30 Haziran 1989 günü Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de 100 bini aşkın kişi 31 yıl gecikmeli bir cenaze töreni için toplanmıştı.
Cenazesi yeniden kaldırılan kişi 1958’de “vatana ihanetten” idam edilmiş 11 günlük eski Macaristan Başbakanı Imre Nagy’di.
1953 yılında Stalin’in ölümünden sonra Macaristan İşçi Partisi genel sekreterliğine ve başbakanlığa seçilen Nagy, siyasi ve ekonomik reformlarla katı rejimin iplerini gevşetmeye çalışınca iki yıl sonra Moskova’nın desteğini kaybedip görevden alınmış, komünist partisinden ihraç edilmişti.
Kendisi de inanmış bir komünist olan Imre Nagy’nin açılımlarına izin verilmeyince tek parti rejiminden bunalan Macarlar, 1956 yılında sokağa çıktılar.
Öğrenci eylemine polisin ateş açması protestoları bir ayaklanmaya dönüştürdü.
23 Ekim 1956 başlayan ayaklanmayla Sovyet destekli iktidar yıkıldı. Başbakanlığa da yarım kalmış reformları tamamlamak üzere Imre Nagy getirildi.
Nagy, ülkeyi bir liberal demokrasiye çevirmek değil, Yugoslavya tipi bağımsız, yerli bir sosyalist cumhuriyet kurmak istiyordu.
Macaristan’daki yeni devrimci hükümetin ilk kararı da bu yüzden Varşova Paktı’ndan ayrılmak oldu.
Yeni Macar hükümeti BM’den bu kararın uygulanabilmesi için destek istedi.
Ama her şey bugün Ukrayna’nın başına gelenler gibi oldu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış dünyada Batılı ülkeler Sovyetleri karşılarına almayı göze alamadılar.
Bunu bilen Moskova, “CIA operasyonu” dediği Macar Devrimi’ni bastırmak için harekete geçti.
4 Kasım 1956’da Sovyet tankları Macaristan’a girdi.
Hava ve kara birliklerinin katıldığı “Kasırga Operasyonu”nda Sovyet tankları sivil asker demeden binaları vurdu, şehirler havadan bombalandı.
Ama Sovyet ve işbirlikçi komünist Macar güçleri karşılarında direnen Macarları buldu.
10 gün süren işgal sırasında 2500 Macar ve 722 Sovyet askeri öldü.
10 Kasım 1956’da Sovyet tankları Budapeşte’ye girdi ve Macar Devrimi bastırıldı. 150 bin Macar ülkeden kaçtı.
Yugoslavya’nın Budapeşte’deki büyükelçiliğine sığınan Başbakan Imre Nagy tutuklandı, Sovyet yanlısı Macar hükümetinin askeri mahkemesi tarafından “vatana ihanetle” yargılanıp, iki yıl sonra da idam edildi.
Sadece ailesinin katıldığı bir cenazeyle gömüldü.
31 yıl sonra 1989’da bütün Doğu Avrupa’da yine Sovyetlete karşı değişim rüzgarları esmeye başlamıştı.
Yıl sonunda Berlin Duvarı’nın yıkacak değişim rüzgarları Budapeşte’de de komünist tek parti rejimini sarsıyordu.
Macaristan’da Sovyet işgalinin ve tek parti rejiminin bitmesini isteyenler sokaklara çıkmışlardı.
30 Haziran 1989 günkü cenaze büyük bir gösteriye döndü.
Budapeşte’nin Kahramanlar Meydanı’nda Başbakan Imre Nagy ve dört arkadaşı için yapılan 31 yıl gecikmeli cenaze töreni için 100 bini aşkın insan toplandı.
Meydandaki büyük kalabalığı coşturan ise 26 yaşındaki genç bir adamın yaptığı konuşma oldu.
O uzun saçlı, sakallı öğrenci liderinin adı Victor Orban’dı.
