Yüzyılın depreminde yıkılan şehirlere, 50 bin kayba, dünyanın en yüksek beşinci enflasyonuna, son 21 yılın en batık haldeki Merkez Bankası’na, parti-devlete doğru giden bir demokrasiye, AİHM kararlarını mı bile takmayan bir hukuk düzenine rağmen iktidar iki seçim kampanyasını tek bir propagandayla tamamladı: “Teröristler”
Üstelik terörün son 40 yılda hayatımızda en az olduğu bir dönemde.
Üstelik bunu da Demirtaş’ı Öcalan’la tanıştırıp, hayatında ilk kez Kandil’e göndermiş, PKK ile 2005’den beri Azerbaycan Kürtlerinin durumuna kadar müzakere etmiş, Karayılan’ın Kandil’deki basın toplantısına AA ekibi gönderip, Öcalan’ın mektubunu bakanlar eşliğinde Dolmabahçe Sarayı’nda bütün kanalların canlı yayınında okutmuş, bir belediye seçiminin ikinci turu için destek mektubu alacak kadar İmralı’yla yakın ilişki kurmuş bir iktidar yapıyor.
Ama montaj ama şu ama bu…
Masayı böyle ustaca tersine çevirip, faturayı karşı tarafa yüklemek büyük bir siyasi başarı.
Muhalefet, ilk turda “yok artık” deyip küçümsediği bu kaba montajlı algı makinesinin başarısına ikinci turda uyandı ama iş işten çoktan geçmiş, İstanbul’daki mitingde “teröristlerle elele muhalefet” diye anlatılan hikaye, Bolu Tuneli geçtiğinde çoktan “terörist muhalefete” dönüşmüştü.
En son Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “Terör örgütleriyle görüştü” dedi.
Önceki akşam CNN Türk’e çıkan Erdoğan’a bu suçlama sorulunca kabak kimin başında patladı dersiniz?:
“Çözüm sürecine katılanlar bir defa Türkiye’nin bütün entel, dantel ne kadar kanaat önderleri varsa, Türkiye’nin genelinden insanlarla beraber yaptık. Sanatçısı vardı, hepsi vardı. O halkla ve çözüm sürecine yönelik bir adımdı.”
Cumhurbaşkanı usta bir bilek hamlesiyle seçime doğru giderken çözüm süreci ateş topunu hükümetin belirlediği Akil İnsanlar’a doğru attı.
Üstelik entel, dantel diye lümpen sözler eşliğinde.
Akil İnsanlar, bu hakaretlerin daha yaratıcılarını uzun yıllar Devlet Bahçeli’den duydu:
“63 boş insan”, “63’lükler”, “aklı kararmışlar”, “63 PKK sözcüsü” vb.
Peki, bu tartışmada kim haklı? Kim PKK ile görüştü, işbirliği yaptı, ittifak kurdu?
Erdoğan mı? Kılıçdaroğlu mu?
Galiba her ikisini de tanıyan birinin şahitliğine ihtiyacımız var.
Mesela Kılıçdaroğlu’nun üniversiteden arkadaşı, Erdoğan’ın ittifak ortağı Devlet Bahçeli’nin.
Yıl 2004.
AK Parti iktidarının 2. Yılı.
11 yıldır hapiste olan eski DEP milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak, AB reformları çerçevesinde AK Parti iktidarı tarafından serbest bırakıldı.
Hapisten çıkan Zana ve arkadaşları Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Gül tarafından kabul edildi.
Başbakan Erdoğan da, Leyla Zana ve arkadaşlarıyla talep olursa görüşüp görüşmeyeceği sorusuna, “Kabul etmemem için hiçbir neden yok. Edilir tabii, neden edilmesin? Nasıl bakanla görüştüyse bizimle de görüşür” dedi.
Bahçeli, o gün tüm bunlara çok kızmıştı:
“Bugün için Türkiye’nin karşısına getirilen birinci öncelikli talep, kanlı PKK teröristleri için toplu ve genel bir siyasi af çıkartılmasıdır. AKP, acaba, AB üyelik sürecinde toplumsal barış ihtiyacı gerekçesiyle, bunu da kabul edecek midir? Teröre karşı mücadelede hayatlarını feda eden şehitlerimizin aziz hatıralarına ve bu uğurda geleceklerini feda eden kahramanlara sırtını dönen AKP zihniyeti, PKK katillerini affetmek için yine demokrasi havariliğinin ve AB’nin arkasına saklanacak mıdır?”
