1 Kasım Çarşamba günü saat 01.00 sularında Ergun hocamın değerli eşi ve hocam Serap Yazıcı Özbudun, Ergun hocanın hayatını kaybettiğini duyurdu.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başladığımda, anayasa hukuku dersini hocanın Türk Anayasa Hukuku adlı kitabından takip etmiştim. Kitabı çok beğendiğimden olsa gerek hocanın makalelerini ve diğer kitaplarını da okumaya başladım. 2012 yılında İstanbul Şehir Üniversitesi’nde hocayla şahsen tanışma şerefine nail oldum. Hocanın eserleri üzerinden başlayan bu ilgim, artık başka bir boyuta evirilmişti.
Lisans bittikten sonra Hoca ile konuşup İstanbul Şehir Üniversitesi’ne yüksek lisans için başvurdum ve burslu kabul aldım. Asıl hikayemiz bundan sonra başladı hoca ile. Yüksek lisans tezimi sunduktan sonra doktorayı da hocanın yanında yapmaya başladım. Doktorada ders aşamasını Ergun ve Serap Hocalarla bitirdikten sonra Haluk Hoca ile kaza, yoğun bakım ve Şehir’in Marmara Üniversitesi’ne devri, Mehmet (Genç) Hocanın vefatı ve en son Ergun Hocanın vefatı…
Kendi deyişi ile nüfusu 200-250 bin olan Ankara Kasabası’nda 1937’de dünyaya geldi. Babası Sayıştay üyeliği de yapmış bir bürokrattı, annesi ise Fransızca bildiği için Cumhuriyetin ilk çalışan kadınlarındandı, sonrasında evlenip ev hanımı oldu. Ergun Hoca, tipik anlamıyla cumhuriyet elitini temsil eden bir aileden geliyordu
Kendisi ve ailesi Cumhuriyet Halk Partili (CHP) idi, hatta 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra uzun süre CHP rozetiyle dolaştığını anlatırdı bana gülümseyerek. Devamında CHP Gençlik Kollarında Genel Sekreterlik yaptığını da eklerdi.
1959 sonunda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku bölümüne ataması gerçekleşince, o dönem hem akademi üyeliğine hem de parti üyeliğine birlikte devam etme şansı varken bu iki durumu birbiriyle tutarsız bulduğu için CHP üyeliğinden istifa etmişti. Aynı zamanda rahmetli Deniz Baykal’ın da sınıf arkadaşıydı ve ara sıra Baykal’ın sonradan CHP’ye girdiğini ifade ederdi. CHP’nin ve basının yıkıcı faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla Demokrat Parti tarafından Meclis’te araştırma komisyonunu kurulmuştu. Hoca da o dönemde esen CHP’lilere karşı tasfiyeci atmosferden nasibini alabileceğini bildiği için, “Ne deyim Ferhat 1960 askeri darbesi olduktan sonra, kurtulduk dedim ben de” derdi gülümseyerek.
Hocanın 6-7 Eylül olaylarına bakış açısı oldukça insancıldı ve buradan azınlıklara karşı insan hakları ve adilane tavrı ortadaydı. 6-7 Eylül Olaylarının Rum ve Ermeni azınlıklarını eritmeye yönelik olduğunu ifade ederdi. Bu bahisle benim Karayazılı olduğumu duyunca Kürtçe öğrenmeye başlamış ve yanına girince Kürtçe “hewale delal, serçava” (sevgili arkadaşım, baş-göz üstüne) diyerek selamlaşırdık, ben Mamoste “çawani başı” (nasılsın) diye sorardım, o da “ez başım tu çawani” (ben iyiyim sen nasılsın?) diye cevaplardı.
Hocaların Hocası Özbudun, özellikle Türkiye siyasetinde askeri bürokrasinin kıskacında, siyasi partiler ve modern Türkiye’de özgürlük ve anayasal haklar konusunda oldukça eser ortaya koymuştu.
Yine anayasa yargısıyla bağlantılı olarak demokratikleşme gibi Türkiye açısından sancılı olan konuları güçlü bir teorik çerçeveyle onlarca eser ortaya koymuştur. Özellikle Özbudun’un eserlerini okumadan Türkiye siyasi hayatını anlamak pek olası değildir. Ben de Hocanın İstanbul Şehir Üniversitesi Modern Türkiye Araştırmaları Merkezinin 29 Nisan 2017 tarihinde düzenlediği “Özgürlük ve Anayasal Haklar” (Freedom and Constitutional Rights) konferansı ile iyice idrak etmiştim.
Ergun Özbudun, İstanbul Şehir Üniversitesi Modern Türkiye Araştırmaları Merkezinin 29 Nisan 2017 tarihinde düzenlediği “Özgürlük ve Anayasal Haklar” (Freedom and Constitutional Rights) adlı konferansı.
Yine Özbudun, Anayasa hukukunda yaptığı gibi siyaset biliminde de objektifliğini devre dışı bırakmaz. Yukarıda da bahsedildiği gibi akademik ahlaka olan bağlılığından ötürü kendisi gibi düşünmeyen farklı söylemlerine de hep kulak vermiştir. Ayrıca kendisine göre bir dilin yasaklanması tasavvur edilebilir değildir. Bu konuda Turgut Özal’ın demokratikleşme konusunda yaptıklarını desteklediğini açıktan ifade ederdi. Kendisini de aktif politikaya aday olması konusunda telkinde bulunulduğunu ancak akademisyenliği her zaman daha baskın olduğu için nezaketle bunu ret etiğini söylerdi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Refah Partisine ilişkin de devletin savunmasını yaptığını ancak AK Parti kapatma davasında, AK Partiyi desteklediğini ifade ederdi. AİHM’in Erbakan’ın “bu darbe kanlı mı olacak kansız mı” ifadelerini şiddete sevk eden ifadeler olduğunu ve yine partinin çoklu hukuk sitemini benimsemesini sözleşmeye aykırı bulduğunu söylerdi.
Ülkedeki temel sorunların temelinin kutuplaştırıcı siyaset olduğunu ifade ederdi. Devlet kutsal olamaz, birey kutsaldır ve devlet onun hizmetkârıdır. Yeni anayasa yapımına ilişkin pek bir ümidinin olmadığını, “Türkiye’de gerçek bir demokrasiyi göreceğini zannetmiyorum” diyerek aramızda ayrıldı.
Yahya Kemal aşığı olduğunu ancak çağdaş olan her şeye pek ısınamadığını ifade ederdi. Lemi Atlı, Bimen Şen ve Münir Nurettin’in özellikle Kalamış parçasını çok sevdiğini söylerdi. Sigarasının külünü hiç düşürmeden içerdi. Ankara’daki evinde son kez ziyaret ettiğimde yine sigara içerdi.
İstanbul Şehir Üniversitesi Marmara Üniversitesine devredildikten sonra yoğun bakım sürecinden sonra kendime gelir gelmez, Mamoste’nin Ankara’daki evinde almıştım soluğu. “Hocam Ankara’ya neden geldiğiniz?” sorusuna ilişkin olarak, “Ferhat! İstanbul Şehir Üniversitesi Marmara Üniversitesine devredildikten sonra bir sürü yere başvurdum ama beni almadılar” demişti. “Demek ki liyakatli görmediler herhalde, artık bir şeyler yazmak gelmiyor içimden, sadece fıkra yazıyorum bu aralar” deyip sigarasından son bir yudumu alarak ve külün yere düşmemesi için itinalı davranarak beni yolcu etmişti. Sonrasında hep yoğum bakım… Hülasa-i hülasa…