik semptomu olan yalpalama yerine, memuriyetin tipik göstergesi olan kitabilik ile malûl idi. Kuralcılık ve mevcudun taklidiyle şekillendi. Kemalizmin modernleşmesi bürokratik bir mahiyet arzediyordu.
Ahalinin ikinci kuşak modernleşmesi ise aşağıdan yukarıya doğru gelişti. Hem aktörlerini hem de dışarıdan şüpheyle izleyenlerini şaşırtacak sonuçlar doğurdu. Kentleşme, toplumun ekonomize olması ve eğitim, eski din anlayışında da kabuk değişikliğini getirdi. Eskiyen anlayıştan çıkış bir süre sonra dinden kaçış biçimini aldı. Bu yeni modernleşme bürokratik değil, ticari idi. Evet, ahlâki olarak da helal ve haramın henüz ayrışmadığı bir fetret dönemini doğurdu bu ticarilik. Bu fetreti ne yaşayanlar itiraf edebildi, ne de onları fetretle mazur görmektense taammüden ahlaksızlıkla suçlamak isteyenler.
Bu yüzden, bürokratik modernleşme eğer otoriterliği ve yasa-fetişizmini doğurduysa, ticari modernleşme bencillik, malı götürme, yolunu bulma gibi yasa-sızlıklar doğurdu. İkinci kuşak modernleşme, özgürleşme barındırdığı için yolsuzluk/ahlâksızlık üretirken, birinci kuşak (özgürleşme değil) ilerleme varsayımıyla otoriterlik üretti.
Kürt milliyetçiliği de eğitim ve kentleşme gibi dinamiklerin Kürt kitlelere daha geniş ölçekteki nüfuzunun bir neticesi olarak yükseliyor. Kürtlerin benlik hakkının hem Türklerce inkârı, hem de solun evrensel söylemlerine kendini kilitlemiş örgütçe bir tür lüzumsuzlaştırılması, Kürtler arasında milliyetçiliği cazip bir seçenek haline getiriyor. Kürt milliyetçiliği, Türkiye’nin genel modernleşmesinin ve bir global dinamik olarak Kürt modernleşmesinin somut bir sonucu. Bu da ikinci kuşak bir modernleşme olduğu için, tıpkı Kemalizm ile Erdoğanizm arasındaki farkta olduğu gibi, hakim çizgiden farklı bir profil arzediyor. Kürtler için tepeden inmeye meyilli olan (örgütsel miras) tarihin yasalarına riayet eden devrimci bir kurtuluş bürokrasisi üzerine kurulu iken, Kürt milliyetçiliğinde ön plana çıkan dinamikler özneleşme ve Kürtlerin çıkarını savunma arzusu şeklinde tecelli ediyor. Bu çıkarcılık henüz kaba bir pragmatizm seviyesinde seyrediyor ve etik nezaketle tanışmış sayılmaz. Bir duygu durumu olarak benliğin doğuşunu kutlamakla meşgul.
Kürt milliyetçiliği, bir tür kendiliğin keşfi ve dünyaya karşı özne olarak savunusu biçiminde yükseldiği için, her özgürleşme momentinde görülen bencillik ve ahlâki vertigo ile malûl. Mesela, Kürtlere gülücük dağıtıyor diye Orta Doğu’da zulmeden başka bir devletin katliamlarına (sırf o mağdur kitle Kürtlerin özgürlüğüne destek vermemişti diye) sempatiyle bakmak, başka bir halka yapılan zulme onay vermek, hayret verici bir zaaf olarak göze çarpıyor. Kimi Kürt milliyetçilerinde görülen böyle insafsız tutumlar eğer ahlâki açıdan bir fetret halini ifade etmiyorsa, daha büyük bir sorunun yansıması olarak görülebilir. Kürt çıkarı üzerinden kendini meşrulaştıran Kürt milliyetçiliğinin en önemli handikaplarından biri, kendi çıkarını hakkıyla takip edebilmek için, kendiyle sarhoş olma halinden çıkıp daha etik ve meşru bir pozisyonda dünyaya bakması gerektiğini henüz anlamamış olmasıdır.