Afrika’nın batısında Portekiz’e bağlı Madeira adında küçük bir ada yer alıyor. 250.000 nüfuslu bu tatlı adanın Portekiz’e mesafesi 1000km’den fazla- coğrafi keşiflerin ilk kurbanlarından olsa gerek.
Madeira, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbol oyuncularından biri sayılan Cristiano Ronaldo’nun doğum yeri. Ronaldo’nun frikik vuruşuna hazırlanırken duruşunu betimleyen bir heykeli yer alıyor. 2017 tarihinde Madeira hava alanına Ronaldo’nun bir büstü yerleştirilmiş, ama pek bir şeye benzemediği için galiba bu büst artık yerinde değil:
Büstü yaratan Emanuel Santos adındaki heykeltraş eleştirilere dayanamayıp “İsa bile herkesi memnun edemedi, bu bir zevk meselesidir, o kadar basit değil” diyesiymiş.
Anlaşılan Madeira’da da, bizdeki gibi, ‘heykel’ meselesi kent mimarisine kolaycı bir mimari dokunuş olarak olarak anlaşılıyor.
Akla ilk olarak Yoğurtçu Parkı’nın berisine kondurulan Alex de Souza heykeli geliyor. Ne yalan söyleyeyim, bir Fenerbahçeli olarak her maçını keyifle izlediğim Alex’in heykelinin dikilmesine pek anlam verememiştim. Her şeyden önce hala sağ olan birinin anıtlaştırılması anlamlı gelmiyor. İkincisi Alex de Souza ücreti mukabilinde mesleğini ifa etmiş, saygıyı hak eden bir sporcu- ama o kadar. Şahsi görüşüm Türkiye’de bir spor adamının heykeli dikilecekse ilgili spor alanına kurumsal etkileri olan bir katkısı olması beklenir. Başka sporcular yetiştirmesi, o zamana kadar erişilmemiş başarıları elde edilmesi ya da bir sporun bütün memlekete yayılması gibi.
Gerçi şu da var: Ben kim oluyorum? Alex’in heykelinin önünde fotoğraf çekebilmek için kilometrelerce öteden gelen insanlar oluyordu. Şimdi heykel Yoğurtçu Parkı’nın yanından alınıp stadyumun girişine yerleştirilmiş. Bulunduğu konumda dört heykel yan yana: Eda Erdem, Alex de Souza, Lefter Küçükandonyadis ve Can Bartu. Kuşkusuz bu isimlerin hepsi değerli sporcular… Ama kaç heykelde buna “Tamam” diyeceğiz. Stadyumun çevresi belki elverdiğince heykellerle donatılabilir. Aslında uygun bir arazi bulup 11’e 11 efsane bir maçın heykeli de dikilebilir. Olmaz mı?
Kalamış parkında da Metin Oktay heykeli vardı, hala orada mı? Bilmiyorum. Sporla ilgili heykellerin en ilginci Fatih Terim’le kapışmasıyla gündeme gelen Selahattin Aydoğdu’nun heykeli. Güzel Sanatlar fakültesinden bir grup öğrenci Aydoğdu’nun heykelini hazırlayıp restoranının önüne getirmiş.
Sanatçılarımız alınmasın ama yukarıda saydıklarımın hiçbiri sanatsal anlamda heykel değil- sadece insan maketleri. Günümüzde 3D yazıcılarla dakikalar içinde dökülüverecek kitch işler. Yanlış anlaşılmasın, Alex de Souza heykelini hayata geçiren Aşan Akın değerli bir sanatçı- ama Akın’ın başka işlerine bakınca farkı anlamak zor değil. Keşke Fenerbahçe taraftarı Akın’ın işlerini merak etse…
Bunu söylediğim için çok sevdiğim Fenerbahçe taraftarının tepkilerini de çekebilirim, ama doğrusu bu. Ayrıca – kimse kusura bakmasın – işinin karşılığını gani gani almış, Fenerbahçe sayesinde servetini katlamış şimdi de başka bir takımın antrenörlüğünü üstlenmiş bir sporcunun heykelini dikmek doğru mu? Alex de Souza günün birinde örneğin Trabzonspor ya da Galatasaray’dan antrenörlük teklifi alsa ve kabul etse – ki hakkıdır, bir antrenör için gayet cazip bir teklif olurdu – Fenerbahçe taraftarı heykeli hala orada isteyecek mi? İsteyecekse kalsın.
Heykel konusu siyasetimizin de kırmızı çizgilerinden. İktidar, yıllarca doğru dürüst iktidar yüzü görmeyen CHP ve CHP’ye yakın siyaseti hizmet yerine heykel üretmekle suçluyordu. Hatta AKP bu anıt yarışına “eser” kavramını soktu. Kuşkusuz muazzam altyapı projelerini bir heykelle kıyaslamak imkansız. Ama Ankara Büyükşehir Belediyesi bütçesinin ciddi bir bölümünü dinozor maketlerine harcayan da AKP’li bir başkandı.