Yıl 2005.
Başbakan Erdoğan Diyarbakır’a gitti ve “Kürt sorunu benim sorunumdur” dedi.
Bahçeli yine çok kızdı:
“Siyasi çözüm tartışması başlatan AKP hükümetine ve sözde aydın çevrelere son bir uyarıda bulunmak istiyorum. Siyasi çözüm adı altında terör örgütü PKK’nın yol haritasını izleyerek siyasallaşmasının zemininin hazırlanmasına çalışılmaktadır. Ancak, AKP ham hayaller peşinde koşmamalıdır. İhanet yolculuğuna çıkanları bekleyen mukadder sonu tarihin şahadeti ışığında hiç kimse unutmamalıdır.”
Yıl 2006.
CHP lideri Baykal, hükümetin hazırladığı pişmanlık kanunuyla Öcalan’a af hazırlığında olduğunu iddia etti.
Apo’ya af” tasarısına en sert tepki yine Bahçeli’den geldi:
“Bu yasa tasarısının siyasi sorumluluğu, herkesten önce, hükümet başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’a aittir .İmralı canisi ve ellerinde şehit kanı olan bebek katili terör örgütü yöneticilerinin, örtülü biçimde pişmanlıktan yararlanmaları ihtimalini gündeme getiren bu tasarının siyasi bedelini Başbakan ödemek durumundadır.”
Yıl 2007.
Başbakan Erdoğan, Barzani yönetimiyle iyi ilişkiler için Genelkurmay’ın PKK’ya karşı Kuzey Irak’a operasyon taleplerine izin vermedi. Bahçeli, Erdoğan’ı yargılanmakla tehdit etti:
“Bugüne kadar etnik bölücülüğe cesaret veren ve güvenlik güçlerimizin terörle mücadelesini zaafa uğratan Başbakan Erdoğan bugünkü kanlı ve karanlık tablonun baş mimarı olmuştur. Terörle etkili bir şekilde mücadelenin gereklerinin yerine getirilmemesi, tarihin ve Türk milletinin affetmeyeceği bir gaflet, dalalet ve ihanettir. Başbakan Erdoğan bunun hesabını da çok yakında Türk adaleti önünde verecektir. Başbakan’ın bu konudaki son beyanları ile bu hesap dosyası bütün unsurlarıyla tamamlanmıştır.”
Yıl 2008.
O günkü HDP olan DTP ile AK Parti arasında diyalog başladı. Görüşmelere Bahçeli tepki gösterdi:
“Bu parti PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmedikçe bunlarla görüşmeyeceğini söyleyen Başbakan, bir taraftan kamuoyunu aldatmayı amaçlayan ucuz kahramanlık yaparken, öte yandan bu mihraklarla özel temas kanalları kurmuştur. Başbakan Yardımcısını ve AKP Grup Başkan Vekilini PKK talepleri konusunda bunlarla görüşmek üzere görevlendiren Başbakan, bu tutarsızlıktan hiçbir rahatsızlık duymamıştır.”
Ve 2009.
PKK, Mart ayındaki yerel seçimler öncesi, Haziran ayına kadar ateşkes ilan etti:
“İlk defa Kürt sorununun çatışmasızlık ortamında çözüm sürecine girebileceği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Hareketimiz, 29 Mart’tan sonra halkın seçimde siyasi güçlere ve taraflara yüklediği diyalog ve demokratik çözüm politikasına fırsat vermek için, bir süredir Türkiye’ye nefes aldıran bu çatışmasızlık ortamının 1 Haziran’a kadar sürdürülmesi tutumunu uygun görmüştür.”
Karayılan, “Barış umudumuz var” açıklaması yaptı.
Bu ateşkesin ve barış umudunun ne anlama geldiği seçimlerden sonra anlaşıldı.
2009 yılının yazında AK Parti iktidarı Demokratik Açılım sürecini başlattı.
Kürtçe TRT Şeş’in açılması, sanatçılarla kahvaltılarla başlayan süreçte Erdoğan, Ahmet Türk ile görüştü. Görüşmede Demirtaş da vardı.
Henüz açılımın esas muhtevası belli değildi.
