Hakkı-hukuku yok sayan, farklı düşünceleri hor gören, “bi yolla” cezalandıran, diyaloğu, “temas”ı, hatta bilgilendirmeyi reddeden bir zeminde hiçbir şeyin yerli yerine oturamaması normal. Kavramları yerine oturtmak da zor. Kavram yerinde ağır.
Helal sözcüğünü hayata bu denli sokan, “piyasa”ya süren, raflardaki etiketlere, ürünlere bile iliştiren bir düzenin “helalleşme” önerisine karşı tavrını, anlayışını gördük mesela. Kuşbakışı manzarası bile “Bana-bize helal” icraatlar, örneklerle bezeli.
Sultânıyegâh-muhayyer bûselik
CHP’nin, Genel Başkan Özgür Özel’in çağrısıyla gündeme yerleşen “normalleşme” de yerinde ağır, anlamlı. İktidarın kıyılarına gittikçe sığlaşıyor, anlamını yitiriyor. Siyaset, partiler arası iletişim normal olmayınca, hatta çağdaş normlara uymayınca o sığlıkta debeleniyorsun. O kıyıdan yayınlanan “normal” farklı makamdan, çift sesli sultânıyegâh; yanaşan teknedeki muhayyer bûselik.
Toplumun hangi sese kulak vereceği, hangi “normal”e yöneleceği, itibar edeceği de -sandık normalleri değiştiren seçimlere rağmen- şüpheli. “Normal”ler arasındaki “yeni” mücadelenin akıbetine bağlı. Beklenecek sonuç da, öyle ya da böyle “bildik normal, normale dönüş yahut yeni normal” de öyle, o sancılarla şekillenecek.
Olsun, yine de kıymetli. Bunca yıl “az gelişmişlik”le, iyimser deyişiyle “gelişmekte olan” ülkeler arasına sıkışan, uluslararası gelişmişlik göstergelerinde gerileyen Türkiye’de her “normal” bir bakıma merhale. Muhabbeti bile… “Külliyede saati sordum, söylediler”den bile sebeplenirsin, iyimsersen.
“Hadi normalleşelim…”
Hal böyle olunca normalleşmeyi anlamak/anlatmak, tartışmak da kolay değil. Hani birisi kalkıp “Gel helalleşelim” dese bir şeyler anlarım, duruma göre hoş şeyler hissederim de… “Hadi normalleşelim” deyiverse, ona, kendime, durumumuza dair birçok soru üşüşür kafama herhalde. “Hele bi konuşalım nedir bu normal?” diye düşünürüm. Benzer bir çağrışım yaratması, ortak bir “normal” tahayyülü gerekir öncelikle.
Kimin, neyin normal olup olmadığı, nihayetinde normalleşmeyi gerektiren “anormal”liğin sebebi, müsebbibi, bedeli, ölçüsü, “ne ettik de böyle oldu”su filan geçer aklımdan. O muhâvere “kimin kimin huyuna-suyuna gideceği”ne kilitlenirse, normalleşme güçleşir. “Huylu huyundan, (suylu-suyu olan suyundan) vazgeçmez” yargısıyla noktalanır genellikle. Suyu olan, suyu tutan öyledir biraz.
Hele “normalleşme” siyasi bir argüman olarak önündeyse konuşulması, aşılması gereken çok şey çıkıyor ortaya. Öncelikle etraflıca konuşabilmen,düşüncelerini açıkça ifade edebilmen, iktidarın koridorlarında azarlanmaman, terslenmemengerekli.
Kavramı sündürmek
Karşında otoriter bir iktidar, en normalleştirilmiş deyişiyle öyle liderler olduğunda normalleşme süreci iyice müşkül. O sürecin öyle anılması bile kolay değil. Zira o süreç “İşte bak gayet normal” diyebileceğin bir şeyler gerektiriyor. Hayatın her alanında… Elle tutulur, gözle görülür şeyler; hisler, duyumlar, zihin okumalar, “farzımuhal”ler yetmiyor.
