Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHalûk hoca ile son 24 saat

Halûk hoca ile son 24 saat

Halûk Hoca (Haluk Dursun), çok sevdiği(miz) Van'ın Erciş Kazasında 2019'un 19 Ağustos saat 16: 20 sularında Hakkın rahmetine kavuştu. Danışmanı olarak aynı araçta kendisine eşlik eden ben ve Töre de Hoca ile birlikte komaya girdik. Hülasa, biz koma halinde iken Hoca’yı yıkadılar, pakladılar ve demir bir tabuta koyup Payitahta yolladılar. Çok sevdiği dedesinin yanına, koca bir meşenin gölgesine, Yukarı Hereke toprağının ağuşuna sanki yeni bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla ve Rahman Süresi ile bıraktılar. Komadan çıktığım gün Töre de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Sizlerle manevi babam Ahmet Halûk Hoca ile hayatımdaki son 24 saati paylaşmak istedim…

Talih de biraz el vermeli insana; hayat denen bu mebdebe… Beni oğlu gibi gören Halûk Hoca, çok sevdiği(miz) Van’ın Erciş Kazasında 19 Ağustos saat 16: 20 sularında Hakkın rahmetine kavuştu. Danışmanı olarak aynı araçta kendisine eşlik eden ben ve Töre de Hoca ile birlikte komaya girdik. Hülasa, biz koma halinde iken Hocayı yıkadılar, pakladılar ve demir bir tabuta koyup Payitahta yolladılar. Çok sevdiği dedesinin yanına, koca bir meşenin gölgesine, Yukarı Hereke toprağının ağuşuna sanki yeni bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla ve Rahman Süresi ile bıraktılar. Komadan çıktığım gün Töre de Hakkın rahmetine kavuştu. Onu da paklayıp çok sevdiği annesinin kucağına Bursa Kent Mezarlığına defnettiler. Ancak Halûk Hocanın felsefesi ve Töre’nin hayat dolu enerjisi dimağıma saplandı. Aklımda, her hücremde Halûk Hocanın tavrı, üslubu ve Töre’nin hayat dolu bakışı kaldı… Allah ikisini de rahmetiyle muamele eylesin.

İstanbul Çalıştayı sonrası, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü önü: İstanbul Üniversitesinden benden önce mezun olan Haluk Hocanın (baba-oğul hiyerarşisi) önünde diz kırıyorum

Her nefes alışımda, her kalp atışımda, bir meseleye ilişkin düşünmeye başlarken, bir faaliyete girişirken, harcadığım her enerjide “Halûk Hoca ne der?” sorusunu soruyorum kendime. Halûk Hoca gitti belki ama bir kısmı bende saklı kaldı, çoğu off the record’lar… Zamanla şunu sordum kendime, her düşüncemde ve fiilimde Halûk Hocadan icazet almaya gidecek kadar bu öğretiyi ne zaman ve nasıl edindim? Cevabı çok basitti aslında, Karayazılı Ferhat’ı oğlu gibi görüp sahiplenmesi idi.

Sizlerle manevi babam Ahmet Halûk Hoca ile hayatımdaki son 24 saati paylaşmak istedim…

18 Ağustos Pazar günü bakanlıktan bana yollanan bilet ile 2968 sefer sayılı ve saat 10:00 uçağı ile Esenboğa’ya saat 11:00’de indik Töre ile. Oradan bakanlığın Altındağ’daki binasına (eski Hariciye Vekâleti binası) gittik ve yemek yedikten sonra 7094 sefer sayılı uçakla 15:50’de Esenboğa’dan kalkış ile Ağrı Ahmed-i Hani Havalimanına saat 17:30 sularında indik…

Bizi Ağrı Valisi ve İl Kültür Müdürü karşıladı ve oradan Ağrı Cenas Otele geçip orada konakladık.  Vali Bey, Polisevinde saat 19’da resmî yemek tertip etti. Yemek sonrası otele geçtiğimizde, Hoca bana daha öncesinde bakanlıktayken Malazgirt’te, Türkiye Yazarlar Birliği ve Malazgirt Kaymakamlığı’nın birlikte düzenleyeceği “Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni” hakkında afişi yollatıp adet olduğu üzere –daha önce yaptığı tüm konuşmalarda olduğu gibi – benden bu konuda bir kısa konuşma hazırlamamı istemişti. İşte en büyük vicdan azabım, hazırladığım o konuşmanın Hocanın son konuşması olması idi. Ertesi gün (Pazartesi), otelden ayrılıp Valiliğin tahsis ettiği İl Sağlık Müdürlüğünün aracı ile (sonradan öğrendim ki köylere giden aşı aracı imiş) Malazgirt’e gittik.