Ama bu kadarı bile Bahçeli’nin AK Parti’yi PKK ile işbirliği içinde yıkım projesi başlatmakla suçlamasına yetti:
“Hükümetin PKK taleplerinin bile ötesinde sözde açılıma niyetlendiği Başbakan Erdoğan ile İmralı Canisi’nin açılımda başa baş yarıştığı süreç yıkımın projesidir. Çözüm ve fırsat denilen yıkım projesinin arkasına saklanılan “sözde barış ve kanın durdurulması” makyajı İmralı Canisi tarafından alkışlanarak dökülmüş ve PKK ile AKP işbirliği saklanamayacak şekilde ortaya çıkmıştır. AKP ve PKK aziz milletimizi tuzağa düşürmek için hazırladıkları kapana kendileri kısılmışlardır.”
“Başbakan Erdoğan’ın büyük bir heyecanla sahip çıktığı Kürt açılımı konusundaki dünkü sözleri, suçluların telaşını yansıtan inkar, yalan ve hezeyanlardır. AKP Genel Başkanı Türkiye’nin milli kimliğinden rahatsızlık duyan, Türk milletini etnik temelde ayrıştırma hastalığı ile malul olan ve Türkiye’yi bölmek için model arayışını gören ilk Başbakan olarak tarihe geçmiştir. Kürt açılımı adı altında Türkiye’nin milli birliğine ve varlığına kastetmeyi amaçlayan yıkım projesinin taşeronu olan Başbakan Anayasa suçu işlemeye teşebbüs halindedir.”
Ve açılımın arkasındaki esas görüşmeler sonucunda varılan uzlaşma Habur’da ortaya çıktı.
Habur’dan bir PKK’lı grubun girip, sınırda kurulan mahkemede yargılanarak beraat ettirildi, kendilerini bekleyen kalabalıkları DTP otobüsüyle şehir şehir gezerek selamladılar.
Habur olayı sonrası artık Bahçeli, bütün siyasetini PKK-AKP işbirliği iddiası üzerine kurdu:
“Başbakan Erdoğan’ın “açılım”, İmralı Canisi’nin “yol haritası” adını verdiği yıkım sürecinin kurdelesi “devlet kararı” kılıfı ile Kandil kadroları tarafından alkışlarla Habur sınır kapısında kesilmiştir.Öteden beri iddia ettiğimiz gibi AKP ve PKK işbirliği, Başbakan ve İmralı dayanışması bütün yönleriyle gün ışığına çıkmıştır.Hükümetin memurları ve güvenlik güçlerinin müşahitliğindeki karşılama komiteleri PKK’lılara özel misafir muamelesi yapmış, adalet makamları sokağa salıvermek için yarış içine girmişlerdir.Ve üstelik bu alçaklıklar, yıkımın taşeronu Başbakan tarafından memnuniyetle karşılanmış, hız kesmeyen rezaletlerin devamının beklendiği müjde ve ümitle açıklanmıştır.”
Ve 2010.
2010 referandumundan önce Öcalan’ın çağrısıyla PKK yine ateşkes ilan etti.
Hatta bu kararın alınabilmesi için bozuk olan İmralı kosteri yerine hükümet özel koster kiraladı ve Öcalan’ın avukatlarını İmralı’ya gönderdi, istediği kararı da aldı:
“Referanduma kadar bekleyeceğiz ve hükümetin tavrına bakacağız. Bu eylemsizlik süreci AKP’nin ne kadar samimi olup-olmadığını açığa çıkaracak.”
BDP’nin bıçak sırtı eferandumda ne diyeceği kritikti.
Öcalan, “Kimsenin iradesine ipotek koyamayız. Referandumda evet ile hayır atbaşı gidiyor. BDP burada kilit konumdadır. BDP’nin tavrı referandum sonucunu etkiler” dedi.
Sonra da referandumdan Evet çıkmasına katkı yapan boykot kararını açıkladı.
Karara MHP lideri Bahçeli, yine “AKP-PKK işbirliği” dedi:
“AKP-PKK arasındaki derin işbirliği ve ortaklığın gün ışığına çıkmış olmasının, aziz milletimizin 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumdaki tercihlerini bir kez daha düşünmeleri için tarihi bir fırsat olacağı ortadadır.İnancımız o dur ki, büyük Türk milleti bölünmeye, ayrılmaya, ihanete, yıkıma, PKK ile işbirliğine “Hayır” diyecektir. Ve 12 Eylül’de vatana ihanet edenlere ve buna yeltenenlere asla unutamayacakları tarihi bir ders verecektir.”
Boykot kararı yüzünden bölgede katılım yüzde 50’in altında kaldı ama sandığa gidenler yüzde 80’in üstünde “Evet” dedi.