Yoksa ortaya atılan “normalleşme” kavramını sündürüyorsun ister istemez. Ne bileyim… Mesela “Bak gülümsedi galiba” diye heveslenmek, “Nihayet, ilk kez huzuruna kabul etti” diye sebeplenmek de mümkün. Muhatabın susması, bir şey söylememesi bile normalleşme yolunda bir emare, hatta tekâmül: “Eskiden bağırır çağırırdı, demek ki…”
Bu hâliyle “düşünce okuma”dan, hissiyat, duygu okumaya savrulması da bir bakıma “normal”. Zira karşında kavramın içini dolduran, normalleşme adımlarını açıklayan, kabullenen, hatta ima eden muhataplar bulamıyorsun.
Talim-terbiye, çekidüzen
Nitekim keçiboynuzundan bal çıkaran, o alerjik deyimiyle çiçeği de, öfkesi de burnunda “normalleşme sürecimiz”de geldik (geliverdik) bugüne. Sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan “normal”i/normalleşmeyi net cümlelerle açıkladı: “Siyasette yumuşama, muhataplarımızın ifadesiyle ‘normalleşme’ çabamız aslında muhalefeti normalleştirme çabasıdır. Normalleşmesi gereken muhalefettir.” Eh, herkesin gönlünde o sultan yatar.
İki cümlesini aktardığım o “ortak” yani ortağını da bağrına alan metnin “düz okuması” bile sayfalarca tutar. Lütfedilen, bir an gösterilen “çaba”, “aslında muhalefeti normalleştirme çabası”… Öyle “normal”leştirmeyi bir nevi tedavi, talim-terbiye, çekidüzen olarak yorumlarsam herhalde anormal durmaz. Normalleşmesi gereken onlar; zaten normalleşme de “muhataplarımızın ifadesi”…
Diyaloğa “şans tanıma”…
Psikolojinin alanından, kavramlarından gidersek… Sonrası da muhalefete, “onlar”a yansıtmalardan ibaret. “Onca çabaya karşı” siyaseti gerilime sürükleyenler, dilini-söylemini düzeltemeyenler, “Sıkılı yumrukları açacak olanlar” da onlar.
Hadsizlik, edepsizlik, fitne onlardan, “para kuleleri” -bile- onlarda… “Kimlerle yol yürüdükleri” de ortada. “FETÖ’cü hainlere siyasi himayeleri” de… Cumhur İttifakı ise “en güçlü kalkan”. Bu hâliyle o kalkan her şeyin önünde, karşısında.
Münakaşanın, tartışmanın, konuşmanın sınırı da “Ülkeye ve millete hiçbir hayrı olmayan münakaşalara biz girmeyiz”le çiziliyor. Siyasetin temel gereklerinden “diyalog” bile aynı metinde “diyaloğa şans tanıma arzumuz”… O “arzu” da muktedirin lügatinden; “Bir şans tanıyalım bari”… Bütün bunlar da bir yanıyla “ülke normalleri” esasında. Alıştık, alıştırdılar, alıştılar…
Bildiğiniz partilerden değil
Metne devam edersek… AK Parti ne kutuplaşmanın yanında olmuş, ne gerilim siyaseti gütmüş, ne de hizmetlerinde ayrım yapmış. Hem AK Parti “siyasi partilerden bir parti” de değil ki, “kökü mazide gözü atide bir dava hareketi”. Kendinizle, diğerleriyle karıştırmayın, karşılaştırmayın sakın.
Sözün kısası, kıssanın hissesi iktidar cenahında her şeyin tercümesi, aranjmanı normal. O “normal”i kabullenip sen de normalleşirsen ne âlâ… Uzun hâliyle cümlesini kurarsam si(s)temin tekerlemesi “Siz yoksa bizim normalleştiremediklerimizden misiniz!”
“Biri anlatsın nedir bu normal?” deyince Bülent Ortaçgil’in şarkısını da hatırlıyorum. Aslında o günlerdeki hayatımızdan (1998) bir skeç. Öyle de, o günlerden hikâyesiyle anlatayım güftesini. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da vakti zamanında “Bizden önce evlerde buzdolabı var mıydı?” deyişiyle öyle günler.
