Bir üfürizmam var: “Hikayeden daha güçlüsü ona inanılmasıdır!”
Diğer ülkeleri bilmem ama Türkiye’de sanırım en güçlü toplumsallaşma aracı (sosyal medya) WhatsApp. Açıklayayım:
Milliyetperver bir derneğin başkanı bundan sanırım yedi, sekiz ay önce bizzat telefon ile aradı. İltifatkar sözler sarf ederek telefon numaramı kalabalık derneği için kendi kurduğu WhatsApp topluluğuna ekleyip ekleyemeyeceğini sordu. “Çok meşgulüm; telefon numaramı orada gören bir çok kimse bana, yanına gelmiş tabibe ağrısının kaynağını soran, orasını burasını gösterenler gibi tarihle ilgili sorular yöneltebilir” diye endişemi dile getirdim (bir ara densiz televizyoncunun biri Hürrem’in yüzüğünün renginin dizide gösterildiği gibi olup olmadığını sormak için gece yarısı beni telefonla arayınca cihazımı tamamen kapatmıştım, bütün işlerimi Hakan Erdem hoca gibi maille hallediyordum!). Cevap: “Aman hocam, biz nezih bir topluluğuz, bizde öyle şeyler olmaz, sizi temin ederim!” olunca el-mecbur üyeliği kabul etmiştim. Gerçekten azalar arasında yüksek bürokratlar, bakanlar, siyasetçiler, akademisyenler, basın mensupları vardı… Haberleşmeler genellikle kendi reklamını yapma şeklinde ilerliyordu ki ben bir gün kendi attığım Tweetimi paylaşana kadar. Sonra topluluğu kendi haline bıraktım arkamdan neler döndü bilmiyorum!
Charles’ın cülus töreninden bir kaç gün önce attığım ve toplulukta uzantısını paylaştığım Tweet şöyleydi: “Yakında kral olması beklenen Prens Charles’ın Hz. Muhammed’e dayandırılan şeceresi!” (https://twitter.com/teyfur/status/1568233177642160128) Tweete şecerenin fotoğrafını ve iddia sahibini de eklemiştim. WhatsApp topluluğunda bu haberim büyük olay oldu: Neden bu şecereyi tarafsız bir dille paylaşmışım? Yoksa İngilizperest miymişim? “Sömürgeci, zalim” İngiliz hanedanın bir mensubunun soyu nasıl Hz. Muhammed’e dayanırmış, bu hiç mümkün olur muymuş? Bu MI6’in bir tertibiymiş!.. gibi ipe sapa gelmez iddialar ve mantıksızlık örnekleri ardı ardına yazılmaya başlandı.
Kısaca şu cevapları vererek bahsettiğim topluluktan çıktım (çıktım çün ki hiç tahammül edemediğim husus: zeka meselesidir): “Şecere doğru, sağlam demedim! Buna inanan Türkiye’de ve dünyada sayısı kabarık insan var dedim! Ben bir tarihçiyim, tarafsızlık benim şiarımdır!” İlaahir…
Bu yaşananlardan yola çıkarak Türkiye’deki önemli meselelerden bir kaçını sıralamanın elzem olduğunu düşündüm. Zira bu seçkin, “okumuş”, “görgülü” topluluk böyleyse avam, “okumamış”lar ne haldedir diye hayıflanmıştım!
- İlkin, Türkçe bilgisi ve hakimiyeti konusunda inanılmaz derecede zayıfız. Kesinlikle anlama sorunumuz var.
- Yanlıgörüşsel (ideolojik) davranmamız bekleniyor. Hep taraf tutmalıymışız gibi davranılıyor. “Bitaraf olan bertaraf olur!” “özlü” sözüyle köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyoruz. Hatta son zamanlarda ekranlarda da boy göstermeye başlayan bir iki şartalatan, biz “taraflı tarihçiyiz” diye nida ediyorlar. Doğru da olsa, yanlış da olsa, tarih de olsa biz milletimizin tarafındayız, dinimizin tarafındayız diyorlar! Aksi düşmanın eline koz vermektir, yanlışlarımızı konuşmaya lüzum yok anlayışı hakim! Düşman? Koz?..