Referandumun ardından tekrar başlayan terör olaylarında çok sayıda asker ve sivil hayatını kaybetti.
2011 genel seçimleri yaklaşırken Öcalan, bu kez avukatlarına hükümetle “Barış Konseyi” üzerine yürütülen müzakereleri açıkladı.
Yine her hafta avukatlar adaya gittiler ve seçimlerden önce Öcalan bir kere daha seçimlere kadar ateşkes kararı aldı.
Seçimlerden sonra da Barış Konseyi’nin kurulduğunu açıkladı. Ve yeni bir Anayasa için bir Anayasa Konseyi kurulmasını istedi.
AK Parti 2011 seçimlerinden yüzde 50 gibi tarihi bir zaferle çıktı.
Meclis’te yeni Anayasa için komisyon kuruldu.
Aralarında DTP’nin de olduğu bütün partilere koltuk sayılarına bakılmaksızın eşit sayıda sandalye verildi.
Bahçeli, PKK-AKP işbirliği suçlamalarına tonunu artırarak devam etti.
2011’in Eylül’ünde internete düşen ve Oslo görüşmeleri adı verilen ses kayıtlarına da çok sert tepki verdi:
“Hatırlanacağı gibi, PKK’yla yapılan müzakereler geçtiğimiz yılın Haziran ayından itibaren gündeme gelmiştir. Bunu da ilk defa açığa çıkaran şahsım olmuştur. 12 Eylül Anayasa Referandumu öncesi yapılan pazarlıklar neticesinde de, PKK’nın sözde ateşkes kararının referandum sonrasına kadar uzatıldığı ve yeni anayasada PKK dayatmalarının karşılanması konusunda umutlar verildiği hatırlardadır. Başbakan Erdoğan zaten malumumuz olan bir konuda suçüstü yakalanmış ve kanlı örgütle nasıl sarmaş dolaş olduğunu somut olarak göstermiştir. Böylelikle Başbakan Erdoğan ve hükümetinin kandan beslenen teröristlerle gizli pazarlıklar yürüttüğü ve teröre teslim oldukları bir kez daha tescil edilmiştir. Kandil-İmralı-AKP fotoğrafında eksik yan kalmamış, melanet tüm acı ve katlanılmaz haliyle netleşmiştir.”
Ve 2013…
25 Nisan 2013’de Murat Karayılan, Kandil’de PKK’nın çekilme takvimini açıklamak üzere bir basın toplantısı düzenlediği, bu toplantıyı bugün bir kısmı iktidara yakın olan yüzlerce gazeteciyle AA’nın Ankara, Erbil ve Diyarbakır’dan üç ayrı ekibi ile izlediği, o gün Kandil’de Karayılan’ı çekmiş ve basın toplantısının haberi fotoğrafları ve videoları abonelere servis edildiğini herhalde herkes hatırlıyordur.
Üstelik bu görüntüler de montaj değildi.
Son seçim sürecinde yayınlarında Kılıçdaroğlu’ndan daha çok Kandil’deki PKKlıların konuşmalarına yer veren iktidara yakın medya, bundan 2013-2014’de de Kandil ve İmralı’nın sesi haline gelmişti.
Birkaç örnek;
BDP heyeti Kandil’e giderek Öcalan’ın sözlü mesajlarını iletecek
İmralı’nın mesajını Kandil’e ilettiler
Mektupları adreslerine ulaştırıldı
HDP heyetinden Kandil ziyareti
Bu dönemde sadece PKK ile değil, Suriye’deki PYD ve YPG ile de resmi temaslar yapılmaktaydı.
Salih Müslim PYD ve YPG’nin başındaki isimdi.
2012’den itibaren devletin resmi muhatabı olarak 2015’e kadar Ankara ve İstanbul’a gelmişti.
Mesela Kobani protestoları olan 6-7 Ekim olaylarından bir gün önce 5 Ekim 2014 günü Ankara’daydı.
Gazeteler haberi “Kobani’de IŞİD’le mücadele eden PYD’nin Eşbaşkanı Salih Müslim, Türkiye’de” başlıklarıyla vermişlerdi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu ziyaretten 15 gün sonra Meclis’te kabul ettiği İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kulübü öğrencilerinden birinin sorusu üzerine, 2023 seçim kampanyasında AK Parti’nin dağa taşa yazdığı sözünü söyledi: “Bizim için YPG terör örgütü değildir.”
