Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINevevî’sini arayan ülke

Nevevî’sini arayan ülke

Vergilendirmedeki mevcut adaletsiz durum, üstüne şimdilik geri çekilmiş gözüken yeni teşebbüs, aklıma, asırlar öncesinden bir hatırayı düşürdü. 13’üncü yüzyıldan, mevhum değil gerçek ve yakın tehlikenin mevcut olduğu, hilafet merkezi Bağdat dahil Müslüman dünyanın birçok şehrini darmadağın etmiş Moğolların Şam’ın kapılarına dayandığı zamanlardan bir hatırayı... Bir tarafta Moğollara karşı Allah yolunda cihad adına yeni vergiler koyan bir sultan olarak Baybars, öte yanda o sultanı adalete çağıran bir âlim olarak İmam Nevevî...

Müfredatında iktisat ve maliye dersleri de bulunan herhangi bir bölümde okuyan bir üniversite öğrencisi, ülkelerle ilgili şu evrensel gerçeği defalarca işitmiştir: Bir ülkede dolaylı vergiler ne kadar yüksekse vergi adaletsizliği o kadar büyüktür.

Bu kriter açısından bakıldığında, dolaylı vergiler lehine yüzde 65’e 35’lik oranıyla Türkiye, OECD üyesi ülkeler arasında vergi adaletsizliğinde başı çekenler arasında yer alıyor. Ve her geçen sene, bu adaletsizliği düzeltmede adım atılacağı yerde, mevcut dolaylı vergilerde arttırılan vergiler ve icad edilen yeni vergilerle bu adaletsizlik biraz daha keskinleşiyor.

Nitekim Türkiye’de bir tarafta en zengin yüzde 20’lik dilimi ile en yoksul dilimi arasındaki mesafe sürekli açılır, öte yanda kamu harcamalarında israf, yerindelik denetiminden uzaklık ve de yolsuzluk var gücüyle devam ederken, devletlûlar kendilerine tevdi edilen emaneti ‘ganimet’ gibi kullanmaktan asla vazgeçmeden bu açığı nasıl kapatacakları üzerine kafa yorup çözümü tekrar ve tekrar yeni vergiler tasarlamakta buluyorlar.

Bu ülkede mevcut vergi düzeni zaten yeterince adaletsiz iken, geçen hafta bunu bir kat daha katmerlendirecek bir teşebbüse daha şahit olduk. Şimdilik frene basılmış gözükse de, bu teşebbüse meşruiyet kazandırmak için toplum psikolojisinin nasıl hazırlandığı da apayrı bir dikkat konusuydu. Daha geçen yıl seçimler öncesi “Bir gece ansızın gelebiliriz” söylemleriyle ülkeyi dosta düşmana korku salan üstün bir güç haline getirdikleri edasıyla dolaşanlar, bu kez güneydeki haydut devlet “Bize de saldırabilir” korkusunu yayarak icat ettikleri yeni vergiler için ‘savunma sanayiine katkı’ gerekçesini öne sürmeyi tercih ettiler.

Vergilendirmedeki mevcut adaletsiz durum, üstüne şimdilik geri çekilmiş gözüken bu yeni teşebbüs, aklıma, asırlar öncesinden bir hatırayı düşürdü. 13’üncü yüzyıldan, mevhum değil gerçek ve yakın tehlikenin mevcut olduğu, hilafet merkezi Bağdat dahil Müslüman dünyanın birçok şehrini darmadağın etmiş Moğolların Şam’ın kapılarına dayandığı zamanlardan bir hatırayı… Bir tarafta Moğollara karşı Allah yolunda cihad adına yeni vergiler koyan bir sultan olarak Baybars, öte yanda o sultanı adalete çağıran bir âlim olarak İmam Nevevî…