Orban’ın Rus işgali ve komünist diktatörlüğe karşı her cümlesi kalabalığın çoşkulu alkışlarıyla kesildi:
“1848 Devrimi’nden ve 1956 Devrimi’nden bu yana amacımız hiç değişmedi. 1848’de de 1956’da da gençlerimiz Macaristan’da Avrupai bir sivil demokrasi kurmak için savaştılar… Onların kaderinden demokrasi ve komünizmin asla birlikte olmayacağını öğrendik… 1956 yakın zamana kadar milletimizin Batılı refaha doğru yürümesi için son şansıydı. Devrimizin bastırılması bizi zorla Asya’nın çıkmaz sokaklarına döndürdü… Eğer kendi gücümüze inanırsak komünist diktatörlüğü bitirebiliriz. Yeterince kararlı olursak, iktidar partisini özgür seçimlere zorlayabiliriz. Eğer 1956 ideallerini unutmazsak Rus askerlerinin derhal ülkemizden çekilmesini konuşacak bir hükümet seçebiliriz. Ancak yeterince cesur olursak devrimin bütün amaçlarını gerçekleştirebiliriz. 1956’da kendi yoldaşlarını katleden komünist siyasetçilerin boş vaatlerine artık inanamayız. Bunun başka bir yolu yok.”
Bu cesur konuşmayı yapan 26 yaşındaki Victor Orban, 80’lerin ortasından itibaren üniversite öğrencisi olarak komünist rejim karşıtı hareketlerin içinde yer almıştı.
1983 yılında Hukuk Fakültesi’nde 1956 Devrimi’nde Imre Nagy’nin yardımcılarından, siyasi düşünür Istvan Bibo’nun adını taşıyan Bibo Koleji adlı muhalif düşünce grubunun kurucuları arasında yer aldı.
Muhalif entelektüel Századvég (Yüzyılın Sonu) adlı derginin editörlüğünü yapıyordu.
Avukat olarak üniversiteden mezun olduktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte 1988 yılında Fidesz’i (Fiatal Demokraták Szövetsége/ Genç Demokrat Birliği) kurdu.
Fidesz, anti-Sovyet ve anti-komünist gençlik hareketleri içinde kısa sürede sivrildi.
Orban, forumlarda konuşuyor, yürüyüşlere katılıyordu. Bir gösteride gözaltına alınmasını engellemeye çalıştığı eski bir siyasetçiyi korumaya çalışırken polis copla başını yarmıştı.
Fidesz hem aktivist hem de entelektüel bir hareketti. Orban, 1988 yılındaki bir yazısında Macaristan’ın diktatörlükten demokrasiye geçişinde ana unsurunun sivil toplumun yeniden doğuşu olduğuna inandığını yazmıştı.
Bu fikrinin oluşmasına o yıl eski bir anti-komünist siyasetçi referansıyla tanıştığı bir ismin etkisi büyük olmuştu: George Soros…
Orban, Budapeşte doğumlu Amerikalı milyarder Soros’un desteklediği Orta ve Doğu Avrupa üzerine çalışan bir merkezde uzman olarak bir süre çalıştı.
Bu sırada genç Orban, Oxford’dan kabul almıştı. Sivil toplum üzerine çalışmak istiyordu.
Burs için yine aynı ismin kapısını çaldı: Soros’un…
Soros’a yazdığı burs mektubu yıllar sonra Fransız L’express tarafından bulunup yayınlandı:
“Sivil toplum kavramını yalnızca Hegel veya Marx aracılığıyla biliyoruz. Liberal İngiliz geleneğinde buna nasıl yaklaşıldığını merak ediyorum (…) Oxford’da tanınmış uzmanlarla tanışmak benim için çok önemli olurdu.”
Soros’un 10 bin dolar burs verdiği Orban, 1989 yılında Imre Nagy cenazesindeki konuşmasından sonra artık ünlü bir genç olarak İngiliz liberal siyaset felsefesi üzerine çalışmak üzere 9 aylığına Oxford Üniversitesi’ne bağlı Pembroke College’a gitti.
Fidezs’den başka arkadaşları da Soros’tan burslar alarak yurtdışına masterlara gitmişlerdi.
Soros, Fideszli gençlere sadece burs vermemişti, 1988 ile 1990 arasında Macaristan’ı demokratikleştirecek liberal gençler olarak gördüğü Fidesz’e 500 bin dolarlık yardım yapmıştı.
Ama Victor Orban ve arkadaşlarının yurtdışındaki akademik maceraları çok uzun sürmedi.