Hoca her zamanki gibi harikulade ve samimi bir konuşma yaptı, o konuşmanın aslında hayatta olanlar için, bu konudaki son konuşması -belki de muhkem bir ders- olduğunu benim gibi sonradan öğreneceklerdi. Yazdığım metne pek bağlı kalmadan amfide ders anlatır gibi, anlattığı konuda hemdert olanlarla hasbihal etmek istedi. Esasında bana ve Töre’ye o dersin, son ders olacağını anlatmış oldu, konuşmasında oldukça halleşmek ve hemhal olmak geçiyordu. Töre ise Canon fotoğraf makinesi ile hocayı çekiyordu, bazen önden bazen arkadan…

Temel amacımız Anadolu ruhunu yeniden canlandırmaktı (tıpkı Pax Romana gibi Pax Anatolia). Hoca’nın son konuşması benliğimde Sultan Alparslan’ın askerlerine yaptığı konuşma gibi gelmişti, çünkü Hocanın liderliğinde bizim mücadelemiz bu topraklarda unutulan değerleri yeniden ortaya çıkarmak ve belki de ihya etmekti. Aslolan Anadolu’da yaşayan insanların gönüllerini almaktı. Pax Anatolia mefkuresi aslında Anadolu’daki medeni tekamülün, Anadolu’da saklı kalan değerlerini muhafaza ederek ve Anadolu’daki her bir gönlün adalete, muhabbete ve merhamete yönelmesiyle ancak mümkün olabileceğini ifade etmekteydi. Bu güzel vatan bize sadece siyasi fetihle değil aynı zamanda kalplerin fethiyle de kapılarını Malazgirt’te açmıştı ve amaç Malazgirt ruhu ile buluşmaktı.  

Manevi babam Halûk Hoca ile Malazgirt’teydik ve Töre ve diğer katılımcılarla Hocanın son konuşmasını dinliyorduk; Hoca, Sultan Alparslan’ın tavrıyla ancak gayet mütevazı ve derununa aşina bir üslupla gönülleri fethe çıkmıştı. Ben de bu konuşmayı telefonumun notlar bölümüne not alıyordum hızlıca. … Konuşmaları hazırlarken (Medine’ye mim koymak gibi) kavramlar ve kelimeler üzerinde konuşmayı çok severdi. Ben de bu bilgiye binaen, hocanın memnun olacağı kelimeleri seçmiştim: “Hasbihal”, “Hemdert”, “Hemhal” ve “Hissiyat” … 

Halûk Hoca son konuşmasında Anadolu Mayasından (felsefesi) oldukça söz etti. Anadolu’nun kapılarını maddi fetih olan cenklerle açtığımız gibi en önemlisi manevi fetihler olan muhabbetle ve hasbihalle tahkim edilmesini salık veriyordu. Sonuç olarak Anadolu’da barışın tesis edilmesi geçmişte olduğu gibi ancak dertler paylaştırıldığında olabilirdi. Bu şekilde “hemhâl” olmak gerekti. Hocanın Fırat’ta, Dicle’de ve Zap’ta geç kaldım dediği şey tam olarak buydu ve gönülleri fethe, fethedilmiş gönülleri ise “bir” olmaya çağırmanın yolu, “hasbihâl etmek”, “hemdert olmak”, “hemhâl olmak” ve “hâlleşmek”ten geçiyordu. Konuşmayı yaptıktan sonra acele bir şekilde yola çıkıp devam ettik, çünkü çok çalışmak gerekiyordu.

            Malazgirt çıkış: 11:30

Patnos İlçe Halk Kütüphanesi, Ağrı merkez kütüphane, Doğubeyazıt kütüphane, Silopi kütüphane üzerine bir rapor istedi benden. Arabada iken Kemal Karpat’ın “Dağı Delen Irmak” kitabı üzerine konuştuk. 

            Patnos çıkış 12:18

Patnos Halk Kütüphanesini Patnos Ortodoks Manastırı ne durumda? Ahlat Müzesinin son durumu ne? Van il müdürünü arayıp haber ver. Malazgirt’ten sonra Ahlat Adilcevaz kütüphaneleri, resmî gezi yok tebdili kıyafet…

Çaldıran Kütüphanesi, Doğubeyazıt ve akşam tekrar Ağrı’ya geçeceğiz.  Salı sabahı da kahvaltıdan sonra gitmeden önce belediye başkanı ve valiyi ziyaret edeceğiz, Ağrı’daki Gençlik Merkezi ve İbrahim Çeçen Üniversitesi ne durumda acaba?  Arkeolojik kazı var mı?