Bu gidişatla bu gelişat
Tesadüf şarkı da buzdolabıyla, yazın bir yere gidince yöneltilen o mahut soruyla başlıyor: “Biralar soğuk mu?”. Memleket şartlarında cevabı bildik; “Normal”. Yani o sıcakta, elde, avluda olduğu, soğuttuğu kadarıyla buzdolabında nasıl, ne kadar oluyorsa. “Normal”, ılık yani…
“Peki ya havalar?”, “Valla’ gayet normal”. Mevsim, ülke normalleri işte. “İşler, gidişler” desen “Hepsi normal”. “Hâlimiz?” de zaten öyle. Hâl böyle olunca normal tabii. “Peki ya Türkiye?”, o da normal. Misal, dış mihraklar bile hakkımızda adıyla sanıyla “Türkiye bi anormal oldu” filan diye yazmıyor. Hatta “Bu gidişatla bu gelişat normal” demeye getirenler var.
Ortaçgil sıralıyor bazısı bugünlere de devrolan normalleri; “DGM, OHAL o kadar yıl, GAP, ZAP, Hasankeyf, medya, RTÜK, reklâmlar, trafik, katliam, Susurluk, kamyon”… Ardından finali getiriyor: “Yine kaybettik”, dedim /Dedi ki, “Normal”. /“Hmm, biri anlatsın hemen /Nedir bu normal? /Hmm, canım sıkıldı artık /Yoksa ben miyim anormal?”
“Normal hayat” sicilimiz
Epeydir kanıksandığı için “normal” görülenleri, öyle sayılanları bugün toparlayıp albümünü yapsan bitmeyen senfoni. Zira normalleşme, “normal hayat” sicilimiz kabarık. “Normalleşme” sancısının en hazin, ağır tezahürlerini Covid 19 salgınında, depremde yaşadık maalesef.
Salgında önce birkaç Çin aşısı Sinovac vurulduk normalen, sonra birkaç Biontec… Kendi payımıza TURKOVAC’a yetişemedik. Dağıtılan tülbent misali ilk maskelerin “normal standartlarda” olmadığı konuşuldu aynı süreçte. Gece gece evinde oturanlar iki saat sonra sokağa çıkma yasağının başlayacağını öğrenince sokaklara döküldü normalen… Açıklanan-açıklanmayan-yerinde sayan salgın istatistiklerini tartıştı insanlar, uzmanlar, bilim insanları boş zamanlarında: “Normal mi sence”, “Valla değil”.
Cumhurbaşkanı o süreçte sık sık “normalleşme” adımlarını açıkladı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da; “Bugünler böyle sürüp gitmeyecek, normal hayatlarımıza döneceğiz”. Aslında Bakan Koca o “normal”in ne olduğunu da hissettirmişti açıklamasında: “Bugüne kadar her ne kadar ‘normale dönüş’ ifadesi yer yer kullanılsa da esasında normale dönmüyoruz, ‘yeni hayatın normalleri’ni oluşturuyoruz. Bu hayatın normali eskisinden farklı olacak.”
Salgının yeni normalleri
Nitekim yeni hayatın “yeni normalleri”ni gördü insanlar. “Eğlenceli” yarışma programı MasterChef bile salgının, afetlerin neredeyse “rastlantısal örneklemi”. O gözle baktığım o programda bile fazlasıyla rastladım salgından sonraki o “normal hayatlara, insanlar”a…
Seçmelere gelenlerin neredeyse hepsinin hayat hikâyeleri benzer cümlelerle: “Koronavirüsten önce bir yerde çalışıyordum… Sonra çıkarıldım”, “İşyeri kapandı işsiz kaldım”, “Mesleği bıraktım, ara verdim”, “Salgından önce büfem, dükkânım, küçük bir lokantam, restoranım vardı, salgınla kapatmak zorunda kaldım”. Onları başını sallayarak, içini çekerek dinleyen jüri üyeleri de ne desin: “Normal tabii”…
Ardından o büyük faciayı, depremi yaşadık. Başka bir deyişle depremi sonuçlarıyla, süreciyle “en büyük facia”, “asrın felâketi” kılan ülke gerçeklerini, “normal”lerini… O bölgede, olası öyle bir depremin -sık dile getirilen- muhtemel sonuçlarını “anormal” saymak da tartışmalı. Yıllardır tedbir alınmazsa, uyarılar kulak arkası, imar yasalarına uymayanlar “af” edilirse, süreç yönetilemezse sonuç bu ne yazık ki!