- Tarih yöntemi gerçekten çok girift ve çetrefilli bir meseledir. Asla uzaktan göründüğü gibi değildir. Geçmiş hakkında konuşurken çok dikkat etmek gerekir, konuşulacak konu isterse kişinin bizzat kendi geçmişi olsun! Orada bile yanılgılar cehennemi sizi beklemektedir!
- Şecerenin kim tarafından tespit ve inşa edildiğini, eleştirilerini, zincirin halkalarını ve hikayelerini uzun uzun anlatmayacağım. Zira isteyen kendi de bulup, inceleyebilir. Çün ki buradaki meselem mezkur şecerenin doğru olup olmadığını ortaya koymak değil, sahip olduğumuz zihniyeti tartışmak! Yok ama ona bile müsaade yok! “İncelemeye ne hacet, imkanı var mı canım böyle saçma sapan bir iddia!” Anlayış maalesef bu!
- Ön kabuller (bu kelimeden emin değilim!) insanı hataya sevk eder, tehlikeli ve muhataralı durumlara düşürebilir. Bir ön kabul örneği: “Hz. Muhammed’in soyundan mürted (dinden çıkan), tanassur eden (Hristiyanlığı seçen), dinsiz (deist), kafir (ateist) gelemez!” Osmanlı’nın sahte seyyid ve şerifleri ayıklamak için istimal ettiği (kullandığı) nakibü’l-eşraflık kurumunu hatırlatsam yeterli olur mu acaba? Hz. Muhammed’in soyundan mürted, tanassur eden, dinsiz, kafir gelemez iddiası (argüman) niyeyse öyle kabul görmüş ki farz edelim Kral Charles’ın soyu hak’katen Hz. Muhammed’e dayansa bile birçok Müslüman, ‘Kral mutlaka Müslümandır’ çıkarımına gidiyor ve lafı o halde Anglikan Kilisesi’nin reisi ‘Kral hazretleri Müslümanlığını gizli tutuyordura’ getiriyor. Hatta onun sünnetli doğduğuna dair rivayetler sadece Türkiye’de değil Müslümanların çoğunlukta yaşadığı bir çok ülkede ortalıkta dolaş(tırıl)ıyor. Bir diğer tehlikeli ön kabul de şu: “El-Mehdi, bizden, Ehl-i Beyttendir. Allah onu bir gecede ıslah eder!”[1] hadisine dayanarak bir çok “er”kişi, insanlara önderlik yapmaya başlıyor, cemaat kuruyor, sonra palazlanıp küçük veya büyük mehdiyim diye ortaya çıkıveriyor! Yani Charles’la ilgili rivayete inananlar onun “sömürgeci zalim” bir hanedana mensup olsa bile bir gecede Allah tarafından ıslah edilerek mehdi kılınabileceğine itikat ediyorlar! Aslında bütün dediğim bu. Bana ne Charles’dan, bana ne şundan bundan… Bu memlekette tespitte bulunmak, insanların sahip olduğu inançlardan haber vermek de yasak!.. ‘Otur olduğun iki köpek bir kedinle, güzel güzel oynayıp denize girsene… Sana ne! Ne karışıyorsun milletin işine!..’
- Burada zikretmek istediğim şimdilik son bir sorunumuz da şu: Bizde ne söylüyorsan ona inanıyorsun sanılıyor!
Sonda söylenecek olanı başta söyleyenler vardır ya! Ben de bu yazıda onu yapmışım. O halde tekrara düşme bahasına cümlemi bir kez daha yazıyorum: “Hikayeden daha güçlüsü ona inanılmasıdır!”. Zira hikayeler kelimelerden oluşur, inananlar ise insanlardır!
[1] Sünen-i İbni Mace Kitabü-l ‘fiten Tercemesi ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, s. 348.