“Cumhuriyetimiz ve demokrasimiz milletimizin büyük tarihi içindeki en büyük kazanımlarımızdandır. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Çok da ilginç bir tweet değil. Bugün Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle yüzlerce politikacı buna benzer yüzlerce tweet yazacak; şehir, kasaba ve köy meydanlarında benzer sözler binlerce defa tekrarlanacak.
Alıntıladığım tweet’in yazarı, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik’ti.
Ama Çelik’in sözlerinden ziyade benim ilgimi Mesut Yeğen’in bu sözler hakkında yazdıkları çekti:
“bahçeli’ye (devlete) şapka çıkarmak lazım. islamcıları ziyan etmek yerine devletin ihtiyacına uygun milliyetçi-atatürkçü müslümanlar kıldı. hem doksanlardan sonra yalpalayan devleti eski rayına soktu hem de devletin meşruiyetini genişletti. büyük başarı.”
Mesut’un üç cümlesinin üçüne de tümüyle katılıyor ve biraz açmak, ayrıntılandırmak istiyorum.
Cumhuriyet Türkiye’sinin resmî ideolojisi seksen yıl boyunca Osmanlı’yı yok saydı. Hatta yok saymanın ötesinde, Kemalist ideoloji Osmanlı yüzyıllarını Türk’ün şanlı, müthiş ve mükemmel tarihinde bahtsız bir “uyku” ve gerilik dönemi olarak tanımladı. Türk’ün büyüklüğünü, medeniyetini, askerî dehasını Orta Asya’ya dayandırdı. Zaman zaman bu açıdan bazı sorunlar yaşadı, çünkü Türklerin Asyalı değil Batılı (‘dolikosefal’ değil ‘brakisefal’) olduğunu da iddia etmek istiyordu, ama o kadarını pek beceremedi. Sadece Osmanlı yıllarını değil, İslam’a geçişten itibaren 1923’e kadarki tüm dönemi karanlık bir “kayıp dönem” olarak ifade etti, ama siyasî nedenlerle bunu çok vurgulamadı.
Tüm ilerilik, kültür, kahramanlık ve “mutluluk” Türklükten geliyordu, İslam ve Osmanlı bu yüce özelliklerin önüne set çekmişti. Şimdi, Cumhuriyet’le birlikte, Türk’ün önünde hiçbir şey duramazdı.
Kemalizm’in başarısını azımsamamak gerekir. Müslüman, dindar, millî bilinçten tümüyle uzak bir toplumu Türklüğe ikna etti, Türk olmanın başlı başına bir gurur ve mutluluk nedeni olduğuna inandırdı.
Toplumun önemli bir kesimi bu süreçte Müslümanlığa ve geleneksel değerlerine halel geldiği için rahatsız oldu, Kemalizm’in aşırılıklarından tedirginlik duydu, ama son tahlilde İslam kadar ve İslam’la birlikte Türklüğü de kutsamayı öğrendi, benimsedi.
Ama devlet hep Türklüğü vurgularken, toplum hep İslam’la Türklüğü birlikte vurguladı. Bu nedenledir ki, 1996 Necmettin Erbakan hükümetine kadar toplumun çok geniş kesimleri devleti ve tüm hükümetleri kendine uzak ve yabancı buldu.
Hem muhafazakâr hem mukaddesatçı hem faşist Türk sağı, her üçü de, 12 Eylül döneminde ‘Türk-İslam sentezi’ siyasî amaçlarla öne çıkarılmadan çok daha önce zaten özünde Türk-İslam sentezcisiydi. Türk, zaten Müslümandı, başka türlüsü düşünülemezdi. Osmanlı ise, bu sentezin şahikası, zirve noktasıydı.
Kısacası, Kemalist devletin Türk milliyetçiliği tabanın inançlarını tam olarak yansıtmıyor, her zaman doğru ama eksik bulunuyordu: Türklüğü yücelttiği için doğru, İslam’ı ve Osmanlı’yı azımsadığı için eksik.
Erdoğan/AKP hükümetlerinin her şeye rağmen ve hâlâ yüzde 30 civarında oy almasının, halkın geniş kesimlerince “kendilerinden” olarak görülmesinin temel nedenlerinden biri bu: Resmî ideolojinin halkın kafasındaki inançlar açısından eksik kalan yanını, İslam/Osmanlı unsurunu, tamamlamış olmaları.
Erdoğan ile devlet/Genelkurmay/Ergenekon arasındaki yerli-millî ittifak tam da bu temel üzerine kuruldu.
Erdoğan/AKP’nin Kemalist devletle (İslam’ın azımsanması/dışlanması haricinde) bir sorunu hiç olmamıştır. Bütün Türk sağı gibi, Erdoğan/AKP de Türk’ün devlet kurma “yeteneğiyle” her zaman övünmüş, Türk devletini her zaman kutsamıştır. Dolayısıyla, kurulan ittifak hükümet kanadı için çok kolay ve hatta istenen bir şey olmuştur.
Kemalist devlet içinse “Atatürk ve laiklik düşmanları,” “gerici dinciler” olarak gördüğü bir partiyle ittifakı sineye çekmek daha zor olmuştur kanımca. Ama nerede, ne zaman, nasıl yürütüldüğünü tam olarak bilemediğimiz görüşmeler sonucunda ve Çözüm Süreci’nin sona erdirilmesi, Gülen cemaatine savaş açılması ve Suriye’ye girilmesiyle birlikte devlet Erdoğan/AKP hükümetinin işe yarar bir ortak olduğunun, üstelik geniş bir halk desteğine sahip olduğu için çok etkili bir ortak olduğunun farkına vardı, ittifakı kabullendi. Devlete fazlaca akıl atfetme tehlikesini göze alarak şunu da ekleyebiliriz: AKP’nin yanına komiser görevi görmek üzere MHP’nin eklenmesi Kemalizm’in iyice kazma kesimleri için ittifakı biraz daha kabul edilebilir kıldı. (Devlet, Bahçeli’nin sadece ismi değildir çünkü).
Bu ittifak, Kemalist devlet ile geniş halk kitlelerini temsil eden bir hükümeti Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir araya getirdi. Ve Türk milliyetçiliğiyle dindar muhafazakârlığın hem tepede hem tabanda birlikteliği memlekette berbat, baskıcı, karanlık bir ortam yarattı.
Muhalefete baktığım zaman, CHP’nin Kemalizmi, İYİ Parti’nin faşizmi ve diğerlerinin dindar muhafazakârlığı mevcut ortamı nasıl değiştirecek, pek anlayamıyorum, ama burada konumuz bu değil.
Benim karamsarlığa kapılmamı engelleyen muhalefetin masaları değil. Şu: İstikrarsız bir dünyada, daha da istikrarsız bir bölgede, savaşlara bulaşarak, kendi sınırları içinde kazanılması imkânsız bir savaşı sürdürerek, dünyanın tüm büyük güçleriyle dalaşarak, memleketi açık hava cezaevine çevirip uçan kuşu düşman ilan ederek, herkesi ekonomik krizin derinliklerine sürükleyen bir yönetim gidicidir. Kiminle kimin ittifakı olursa olsun, gidicidir, uzun vadeli olamaz.