Onüçüncü asır şartlarında Bilâdüşşam’ın kıyı şeridinin önemli kısmının Haçlıların kontrolünde olduğu, doğudan ise Moğol tehlikesinin yanaştığı bir zamanda yaşamış bir âlim olarak İmam Nevevî (1234-1277), İslâmî ilimlerin hemen her alanında eser vermiş ama özellikle hadis ve fıkıh alanındaki eserleriyle tanınan bir âlimdir. Diğer eserleri bir yana, onun Riyâzü’s-sâlihin isimli hadis derlemesi aradan geçen neredeyse yedi asra rağmen Müslüman dünyada hâlâ en çok okunan eserler arasındadır. Nisbeten geç başlayan tahsil hayatına ve hayli genç sayılacak bir yaşta vefat etmesine rağmen, hem kaleme aldığı eserlerin hem yetiştirdiği talebelerin sayısına bakıldığında, karşımıza kısa ama çok bereketli bir ömür tablosu çıkar.

Nevevî, zühdüyle de meşhur bir isimdir. Kaynaklarda, ‘cebbarların yemeği’ne benzettiği için ağır ve ihtişamlı yemeklerden sakındığı, ailesinin sağladığı imkânlarla çok kanaatkâr biçimde yaşayıp gününün tamamını ilim ve ibadete tahsis ettiği bildirilir. Haram helâle hassasiyeti sebebiyle, Şam civarındaki bahçelerden toplanan meyvelerden—parasıyla da olsa—yemediği anlatılır. Sebebi, buralardaki vakıf arazilere dönem içinde mevki ve iktidar sahipleri ile onlara yakın kimseler tarafından hukuksuz şekilde müdahale edilmiş ve el konulmuş olmasıdır.

Kendisini ilme ve ibadete adamış halde, insanları meşgul eden gündelik meşgale ve kavgalardan uzak bir hayat yaşayan bir âlim olan Nevevî’nin hayatının en çarpıcı veçhelerinden biri ise, böylesi bir yaşayış biçiminden beklenmeyen şeyi de yapmasıdır. Makam ve mansıptan uzak duran, devrin en yüksek medreselerinde maaşa tenezzül etmeden ders veren, mümkün mertebe tartışma ortamlarından kaçınan Nevevî, iş dinin ölçülerinin ve insanların hukukunun korunmasına gelince bundan hiç geri durmamış, sultanlara yanlışlarını söylemiş ve doğru olan ne ise onu yapmaya kesin biçimde davet etmiştir.

Çünkü ona göre, ilim kitapta kalmamalı, hayata da yansımalıdır. İşte bu noktada ‘nasihat’ ve ‘marufu emr, münkerden nehy,’ ilmin amele dönüşmesinin tezahürleri arasındadır. “Din nasihattir” hadisi, Nevevî’nin hayatını en ziyade biçimlendiren hadislerdendir. Ona göre bu hadis, ‘medâr-ı İslâm’ olan, yani bütün İslamî esas ve hükümlerin ekseni niteliğini taşıyan hadisler arasındadır. Nevevî, bu hadise dayanarak, nasihati bir âlim için sorumluluk olarak görür. Bu ‘nasihat’ın kapsama alanına ise yalnızca halk değil, yöneticiler de girmektedir. Öyleyse, ‘hak üzere onlara yardımcı olmak ve hak sayılan yerlerde kendilerine itaat etmek’ kadar, ‘uyarı ve hatırlatmada bulunmak, ihlal ettikleri kul haklarını onlara bildirmek, sahici olmayan övgülerle kendilerini aldatmamak’ da “Din nasihattır” hadisinin uygulama kapsamındadır.

Gelin görün ki, nasihat hadisini kendisine şiar edindiği için, Nevevî farklı zamanlarda farklı sebeplerle devrin idarecileriyle gerilim yaşar. Özellikle Memlûk sultanı Baybars’ın saltanat yıllarında, birçok hadisede ya doğrudan sultanla veya Şam’daki mahallî idarecileri ile karşı karşıya gelir. Çünkü Nevevî, genel olarak hayır ve minnetle andığı Memlûk yöneticilerine gerektiğinde itiraz etmekten ve hukuka aykırı icraatları karşısında sesini yükseltmekten geri durmamıştır.

