“Ne tür bir toplum istiyoruz ve bunun olması için
ne türlü düzenlemeleri
hoş görmeye ya da yapmaya hazırız?”
Tony Judt
Robert F. Kennedy (Bobby Kennedy), Demokrat Parti’nin başkan adaylığı için yarışırken, henüz kendisinin iki ay sonrasında bir suikaste kurban gideceğinden habersiz, Martin Luther King öldürülmüştü. King’in ölüm haberini seçim kampanyası sırasında konuşmaya hazırlanırken alan Kennedy, tarihe geçen spontane bir konuşma yaptı. Aşağıda, haklı bir öfke ve acı duyan siyah bir kitleye hitaben yaptığı konuşmanın çevirisi yer alıyor:
Size, tüm yurttaşlarımıza ve dünyanın dört bir yanında barışı seven bütün insanlara kötü bir haberim var: Martin Luther King bu gece vurularak öldürüldü.
Martin Luther King, hayatını insan kardeşleri için sevgiye ve adalete adamıştı ve bu çaba uğruna can verdi.
Amerika Birleşik Devletleri için bu zorlu günde, bu zorlu zamanda, belki de kendimize nasıl bir millet olduğumuzu ve hangi yöne gitmek istediğimizi sormanın tam vaktidir. Aranızdaki siyahi kardeşlerim için söylüyorum -ki belli ki bu işin sorumlusu beyazlardı- içinizi acı, nefret ve intikam arzusu kaplayabilir. Ülke olarak, o yöne doğru gidebiliriz, büyük bir kutuplaşmaya doğru; siyahların siyahlarla, beyazların beyazlarla olduğu, birbirine karşı nefretle dolup taştığı bir yola.
Yahut, tıpkı Martin Luther King’in yaptığı gibi, anlamak ve kavramak için gayret gösterebiliriz. Ve toprağımıza yayılan o şiddetin, o kan lekesinin yerine, şefkat ve sevgiyle birbirimizi anlama çabasını koyabiliriz.
Aranızdaki siyahi kardeşlerim; böylesi bir adaletsizliğin karşısında tüm beyazlara karşı nefret ve güvensizlikle dolup taşma raddesine gelenleriniz için sadece şunu söyleyebilirim: Ben de kendi yüreğimde aynı hissi taşıyorum. Ailemden birini kaybettim, o da bir beyaz tarafından öldürülmüştü. Fakat biz, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir gayret göstermek zorundayız; bu zor zamanların ötesine geçmek için gayret göstermek zorundayız.
En sevdiğim şair Aiskhylos’tu. Şöyle yazmıştı: ‘Uykumuzda, unutulamayan acılar damla damla yüreğimize düşer. Ta ki kendi umutsuzluğumuzda, irademiz dışında, Tanrı’nın o müthiş lütfuyla bilgelik gelene kadar.’
Amerika Birleşik Devletleri’nde ihtiyacımız olan şey bölünme değil; Amerika Birleşik Devletleri’nde ihtiyacımız olan şey nefret değil; Amerika Birleşik Devletleri’nde ihtiyacımız olan şey şiddet veya kanunsuzluk değil. İhtiyacımız olan şey sevgi ve bilgeliktir, birbirimize karşı şefkattir ve ülkemizde hâlâ acı çekenlere karşı -ister beyaz, ister siyah olsunlar- bir adalet duygusudur.
(…)
Biz bu ülkede iyiliğe muktediriz.. Zor zamanlar geçireceğiz; geçmişte de zor zamanlarımız oldu; gelecekte de zor zamanlarımız olacak. Bu, şiddetin sonu değil; kanunsuzluğun sonu değil; düzensizliğin sonu değil.
Ama bu ülkedeki beyaz insanların ve siyah insanların büyük çoğunluğu bir arada yaşamak istiyor, yaşam kalitemizi iyileştirmek istiyor ve ülkemizde yaşayan tüm insanlar için adalet istiyor.
Gelin, kendimizi Yunanların yıllar önce yazdıklarına adayalım: İnsanın vahşiliğini evcilleştirmek ve bu dünyadaki yaşamı nazik kılmak.
Kendimizi buna adayalım ve ülkemiz ve insanlarımız için dua edelim.” [1]– [2]
Yukarıdaki alıntının bizleri yönlendirdiği “Nasıl bir ülkede yaşamak istersiniz” sorusuna, Serbestiyet yazarı Mücahit Bilici’nin 11.08.2025 tarihli yazısı iç açıcı, ferahlatıcı, adil bir cevap vermiyor.
Birkaç cümlesinden alıntı yapacağım:
“Bu ülkenin sahibi biziz, daha dün gelip Türklük etiketinin arkasına saklanıp bize Türklük dersi vermeye kalkanlar değil.”
“Ancak Türklerin ne şerefi varsa Türkler onu İslamiyete borçludur.”
“Bugün Türk, Kürt, Arab’ın lokomotif devleti ve Müslüman dünyanın lider ülkesi Türkiye’dir.” “Eğer bir sıralama olacaksa Türkiye önce bizim ülkemiz, sizin değil. Bu ülkenin sizin de ülkeniz olması için bizi inkar etmekten, bize saldırmaktan vazgeçeceksiniz.”
“Sizin ırkçı milliyetçiliğiniz haram, bizim fıtri Kürtlüğümüz ise helaldir.”
