Dünkü yazımda, “Kürt sorunu”na 100 yıl boyunca egemen yaklaşımı dile getiren bir rapordan söz ettim. Hüsnü Gürbey’in “Rojname Newroz” web sitesinde özetlediği bu rapor, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarından Abdülhalik Renda’ya ait. Başbakan İsmet İnönü’nün isteğiyle hazırlanan raporda, net bir şekilde, “Cumhuriyet içinde Türk’ten başka bir topluluğa yer olmadığı” yani “bu toprakların yalnızca Türklere yetebileceği” tezi öne sürülüyordu:
“Kürtlerin nerelerde ne miktar sakin olduklarını, bu mıntıkalarda sakin olan ahalinin ne lisan konuştuğunu resmi kayıtlarımıza istinaden tespit suretiyle başladım. Fırat’ın şarkında (doğusunda) ve Bingöl dağlarının cenubunda (güneyinde) bulunan Urfa, Mardin, Siverek, Diyarbakır, Ergani, Elaziz, Dersim, Genç, Muş, Bayezid, Van, Hakkâri, Bitlis, Siird vilayetleriyle Erzurum vilayetinin Hınıs ve Kiğı ve Erzincan’ın Pülümür kazalarının kayıtlarına göre;
Nüfus bir milyon üç yüz altmış bir bindir (1.361.000). Bu nüfusun içinde Türklerin miktarı ancak iki yüz elli bir bindir (251.000) ve Arapça konuşanların miktarı da yüz on yedi binden (117.000) ibarettir. (…) Kürtler, Ankara’ya kadar yayıldıkları cihetle iş Fırat’ın yalnız şarkını (doğusunu) -ki pek ziyade mühim bir keyfiyettir- kaybetmek ile kalmayacak, Fırat’ın garbında da (batısında) Malatya vilayeti gibi birçok yerler de tehlikeye girecektir. Elimizde kalan Türkiye arazisinde iki milletin aynı kudret ve salahiyetle (yetkiyle) hâkim bulunması imkânını katiyen görmüyorum. Binaenaleyh bütün memlekette Türk nüfuz ve nüfusunu hâkim kılmayı farz ve zaruri görüyorum.”
Tam yüz yıl önce yapılan bu saptama o günden bu yana devlete, siyasete egemen oldu ve bunun sonucunda “Türkleştirme” ve “Sünnileştirme” şeklinde ifade edilen politikalar uygulanmaya koyuldu.
Raporda, “ülke toprakları üzerinde yaşayan farklı dil, din ve mezheplerin zaman içinde eritilmesi gerektiği” bir hedef olarak saptanmıştı. Geçmiş yüzyılın Türkiye tarihine baktığımızda bu siyaseti uygulamaya kalkmanın bedelinin ağır olduğunu görüyoruz.
Bu politika iflas etti. Ne Kürt Kürtlüğünden, ne Alevi Aleviliğinden vazgeçti.
Bugün itibarıyla egemen olan eğilim; inkarcılığın etkisini yitirdiğini, egemen görüşün değişmeye başladığını gösteriyor. “Kürt yoktur, onlar Türk’tür” demenin gerçekçi olmadığı anlaşıldı. Onlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarıydılar. Varlıkları yok sayıldı. TBMM’de Kürtler Türktür nutukları atıldı. Akademide Kürtler Türktür diye doktora tezleri yazıldı. Bu tür tezleri yazanlar Bakanlık koltuğuna bile oturdu.
Devlet Bahçeli’nin Ziya Gökalp’ten aktardığı “Türk, Kürt kardeştir” şeklindeki cümleler, yeni güçlenen gerçekçi eğilimi ifade ediyor. Meclis’te kurulacak komisyonla yeni bir dönem başlayabilir. Birlikte ve kardeşçe yaşamanın doğru bir tercih olduğu, barışın güvencesi olduğu zaman içinde daha iyi anlaşılabilecektir…