Batı prensipleri ve Avrupa’nın bir parçası olmak her daim ilgimizi çekti. AK Parti iktidarı da bu süreci yaşadı. AB üyesi olma yolunda neredeyse her türlü kapının açıldığı anlar yaşadık. Sonunda işler gelip bir yerde tıkandı. O zaman dil değişti, Batı tarifleri değişti. Aklı selimin yerini duygusallık aldı. Bir yandan kamuoyuna yönelik öfkeli bir dil kullanılırken, resmi ve kalıcı kurallar gerçeği dile getiriyor.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı’nın 10 Mart 2023’te güncellenen sitesi şu cümlelerle başlıyor: “Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin etkin bir üyesi olmuştur.
Bu doğrultuda, insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959’da Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur.
Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes yapmıştır. Menderes, bu başvuruyla, Türkiye’nin Avrupa’ya ilk adımı attığını ifade etmiştir.” AK Parti iktidarı son yıllarda AB ile müzakerelerde ciddi sorunlar yaşamasına rağmen AB hedefinden vazgeçmediğini her fırsat çıktığında dile getirdi. Tabii bizim iç kamuoyunda yıllardır kabahatin AB’de olduğu söylendi yazıldı.
Türkiye’nin birliğe katılamamasının asıl nedeninin AB’nin bencilliğinden, çifte standartlı davranmasından, bu birliği Hıristiyan Birliği olarak görmelerinden kaynaklandığı söylendi. Toplumun büyük bir kısmı Batı konusunda birikmiş yargılara sahip.
Bir yandan Batı’nın gündelik hayatta refahı ve konforu bizim toplumumuzda hayranlık uyandırırken, AB’den özellikle insan hakları ve ifade özgürlüğü konusunda gelen eleştiriler öfke ile karşılanıyor.
Avrupa kültürünün çökeceğine duyulan inanç, zaman zaman Türk milliyetçiliğine moral vermiştir. Çok partili rejim geleneğimiz, yüzümüzü Batı’ya dönmemizin nedenlerinden biri. İktidarın son girişimi de iş kritik noktaya geldiğinde, Batı tercihinin öne çıktığı gerçeğini kanıtlıyor. Türklerin çağdaş medeniyetlerle inişli çıkışlı ilişkisi şöyle özetlenebilir:
“Ben sana geleyim. Seninle ortak kurumlar içinde bulunayım. Ama sen bana karışma… Özellikle içeride ne yaptığım seni ilgilendirmez. İçerisi benim egemenlik alanım.” Dışişleri Bakanlığı’na bağlı AB Başkanlığı’nın resmi sitesindeki şu sözler de gerçek durumu anlamamızı kolaylaştırıyor:
“Rusya-Ukrayna savaşı, ülkemizin üyeliğinin AB’nin geleceği açısından önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye’nin oynadığı arabuluculuk rolü, tahıl mutabakatı ve esir takası anlaşması gibi kritik hususlarda müspet ve somut sonuçlar alınmasını sağlayan müdahaleleri hem uluslararası toplumun takdirini kazanmış hem bölgesel ve küresel sınamalardaki kritik rolünü teyit etmiştir.
Türkiye-AB ilişkilerinde özellikle son dönemde yaşanan gelişmeler, mevcut jeopolitik konjonktürün ilişkilerin ilerlemesi için önemli bir fırsat penceresi sunduğunu göstermektedir.”