Yöneticilere yönelik şikâyet ve taleplerini ilk adımda mektupla dile getiren Nevevî, idarecilere yönelik ilk mektubunda, bizzat sultana hitap ederek, halk adına adalet ve merhamet talebinde bulunmuştur. Başa geçer geçmez dışarıdaki Moğol ve Haçlı tehlikesine karşı koymak üzere akınlar düzenlerken içeride de ayaklanmaları bastırarak huzur ve emniyeti temin etmek isteyen Sultan Baybars, askerlerin maaş ve ihtiyaçlarının karşılanması için evvelemirde halka yeni vergiler yükler. Nevevî ise sultana yazdığı mektupla, halka adaletle muamelede bulunmasını ve bu ağır vergileri kaldırmasını ister. Onun bizzat kaleme aldığı bu mektubu, Şam’daki önde gelen başka bazı âlimler de imzalarlar. Mektupta o yıl yaşanan kuraklık sebebiyle hasadın düşüp ürünlerin azaldığı ve buna bağlı olarak fiyatların yükseldiği belirtilmekte, mektubun yazılış gerekçesi olarak da ‘nasihat’ gösterilmektedir.

Mektubu okuyan Baybars, beklenmedik bir tepki verir ve oldukça sert ifadeler içeren bir cevap gönderir. Nevevî’nin sultana gönderdiği ikinci mektuptaki cümlelerden anlaşıldığına göre, Baybars Allah yolunda cihad için bu vergileri koyduğunu, halkın da bu vergileri ödeyerek cihad yolunda kendilerine destek olması gerektiğini belirtmektedir. Baybars’tan gelen bu mektup, hem halkı hem de mektubu imzalayan âlimleri tehdit niteliğinde ifadeler de içermektedir.

Nevevî, nezaketli bir üslupla kaleme aldığı mektubu dikkate almayan, bilakis sert ve tehditkâr bir cevap veren sultana yazdığı ikinci mektubun başında “Allah’ın kulu Yahyâ en-Nevâvî’den” diyerek kendisini oldukça mütevazı bir şekilde takdim eder. Bu kişisel tevazuuna karşılık, halkın hukukunu izzetle savunur ve sultanın tehditkâr mektubuna cevaben ağır ve sert ifadeler kullanmaktan çekinmez. Sultana, ‘inkâr, tehdit ve azarlama’ içeren mektubundan, hukuka aykırı davranacağının anlaşıldığını söyler. Oysa Nevevî, Allah’ın kendilerinden aldığı sözün[1] gereğini yerine getirmek adına bu mektubu yazmıştır. Sultan, maiyetinde hazır tuttuğu düzenli bir orduya sahiptir, ordu mensupların yaptıkları iş karşılığında maaş almaktadırlar; öte yandan beytülmâlde, mevcut paranın yanısıra eşya, arazi ve çiftlik gibi satılıp nakde dönüştürülebilecek çok sayıda mal bulunmaktadır. Cihad eden askerlerin ihtiyacını karşılamaya hazinenin imkânları kâfi geldiği müddetçe fakir halktan ilave taleplerde bulunulması caiz değildir.

Baybars’ın ulemayı tehdit etmesi ise, ‘âdil ve halîm’ bir sultandan beklenecek bir davranış değildir. Hele iyiniyetle hareket eden bir grup âlimin yazdığı mektuptan ötürü halkın cezalandırılması açıkça adalete aykırı olacaktır.