Depremin yeni normalleri
Sonrasında yine normal hayata dönme vaatleri birbiriyle yarıştı. Öyle ki MHP Lideri Devlet Bahçeli depremden üç ay sonra depremden etkilenen 11 ilde “normal hayata geçişin sağlandığını” iddia etti.
Bugün depremde dünyaları başına yıkılan insanlar “yeni normal”lerini yaşamaya çalışıyor. Onlara da MasterChef’de sık rastlıyorsun. Seçmelere katılanlar, oraya gelenler depremin de “rastlantısal örneklemi” gibi. İki depremin vurduğu 11 ilden gelenlerin hepsinin yaşadıkları acılar, kayıplar, orada kalanların çadırlardaki, konteynırlardaki, göçenlerin başka kentlerdeki hayatları, yani “yeni normal”leri bir araya getirilse belgeseli hazır.
Ve maalesef “normal hayata” dönenlerin şu an yaşadıkları da asla “normal” değil. “Yeni normal” desen, oradaki normal kelimesi de eğreti. Bir ucu ertesi gün sallanan yara bandı. Ve önünde o soru: Normali, “yeni”si buysa, “anormal”i, nasıl, hangi yetere-betere göre tanımlanacak? Normalin normali, beterin beteri mi?
Asıl sorun “normal” mi?
Bütün bunlara, öyle bir “düzen”e, iktidara bakınca “normal”i de, “normalleşme”yi de anlamak, anlatmak, ummak pek kolay değil. Ötesi… Bu manzarada asıl sorunun “normal” sayılan, “normal” görülen olduğunu hatırlatmak, tartışmalara bildik limonu sıkmak yahut demogoji sayılmaz. Değişmenin/değiştirmenin aciliyetini hatırlatır, onu önüne koyar.
İktidar kanadında her “anormallik”te kerhen ifade edilen “normale dönmek” diye bir şey yok henüz görünürde. Öyle bir yer, ölçü, ipucu da görülmüyor hali hazırda. Ekonomide ismen “değişim”in cismen getireceği normalleşme de şüpheli misal. Dile getirilenlerin, tedbirlerin, tasarrufların muhatabı, zamların, vergilerin biçareleri yine “normal” insanlar, normalen halk.
Elektriğe taze yüzde 38 zammın kimi çarptığı belli. Ankara’da olağanüstü günlerde gidip Genelkurmay’ın ışıklarına bakan gazeteciler, elektrik zammının etkilerini bence -genelde ışıl ışıl- Külliye’ye bakıp ölçseler tuhaf olmaz. Gerçi itibar ölçülmez tabii.
“Normal” demokratikleşme
CHP’nin söylemiyle vücut bulan “normalleşme” elbette önemli. Halkın, toplumun gündemine, diline, söylemine uğraması bile. Ama bunun iktidar, muhalefet, halk için ne anlama geldiğinin ısrarla açıklanması, arızanın da, ihtiyacın da iktidarın “normal”lerinden kaynaklandığının hatırlatılması, atılması gereken adımların belirlenmesi kaydıyla.
Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değindiğim “normalleşme” açıklamasına ayaküstü, belki refleksle verdiği yanıt da o minvalde zaten: “Normal bir açıklama olmamış. Bu açıklamanın da normalleşmeye ihtiyacı var.”
Ardından “normalleşme”den anlaşılması gerekeni, ilk adımları da kısaca özetliyor: “İktidarıyla, muhalefetiyle, birbiriyle diyalog kurabilen, sorunları konuşabilen, tartışabilen, birbirini ikna etmese de birbirine düşman gözüyle bakmayan ama mücadeleyi de eksik bırakmayan bir anlayış.” Buna demokratikleşme süreci de deniyor esasında ama… Öyle de yol uzun, onun da “normal”i tartışmalı.
Normalleşmede müfredat konuşmak, konuşabilmekle başlıyor. “Sıfırdan” desem yanlış olmaz. Aynı ünitede dinlemek, konuşanı/konuşulanı duyabilmek, dinleyebilmek var kuşkusuz. Ki o konuda da tedrisatımız, talim-terbiyemiz mezun da, mevzun da sayılmaz. Ona da gelecek pazar değinmeye çalışacağım. “Dinlemede normalleşme…”