Maket ve heykel nereden ayrılır? Aslında buna kafa yormaya gerek bile yok, kent meydanlarında heykel diye adlandırılan şeylerin çoğu maket. Bunların en ilginçlerinden biri Amasya’nın canım dokusunun ortasına kondurulmuş kötü bir karikatür olan Şehzade Mustafa maketi. Şehzade elinde bir cep telefonu tutuyor ve ziyaretçilerle ‘selfie’ çekmeye hazır vaziyette bekliyor. Oğuz Atay’ın meşhur ‘Tahta At’ öyküsünü hatırlatan bir ucube.
Böyle bir yazıda Atatürk heykellerine değinmemek olmaz, ama açıkçası doğru biçimde konumlanan Atatürk heykellerinde büyük problem görmüyorum. Anıt niteliğinde olanların, örneğin Afyondaki Zafer Anıtı ya da Taksim Cumhuriyet Anıtı sanat değeri tartışılmaz, bir dönemi anlatan ve Türkiye tarihiyle de damgalanmış değerli kent yapıları. Kamu binalarında yer alan Atatürk büstleri ise bir çeşit gösterge işlevi görüyor. Yani önünde Atatürk büstü gördüğünüzde binanın resmi bir işlevi olduğunu, özel bir işletme olmadığını anlıyorsunuz. Bunlar kentsel dokunun işaretlenmesi açısından olumlu işler. Kuşkusuz Atatürk heykellerinin de kötü örnekleri vardır.
Maket heykelciliğin en zarif örnekleri ise Anadolu kent meydanlarında yer alıyor. Malatya’da kayısı, İnegöl’de köfte tutan çatal, Ankara’da ekmek (neden bilmiyorum), Vezirköprü’de çay ocağı, Diyarbakır’da karpuzdan çıkan çocuk, Kızılcahamam’da bazlama, Kırkağaç’ta kavun, Trabzon’da saatli kemençe, Eyüp’te havuzlu mısır, Kahramanmaraş’ta bilezik… Mesele tabi bir heykelin bu figürleri kullanması değil. Fotoğraflarına bakınca anlayacaksınız. Kent meydanlarına dikilen bu maketler temel zanaat becerilerinden bile yoksun biçimde hazırlanmış. Bana kalırsa Kadıköy’de Ali Suavi Sokağı girişindeki Ali Suavi heykeli ya da Aşiyandaki Orhan Veli heykeli anlatımdan yoksun, maketten hallice ve son derece çirkin yapılar… Ama gelip geçerken Ali Suavi heykeli önünde çoluk çocuk fotoğraf çektiren insanlara rastlıyorum. Ali Suavi’yi biliyorlar mı? Neler yaptığı hakkında bir fikirleri var mı? Emin değilim. En azından bir kavun heykeli önünde insan az çok neyle fotoğraf çektirdiğini bilebilir.
İnsanlar heykeller önünde hatta heykelle iç içe fotoğraf vermeyi seviyor, heykelin niteliği ya da neyi simgelediğinin önemi yok. Kadıköy’de Boğa heykeline tırmanıp fotoğraf çektiren çocuklara ya da gençlere rastlayabilirsiniz. Rıhtımda; Atatürk’ün baş öğretmen olarak resmedildiği bir anıt var. Atatürk heykeli elini uzatmış, çocuklara yeni alfabeyi gösteriyor. Tabi Atatürk’ün elini uzatmasını fırsat bilen bazı akıllılar bunu Atatürk’le tokalaşırken fotoğraf çektirmek için kullanıyor. Kamusal alanın parçası olduğunda en yüce anıtlar bile halkın erişimine açılmış olur, bu kaçınılmaz. Zamanında Üsküdar meydanında, parkın ortasında bir aslan heykeli bulunurdu; benim de aslan heykeli üstünde fotoğrafım var. Şimdi nerede bilmiyorum.
En yüksek değerlerimiz arasında saydığımız Nasreddin Hoca ya da Mevlana gibi tarihi kişiliklerin de heykelleri dikilmiş. Maketleri diyelim. Hoca’nın ‘göle maya çalan’ maketleri maalesef zamanında Gırgır dergisinin amatör köşesine gönderilen eğri büğrü karikatürleri andırıyor. Bu heykellerden halk ne anlıyor bilmiyorum. Nasreddin Hoca en çok istismar edilen kişiliklerden biri. Örneğin yakın zamanda Hocamız; geleneksel “yılbaşı gavur adetidir” şenlikleri sırasında Noel Baba’ya rakip çıkarıldı. Tabi ki, Hocanın kapıdan bacadan düşüp de bedava oyuncak dağıtacak hali yok, çünkü malum meselde dendiği gibi ‘parayı veren düdüğü çalar!’.
Heykel bana kalırsa plastik sanatların en karmaşığı, hatta galiba dokunma duyusuna hitap eden tek sanat. Bir heykelin, önü arkası altı ve üstü var, sinema bile bu derinliği sağlamakta eksik kalır. İşlevsel kudreti de tartışılmaz: Betonlaşmış, trafiğe boğulmuş kent dokusuna estetik bir düzenleme kazandırıyor. Galiba kent meydanlarında benimsenen heykeller insanların neye dokunmak istediğini, neye aç olduğunu da az çok anlatıyor. Devlet desteğiyle yaratılmış anıtları çıkarınca geriye ne kalıyor? Popüler figürler ve kayısı, mısır, bazlama, sucuk… Büyük İskender, bizim için nefis bir kebap. Belki bir gün heykeli de dikilir!