Nevevî’nin daha sonra kendisi adına kurduğu cümleler çok çarpıcıdır:

“Bana gelince; ne tehdit, ne de daha ilerisi bana zarar verebilir. Bu tehditler beni sultana nasihatta bulunmaktan alıkoyamaz; zira ben nasihatın hem kendim hem de başkaları üzerine vâcip olduğuna inanırım. Vâcip yerine getirildiğinde Allah katında hayır ve ziyade doğacaktır: ‘Kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir,’[2] ‘Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir.’[3] Resûlullah bize her hâlükârda doğruyu söylememizi ve Allah hakkı sözkonusu ise ayıplayanın ayıplamasından korkmamamızı emretmiştir. Biz sultanın üstün icraatlara ve mükemmel hallere nail olmasını, dünyada ve ahirette faydasına olacak işleri yapmasını, yaptıklarının hayırların devamına vesile olmasını, bu sayede ilerleyen zamanlarda da güzel bir şekilde anılmasını ve takip ettiği güzel yollarla ölümsüzleşmesini ve bunlardan fayda görmesini dileriz: ‘O gün herkes yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacak.’”[4]

Nevevî, sultan Şam ve civarındaki emlâk üzerinde birtakım tasarruflarda bulunmak istediğinde de Baybars ile karşı karşıya gelir. Sultan Baybars, beytülmâlin ihtiyaçlarının karşılanması ve özellikle savaş giderlerinin finanse edilebilmesi için Şam’ın Gûta bölgesini müsadere etmek istemiştir. Şam’ın etrafını çevreleyen verimli arazilerden oluşan Gûta, şehir ve bölge halkı için en önemli geçim kaynağıdır. Hükümdarlığı süresince Moğollar ve Haçlılarla savaşan Baybars, Moğolları mağlup ettiği bir seferin akabinde Şam’a geldiğinde, beytülmâl vekâletine atanmış bulunan bir memur, 1260 senesinde Moğollar şehri işgal edince sözümona ‘Hanefî fıkhı’na göre bu toprakların yeni sahipleri olarak mülkiyet tesis ettikleri için araziler üzerindeki eski mülkiyet haklarının son bulduğunu söylemiştir. Yani, işgalden kurtarılan bölgelerdeki bağ bahçe, bostan ve tarım arazileri artık devletin mülküdür ve hâlihazırda buraları kullanan kişilerin zilyetlikleri hukukî bir dayanaktan yoksundur. O halde sultan isterse gâsıp konumundaki bu kişileri arazilerden uzaklaştırıp arazilerin yönetimini beytülmâle devredebilir. Sözümona fıkhî bir kılıfa büründürülen bu öneriyi dikkate alan Baybars, bir ferman yayınlayarak sözkonusu arazileri kullanan kişilerin mülkiyet iddialarını belgelendirerek ispat etmelerini, aksi takdirde devlet adına buralara el konulacağını ilan eder. Telaşa kapılan Şam halkı âlimlerden yardım isteyince, sesini yükselten isimlerden biri de İmam Nevevî’dir. Yine sultana hitaben bir mektup kaleme alır, yine ‘nasihat’ görevini yerine getirme gayesi taşıdığını ve hukuka aykırı hareket ettiğinde sultanın uyarılmasının da nasihat kapsamında olduğunu söyler. İlk hadise sırasında kaleme aldığı mektuplardaki ‘halka adalet ve insafla muamelede bulunma’ hususunu bu mektupta da dile getirir. İnsanların ispatla yükümlü olmadıkları birşeyi ispata zorlandığını, bu şekilde özel mülke el koymanın hiçbir âlim tarafından doğru bulunmadığını söyler. İlgili hadise atıfla, sultanı kötü bir çığır açmaktan uzak durma konusunda özellikle uyarır.

Mektubunun dikkate alınmadığını ve bu haksız icraatta herhangi bir değişikliğe gidilmediğini gören Nevevî, bir müddet sonra bu hususları Baybars’a bizzat söylemek üzere yola koyulur. Sultanın karşısında etkili bir konuşma yaparak, onu sözkonusu hukuksuz icraattan vazgeçirir ve Baybars’ın yayınladığı ferman henüz uygulanmadan iptal edilir. Nevevî’yi cezalandırmak isteyen öfke dolu Baybars’ın bu görüşmeden oldukça etkilendiği ve kendisine hürmet edip muhabbet duyar hale geldiği de nakledilmektedir.