1989’da Berlin Duvarı’nın çökmesinin ardından Macaristan’daki Sovyet yanlısı rejimin de sonu gelmişti. Sovyet güçleri Orban’ın cenazede istediği gibi ülkeden çekildi ve tek parti iktidarı ülkeyi 1990’da ilk çok partili seçime götürme kararı aldı.
Seçim kararıyla bir gençlik hareketi olan Fidesz, bir siyasi partiye dönüştü. Macaristan’a geri dönen Orban ve genç arkadaşları seçime girdiler ve Meclis’te 24 sandalye kazandılar.
Artık saçlarını ve sakallarını kesmiş, takım elbise ve kravat giymiş Orban bir muhalefet lideriydi.
90’lardaki post-Sovyet dönemde genç, liberal Orban ve partisi Batılı liberal çevrelerin yıldızı haline gelmişti.
Orban, 1992’de Avrupa Liberal İttifakı’nın başkan yardımcısı seçildi. 1993’de dünyadaki liberal partilerin kongresine Budapeşte’de ev sahipliği yaptı.
Oylarını artıran Fidesz, 1998’de koalisyon hükümeti kurdu ve Orban 35 yaşında Macaristan başbakanı oldu.
Bill Clinton tarafından Beyaz Saray’da ağırlanan, Amerika’daki vakıf ve enstitülerden özgürlük ödülleri alan parlak bir liderdi.
Sonra anamuhalefet yıllarından sonra Orban’ın partisi Fidesz, 2010 yılında tek başına iktidara geldi. Akıl hocası ve Soros ile ilişkileri hala iyiydi.
1999 yılında NATO, 2004 yılında AB üyesi olmuş Macaristan, Orban’ın iktidarının ilk döneminde büyük bir ekonomik başarı gösterdi. 2008 ekonomik krizine karşı geliştirilen Orbanomics diye adlandırılan ortodoksi olmayan ekonomik politikalarla Macaristan AB ülkeleri içinde en düşük işsizliğe sahip dördüncü ülke haline geldi.
Fakat bu ekonomik başarıyla birlikte güçlenen Orban otoriter bir yola girdi.
Hikayenin devamı malum. 12 yıldır Macaristan’ın yöneten Orban, medyayı kendisine yakın işadamlarıyla ele geçirdi, sivil toplumu bastırdı, Doğu Avrupa’daki popülist rejimlerin ve illiberal demokrasilerin rol modeli oldu.
Burs aldığı, çalışanı olduğu, partisi Fidesz’in ilk bağışçısı Soros’un vakıflarını, üniversitesini kapattı. Müslüman göçmenleri otobüslerle Macaristan’a taşıyıp Avrupa’nın Hristiyan kimliğini bozmakla suçladığı, çete, mafya dediği Soros’u büyük şeytan ilan etti.
Seçim kampanyalarını Soros karşıtlığı üzerine kurdu, ülkeyi “Soros’u güldürmemek için kendisine oy verilmesini” isteyen afişlerle donattı.
1989’da Rus emperyalizmine karşı yaptığı konuşmayla ünlenen o genç adam büyüdü ve Putin’in Avrupa içindeki en yakın müttefiki haline geldi.
Öyle ki, Rus tankları Ukrayna’ya girerken tarafsız kaldı, ülkesinden Ukrayna’ya silah sokulmasına izin vermedi, muhalefeti Rus düşmanlığı yapmakla, ülkeyi Rusya’ya karşı savaşa sokmaya çalışmakla suçladı, barış mitingleri bile yaptı. Brüksel’e savaş açtı, muhalefeti LGBT hakları üzerinden yerden yere vurdu, seçim konuşmalarında dini ve tarihi referansların, hamasetin dibini gördü:
“1848’de Habsburg İmpatorluğu’na ve Almanlaşmaya karşı, 1956’da Sovyetlere karşı kendi kimliklerini ve kültürlerini korumak için ayağa kalkmış Macarlar, bugün de dünyanın gizli, küresel güçlerine karşı, Soros İmparatorluğu’na karşı ayağa kalkıp direniyor.”
Ama bütün bunlara rağmen karşısında kurulan sosyalist, muhafazakar, liberal, ırkçı Jobbik ve Yeşiller’in oluşturduğu altılı ittifaka karşı Pazar günü büyük fark atarak tekrar seçimleri kazandı.
