Türkiye’nin önümüzdeki seçimi yapabileceğinden şüphe etmeye başlayalı çok oldu, hemen her fırsatta da değindim. Seçim hakkında konuşmam gerektiğinde, hemen her defasında, “seçim” kelimesinin önüne “eğer yapabilirsek” ibaresini ekleme ihtiyacı hissettim.
Tutumumun çok saygıdeğer bir tutum olmadığını, muktedirlerin gayriahlâkî tasarruflarını normalleştirmeye katkı sağladığını teslim ediyorum. Ancak maruz kaldığımız rejimin neleri göze alabilir olduğunun görmezden gelinmesinden de fena halde rahatsızım. “O kadarı da olmaz” diye diye geldik bu hale, bana göre.
Şüphem, Erdoğan’ın can havliyle muhtelif kesimlere rüşvet dağıtmaya başlamasıyla azalmıştı. Seçimi yapabileceğimize inancım arttı, rahatladım. Bu arada hatırlatayım, “seçimin yapılması ve Erdoğan’ın kazanması” ile “seçimin yapılmaması ve Erdoğan’ın orada kalması” birbirinden farklı şeyler. Çok farklı, kategorik olarak farklı şeyler.
Neyse, dediğim gibi, seçimi yapabileceğimizi düşünüp rahatlamıştım ki başımıza bu felaket geldi ve benim korkularım depreşti. Ve bir defa daha “Anayasaya göre” filan gibi laflar meydana döküldü. “Erdoğan meşruiyetini sandıktan alıyor, sandığa gölge düşmesini göze alamaz” filan gibi tahliller… Zannediyorum ki, nasıl bir musibete maruz kaldığımızın farkında olsak iyi olur, Anayasa şemsiyesinin bizi koruyabileceği bir bahar yağmuru değil Erdoğan.
Nitekim Arınç, “Anayasa da neymiş, değiştirir seçimi erteleriz, ertelemeyiz” diye buyurmuş. Memleketin en büyük kaybedeni olduğu halde kendisinde bir kıymet, bir akıl vehmetme kabiliyetini hayranlıkla izlediğim bir adam Arınç. Mesele şu ki, işbu çıkışın Arınç’ın kendi iradesiyle üstlendiği bir öncülük olduğunu düşünmek zor. Eğer bir iradesi olsaydı, herhalde zemini yoklamak için öne sürülen mayın eşeği olmayı istemezdi.
Erdoğan’ın kurşun askerleri yerine Arınç’ın cepheye sürülebileceği hiç aklıma gelmemişti. Ancak Erdoğan ve şürekâsının ayaklarına taş değmeden yol alabilmeleri için yolu açan bir buldozer gibi öne sürülmesi, itiraf etmem gerekiyor ki, Arınç’a yakıştı. Bu da bana gösteriyor ki yüksek katlarda, enkaz altındakilerin nasıl sağ salim çıkarılabileceği ve/veya depremzedelerin hayatlarının nasıl kolaylaştırabileceği gibi konularda zerre kadar kafa yorulmasa da, koltuğun nasıl korunabileceğine yoğunlaşabilen zinde bir akıl hâlâ —bu şartlarda bile— var.
İşaret etmeden geçmeyeyim, depremzedelere su ulaştırabilmekten, çadır kurabilmekten aciz heyetin misafir arama kurtarma ekiplerinin çabalarına çökmeleri gibi hususlar, yüksek katlarda bir aklın mevcudiyeti hakkında bir gösterge değil. Başkalarının yardım kolilerinin üzerine AKP etiketi yapıştırmak, kendi besledikleri sivil görünümlü kuruluşların listesiyle meydana çıkmak gibi şeyler, zaten, Erdoğan ve ekibinin günlük rutinleri. Bu tür rezillikleri gerçekleştirebilmek için akla ihtiyaçları yok, refleks onlar.
Ancak mayın eşeği olarak Arınç’ı seçmek… O başka bir iş.
Dolaysıyla endişelerim fena halde artmış durumda. Muhalefet bu mevzuu en baştan, en sert bir biçimde, en sert terimlerle, tartışılmasını bile bir suç olarak kodlayarak imkânsızlaştırmalı. Aksi halde, Erdoğan’ın bugüne kadar hep yaptığı gibi, giderek normalleşen bir tartışma gündemi esir alır ve sonunda biz, tekrarlanan İstanbul seçimi gibi bir saçmalığa boyun eğmek zorunda kalırız.
Mesele şu ki, eğer bu seçimi yapamazsak, bir daha hiç seçim yapamayız. Bu seçimin ertelenmesi öyle bir suç ki, bu işi işleyenlerin başı fena halde derde girer. Dolayısıyla başlarının derde girmemesi için, bugüne kadarki gözü karalıklardan çok daha fazlasını sergilerler. Filan. Ve bu işin bütün vebali, muhalefetin omuzlarına biner.
Görünen o ki, seçimin ertelenmesini “bu şartlarda YSK seçimi nasıl gerçekleştirecek” gibi bir mazeretle meşrulaştırmaya çalışacaklar. Eğer devletiniz iddia ettiğiniz gibi güçlüyse, sandığı zamanında getirip gücünü hepimize ispat etsin. Eğer YSK “bu seçimi bu şartlarda yapamam” diyorsa, öyle diyen üyeler istifa etsin, yapabilecekler olanlar gelsin.
O sandık bu milletin önüne gelsin. Sandıktan kimin, neyin çıkacağı tali bir mevzu.