Kılıçdaroğlu bu açıklamayı yaptığı gün Türkiye, Barzani’ye bağlı Peşmerge güçlerine Türkiye içerisinden geçerek Kobani’deki PYD/YPG güçlerine IŞİD’e karşı askeri yardım yapmasına izin verdi.
Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerinden bir hafta da sonra Peşmerge konvoyu Türkiye içinden geçerek Kobani’deki PYD güçlerine yardıma gitti.
Bunun talimatını da bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan vermişti.
Kılıçdaroğlu’nun YPG açıklamasından 4 ay sonra ise Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Yardımcısı, İçişleri Bakanı, AK Parti grup başkanvekili ve HDP’nin İmralı heyetindeki milletvekilleri birlikte oturdular aralarında TRT’nin de olduğu tüm televizyonlar canlı yayına geçti, Öcalan’ın Kandil’e yönelik yazdığı mektup okundu.
2013-2014-2015 yılları arasında Bahçeli’nin AK Parti-PKK işbirliği hakkında söylediği ağır sözleri buraya yazarak bile bile suç işlemek istemem.
Peki kim haklı?
PKK, 1978’den beri olan bir örgüt. Yani bu örgüt maalesef 45 yıldır var.
Ve bu 45 yılda 7 cumhurbaşkanı, 15 başbakan, 30’a yakın seçim geçti.
PKK, 1993’ten bu yana 10 kez de çatışmasızlık adını verdikleri ateşkes ilan etti.
Bu ateşkes ilanlarının çoğu da seçimlerin hemen öncesinde oldu.
Aralık 1995 genel seçimlerinden 15 gün önce ateşkes kararı aldılar. Ama bunu seçimleri birinci bitiren Refah Partisi’ne destek için yapmadılar. Çünkü o seçimlere HADEP de girmişti.
1999’da yakalanmasından sonra Öcalan, mevcut bütün iktidarlara barış projeleri gönderdi.
DSP-MHP-ANAP koalisyonuna 20 Ocak 2000’de “Barış Projesi”, 4 Kasım 2000’de “Demokrasi ve Barış İçin Acil Eylem Planı”, 19 Haziran 2001’de “Acil Talepler Bildirisi”, AK Parti iktidarına 22 Kasım 2002’de “Acil Çözüm Bildirgesi” ile çağrılar yaptı.
1999 yılındaki seçimlerde ve 2002 yılındaki seçimlerde de PKK ateşkes pozisyonundaydı.
2002 seçimleri öncesinde ve sonrasında da kendi mecralarında “faşist DSP ve MHP” iktidarına karşı AK Parti’ye kredi açıp, CHP’yi eleştirmişlerdi.
PKK’nın resmi dergisi Serxwebun’da 2002 seçimleri değerlendirmesi
Ama bu AK Parti’ye özgü bir durum değil.
PKK 40 yıldır Türkiye’deki bütün seçimlerin öncesinde ve sonrasında açıklamalar yaptı.
Neredeyse tamamında o an karşısında devletin silahıyla olan iktidar partilerine karşı çıktı.
Evren’e karşı 1983 seçimlerinde Özal ve ANAP’tan, onların tabiriyle “DSP-MHP faşizmi”ne karşı 2002’de AK Parti’den ümitvar bir dille bahsettiler.
Ama bunları yaptıkları için ne ANAP’lı, ne de AK Partili olmadılar.
Şimdi de 21 yıllık bir iktidar var. PKK bu iktidarla defalarca çözüm süreçleri denedi, ateşkesler ilan etti ve savaştı. 83’te Evren’in, 2002’de MHP-DSP hükümetinin gitmesini istedikleri gibi şimdi de bu iktidarın gitmesini istiyorlar. Açıklamalarında da esas olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’na oy ve destek istiyorlar.
Ama bunlar kimseyi PKK’lı yapmıyor.
Aslında işin pozitif bir tarafı bile var.
Artık Kandil’deki teröristler bile terör eylemleriyle değil, seçim analizleriyle gündemde, ülkeyi bölmenin değil, TBMM’ye daha fazla sayıda sandalye girmenin derdindeler, tartışmaların merkezinde de uzun süredir PKK değil HDP, Öcalan değil, Demirtaş var.
Yani sonuç dün AK Parti ve Erdoğan için bu iddiaları en sert dille dile getirmiş Bahçeli haksızdı, bugün o iddiaları Kılıçdaroğlu için tekrarlayan Erdoğan ve Bahçeli haksız.
Bir seçim için bu kadar haksız olmaya gerek yok…