Seçimleri nasıl kazandığı, seçim sisteminde yaptığı değişikliklerin bunda rolü, propaganda makinesine çevirdiği medyanın rolü, muhalefet ittifakının hataları, muhalif adayın tecrübesizliği, çok kötü olmayan ekonominin rolü, Ukrayna savaşının etkisi üzerine medyada zaten her şey yazıldı.
Peki, 1989’da Soros bursiyeri olan, Rus emperyalizmi karşıtı genç ve idealist bir liberal demokrat nasıl oldu da 2022 yılında Avrupa’nın hasta otoriter adamı haline geldi?
Bu sorunun hem Orban’ın şahsi hikayesi hem de zamanın ruhuyla ilgili cevapları var.
Aslında bir entelektüel olmak isteyen, siyaset düşünmeyen Orban 20’li yaşlarda Meclis’te 24 milletvekili olan bir partinin lideri olmuştu. Liderliğine en büyük meydan okuma parti içindeki eski oda arkadaşının başını çektiği klasik liberalizm çizgisindeki hizipten gelmiş ve liderliğini korumak için de bu liberal hizbi tasfiye etmişti.
Siyasetin güç üzerine kurulu profesyonel bir iş olduğunu erken yaşta fark etmişti.
1994 seçimlerinde partisi gerileyince güçlü merkez sol partilere karşı pragmatik bir karar verdi ve Hristiyan muhafazakar sağa doğru açılım yaptı.
O kadar ki 1996 yılında daha önce resmi nikahla evlendiği eşiyle bu kez Kilise’de nikah tazeledi.
Ama hala Batı ittifakına ve değerlerine sadık bir siyasetçiydi.
1998’de Başbakan olmayı başarınca Macaristan’ı NATO’ya soktu, AB üyeliğinin de eşiğine kadar getirdi.
Ama buna rağmen 2002 seçimlerini kaybedince bir kere daha demokrasiyle ilgili hayal kırıklığı yaşadı.
New York Times’a konuşan biyografisini yazan Jozsef Debreczeni, mutlak güç iyi politikacıları bozar görüşünün Orban’da tam tersi olduğunu söylüyor.
“Orban’ı bozan gücü kaybetmesiydi” diyor.
Demokrasiye olan inancı azalan Orban, pragmatizmin bir üst seviyesine geçti ve partisini Avrupa’da yükselen aşırı sağa doğru kaydırdı.
2008 ekonomik krizi onun için büyük bir fırsata döndü.
İktidardaki sol partileri, Macar halkını yabancılara ve Brüksel’e dövdürmekle suçlayıp, yerli ve milli sloganlarla 2010’da iktidara geldi.
2008 ekonomik krizi diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de Avrupa, demokrasi ve kapitalizm konusundaki iyimserliğin bitmesine, popülist sağ hareketlerin yükselmesine ve iktidara gelmesine neden olmuştu.
Orban, 2015 göç krizini de siyasetini daha da şahinleştirerek karşıladı. Göçün faturasını Soros’un kirli ve Hristiyanlık karşıtı emellerine yıktı. Brüksel’i LGBT hakları gibi aile değerlerine saldırmakla suçladı. Eski kötü komünist hatıraları deşmek için tarih enstitüleri kurdurdu, bu tarihi yükü rakibi sol partilere karşı kullandı.
Bu arada aşırı güçle yolsuzluklara batmış bir siyasi elit ortaya çıktı.
Son seçimlerde de rakiplerinden üstün olan siyasi yeteneklerini kullandı, halkın önemli bir kısmını muhalefet kazanırsa ülkeyi savaşa sokacağına, Rusya’dan gelen doğalgazın kesilebileceğine ikna etti, seçim sandığını referandumla birleştirip, seçimi LGBT haklarında da bir tercih anına çevirdi, muhalefetin içindeki sosyalist partiye karşı eski komünist kötü hatıraları harladı, seçim sistemiyle oynadı, medyayı kullandı ve tabii yine Brüksel ve Soros’a karşı dini ve milli değerlerin koruyucusu olarak kendini sundu.
Bütün bunları yapanın 1989’daki cenazede konuşan o uzun saçlı, zayıf, sakallı idealist muhalif genç olduğuna kim inanır?