“Bize muhatap, vatandaş ve kardeş olmaya hak kazanabilmeniz için istiğfar edip ırkçılığınızı terketmeniz gerekiyor.”
“Bu ülkenin ‘kurtuluş’unda da ‘kuruluş’unda da biz varız.
“Şimdi”sinde de ‘yarını’nda da biz olacağız.”
“Varsa sizin bu ülkeye bir katkınız bizimki sizinkinden daha az değil. Onun için haddinizi bileceksiniz.”
“Biz” cümleleriyle, öteki diye bellediğine sert, dışlayıcı, aşağılayıcı ifadelerle çözüm sürecini sahiplenici bir yazı bu. Öfkesinin kime yönelik olduğunu ve kaynağını anlıyorum. Fakat bu dil, ne yazık ki, öfke duyduğu kitlenin dilinden pek de farklı değil.
Fikirler, aidiyetler, siyasi pozisyonlar ve kimlikler Türkiye toplumunun cemaatler halinde yaşamasının temel sebebi. Bugün, hangi tarafa baksak dar ve küçük kümeler eşliğinde kendi zümresinin haklarını savunan “Biz” ifadeleri görüyoruz. Bu ifade, öylesine dar alanlara toplumu hapsediyor ki birbirinden nefret eden bir ülke olmayı başarıyoruz. Her mahalle kendi “Biz”ini diğerlerine saldırı için kullanıyor. Ve üstelik her mahalle de “Bu ülkenin sahibi biziz” diyerek, ötekini itip “Haddini bil”meyi telkin ediyor.
PKK ile çatışmanın silahsızlanma aşamasına geldiği bu süreç; “biz”in ne kadar genişleyeceğinin ve ülke sathına yayılacağının tahayyülü ile taçlanabilir. Kürt meselesinin dahi çözümünü mutlak anlamda sağlamayacak ve demokratikleşme ile ilgili nihai hedefleri tüketmeyecek olsa dahi bu barış, mahalle duvarlarının yıkılmasa bile alçalmasını sağlayabilir. Ancak kendiliğinden olması mümkün değil; hangi sebeple olursa olsun ötekinin fikrine/siyasetine/kimliğine katılmadığında onu terörist, hain, cahil, dinsiz, hadsiz ilan etmeyerek mümkün olabilir.
Meclisteki komisyon çalışmaları da bu açıdan önemli. Her ne kadar tüm partiler uzun listelerle çeşitli isimlerin dinlenmesini isteyerek süreci silahsızlanma ve entegrasyon meselesinden ziyade hakikat komisyonu tarzında bir çalışmaya çevirse de bunların dahi “Nasıl bir toplum olmak istiyoruz” sorusuna cevap verirken, “Ötekini dinleyen” cevabını sağlamasından umut duymak mümkün. Özellikle de farklı seslerin eksildiği, muhaliflerin yargı yoluyla “terbiye” edildiği şu dönemde…
Bu ülke topraklarının üzerinde; Müslim-Gayrimüslim, yerli-yabancı, üç gün önce gelmiş-üç bin yıldır mukim, Alevi-Protestan, çocuk-yaşlı, Ermeni-Türk, inançlı-inançsız tüm insanların adil, eşit, huzurlu ve sağlıklı yaşayacağı toplumu inşa etmek açısından herkesin sorumluluğu var. Ve bu sorumluluk, bugünkü iktidarın despotik, otoriter, baskıcı tutumlarının öncesinde ve ötesinde bir zamanı kapsıyor.
Bilici’nin yazısındaki dışlayıcı bakışın, her mahalle/kesim tarafından bir başkasına yapıldığını ve bunun Türkiye’ye huzursuzluk dışında bir değer üretmediğini hatırlayabiliriz. Geçmiş, bunun sayısız örnekleriyle dolu. Bu sebeple herkesin kendi makbul kitlesinin sahibi olduğu ülke iddiasından bir geri adım atması, başlangıç için iyi olabilir.
Her an sormakta yarar var: Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorum? Bu sorunun cevabında kendiniz için istediğiniz her “iyi”nin öteki için de iyi olup olmayacağını düşünmeniz gerekir. Ne kadar “tehlikeli sınır”, ne kadar “sadece kendiniz gibilerden ibaret” cevaplarınız var ise ülkenin halihazırdaki bölünmüşlüğünü tercih ediyorsunuz demektir. Ve evet, mevcut haliyle 102 senelik Cumhuriyet’in “Tek vatan” olmadığını, fikri/siyaseti/kimliksel farklılıklarla sayısız kere bölünmüş cemaatlerden oluşan bir birleşik topluluk olduğunu da kabul etmeniz gerekir.
Bilici’nin sert ve hiddetli yazısında yer alan ve biraz değiştirince katıldığım cümle ile ona ve aynı zihni kodlarla öteki mahallelerde yer alanlara hatırlatmalı: “Bu ülkenin geleceği (…) hezeyanlara kurban edilmemeli.”
[1] https://www.jfklibrary.org/learn/about-jfk/the-kennedy-family/robert-f-kennedy/robert-f-kennedy-speeches/statement-on-assassination-of-martin-luther-king-jr-indianapolis-indiana-april-4-1968
[2] Robert F. Kennedy’nin konuşmasının video kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=A2kWIa8wSC0&t=2s