Patnos, Malazgirt, Ahlat ve Adilcevaz’a uğradık. Program Erciş ve Doğubayazıt ile devam edecekti. Ahlat’ta Cumhurbaşkanlığı konutu yapılması için çalışmalar sürüyordu ve yetiştirilmesi gerekiyordu. Bizden sonra Sn. Cumhurbaşkanımız teşrif edecekti bu nedenle ihtimam içinde incelemelerde bulunduk. Ahlat Müzesini ve Selçuklu Mezarlığını gezdikten sonra Hoca bir demeç verdi. Ahlat Deresinin üzerinde; köy ekmeği, Van loru, kavun, karpuz ve üzüm yiyip dönüş yoluna girdik. Doğubeyazıt’a, oradan otele, üç günlük geziye sığamaz diye iptal etmiştik Kağızman gezisini, “Aras’ın manzarası en güzel oradan görülür bilirsin Ferhat”, derdi.

O zamanki Ferhat, Haluk Hoca’nın Dicle Üniversitesindeki verdiği konferanstan sonra geçirdiği değişimi daha iyi anlayabilmişti. Yıllar boyunca Balkanlar üzerinde yoğunlaşan ilgisini, Galatasaray Lisesi’nden abisi Mehmet Ali Birand’ın “Halûk Güneydoğu elden gidiyor” ifadesi üzerine çok daha samimi bir şekilde Güneydoğu’ya çevirmişti ve buradaki danışmanı olarak Kürtçeyi konuşabilen bendim. Anadolu coğrafyasını ihmal etmemek gerektiğini nostaljiye reddiye dizip  Dicle Üniversitesi’ndeki o konferansta “Sizin burada ne işiniz var, siz Nil ve Tuna’ya gidin” diyen muhalefet ruhu yüksek bir öğrencinin öfkeli ve sitemkâr bakışlarını fark etmiş ve o günden sonra Anadolu’ya başka bir zaviyeden bakmaya başlamıştı.

Son yıllarda hep Anadolu’daydık Hoca ile, bir gün Faraşin, bir gün Cizre, bir gün Karayazı… Hakkâri’nin sokaklarında, Şırnak’ın yaylalarında geziyor, halka kulak veriyor, muhabbet ediyor, bazen kaçak çay içiyorduk ve bol bol gülümsüyorduk insanlara. Evet, geç kalındığı doğruydu, bu bahisle kütüphaneler ve çalışma alanları bizim için önemliydi.

Halûk Hocanın neye geç kaldığını ve neden bu kadar acele ettiğini az çok tahmin edebiliyordum; beni ve Töre’yi sahiplenip hanegisi yapmıştı. Bakan Yardımcılığı görevinde bulunduğu süreçte beni köydeki evine çağırdığında omuzlarına aldığı yükü görebiliyordum. En önemlisi kalbine doldurduğu baba şefkati ve merhamet duygusunu hiçbir zaman unutmayacağım ve ona sımsıkı sahip çıkacağım. Erciş/ Çelebibağı Köyü’ne gelindiğinde, telefonumun notlar bölümüne Kars Çalıştayı hakkında notlar alırken o meşum kaza oldu… Sonrası entübe ve yoğun bakım…

Halûk Hocanın koltuğu sırtıma geçmiş ve kalın bağırsağımı patlatmış ve kazanın etkisi ile ayaklarım tuz-buz olmuş bir şekilde kemerimi söküp arabadan çıktım, ilk adımı atar atmaz yere kapaklandım, sonrasında “Beni bırakın Hocaya bakın” diye sayıkladım. Çünkü Hoca ile Töre’nin kafa kafaya çarpışma sesini işitmiştim kaza anında…

Velhasıl, Halûk Hocanın Anadolu’ya baktığında gördüğü ve görmek istediği şeyi biliyordum, görüyordum ve karşılıklı dinliyordum. Bu bahisle ardında bıraktığı ruh, daha önce Anadolu coğrafyasında görülmemiş bir ruhtu. Çok sevdiğimiz Van’ın ağuşunda yeniden filizlenecek bir ruhu bırakıp gitti Haluk Hoca ve ben yine her düşünce ve tavırda o ne der saiki ile yaşamaya devam edeceğim.

İnanıyorum ki Allah ona bu kutlu şehadeti, Anadolu’nun bağrından cennete kanat çırpmayı nasip eyleyen mübarek kanatlar kılmıştı. Haluk Hoca, Dicle Üniversitesindeki o gencin sitemini işitip bu kutlu yolculuğunda Anadolu’yu ve bürokratları ağır uykusundan uyandırmak için kattettiğimiz yollarda Hakkın rahmetine kavuştu.

Mardin Çalıştayı öncesi Mardin Valiliği

Bakanlık makam odası

Köy

Topkapı Sarayı Çalışma Sonrası

Ankara Çalıştayı 1. ve 2. Meclis

- Advertisment -