Talebeleri, bu olaylar zincirini başlatan hadisede bir fakihin sözümona ‘fıkha dayanarak’ halkın malına el koyma fikrini sultanın aklına nasıl koyabildiğini kendisine sorduklarında Nevevî’nin onlara verdiği cevap ise, kulaklara küpe olacak cinstendir: “Dindarâne bir idrak ve ameli beraberinde getirmeyen fıkıh bilgisi, eşkıyaya verilmiş kılıç gibidir.”

Nevevî’yi sultanla karşı karşıya getiren bir diğer hadise, sultanın kimi icraatları için ulemadan fetva isteyişidir. Baybars, Moğollarla yürüttüğü mücadele esnasında ihtiyaç duyulduğu hallerde halkın mallarına el konulmasına imkân veren bir fetva isteyince Şam’da ciddi bir kargaşa yaşanmış, maalesef birçok âlim bu talebe müspet cevap verirken, böyle bir tasarruf caiz olmadığı için fetva vermekten sakınan âlimler ise takibata maruz kalmıştır. Nevevî de sultanın talebi doğrultusunda fetva vermeyen âlimlerdendir. Kendisine bunun sebebi sorulunca, Baybars’a kendi geçmişini hatırlatarak cevap verir. Vaktiyle Emîr Bundukdâr’ın kölesi olduğu için malı mülkü olmayan Baybars, hâlihazırda ciddi bir servet sahibidir ve saraylarda yaşamaktadır. Eğer sultan bütün servetini, saray ve köşklerini satıp harcar ve yine de beytülmâlin cihadla ilgili ihtiyaçları karşılanamazsa, kendisi ancak o takdirde onun istediği yönde fetva verebilecektir!

Ülkede gelir adaletsizliği, bu bağlamda vergi adaletsizliği giderek artarken üstüne yeni vergilerin icat olunduğu bir zeminde bir kez daha seslerini soluklarını işitemediğimiz, “Din nasihattır” hadisini ‘güçlülere hakkı ve adaleti tavsiye etmeden zayıflara sabrı tavsiye etmek’ olarak anlayan âlimlerimizin Allah indinde sorumlu oldukları suskunlukları karşısında, İmam Nevevî’nin Sultan Baybars’a bu uyarılarını hatırladığımda, bir soru zihnimde tekraren dönüp durdu: O âlim sultanı adalete çağırırken, bu âlimlerdeki suskunluğun sebebi nedir?

Cevap, galiba yine Nevevî’yle ilgili bir diğer bilgide gizli. Nakledilen o ki, Nevevî’nin tehdidi karşısında geri adım atmadığı ikinci mektubunu okuyan Baybars, bu satırları yazan kişinin ‘cür’eti’ karşısında şaşırıp öfkelenir ve “Bu adamın aldığı maaş kesilsin, deruhte ettiği bütün mansıplardan azledilsin” diye emir verir. Lâkin vezirleri gerçeği açıklarlar. ‘Makam ve maaş’ üzerinden Nevevî’yi susturmaya sultan asla muktedir olamayacaktır. Çünkü Nevevî, devletten maaş almadığı gibi, hiçbir mansıbı da kabul etmemiştir!

(Not: Bu yazıda aktarılan bilgiler, İSAM Yayınları arasında 2022 yılında yayınlanan İslam İlim Geleneğinde Nevevî başlıklı 1054 sayfalık hacimli eserden derlenmiştir.)


[1] “Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, ‘Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz’ diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü arkalarına atıp, onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür!” (Âl-i İmran, 3:187).

[2] Bkz. Mü’min sûresi., 40:39.

[3] Bkz. Mü’min sûresi., 40:44.

[4] Bkz. Âl-i İmrân sûresi, 3:30.

- Advertisment -