Ve Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin öğretmen atamalarında mülakatın kaldırılıp kaldırılmayacağı sorusuna, kaldırılmayacağını ancak içeriğinin değişeceği yanıtını verdikten sonra şöyle devam etti:
“Şu an üzerinde çalışıyoruz ama şöyle bir projeksiyonumuz var. Öğretmenler, 3 kişiden oluşan bir jürinin karşında 45 dakikalık bir mülakata alınacak. Bu mülakatta kendisine sorulan konuyla ilgili konuşması ve anlatması istenecek. Ayrıca bu 45 dakikalık süre içeriğinde öğretmen adayı yazılı bir beyan da verecek. Tüm bu süreç kamera ile kayıt altına alınacak. Bu sayede hem torpil iddialarını ortadan kaldırmayı hedefliyoruz hem de adayların üniversitede öğrendiklerini ne kadar özümsediklerini ölçmek istiyoruz”.
Bu açıklama öğretmen adaylarında şok etkisi yaptı. Nitekim seçim öncesinde gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gerekse CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu mülakatı kaldırmayı vaad etmişti.
“Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak, gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız.”
Bu cümlyie 11 Nisan 2023’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim bildirgesini açıklarken kurdu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “bu zaten benim vaadimdi” diye ona yanıt verdi.
Liderler bunu vaad etti, çünkü toplumsal bir talep vardı.
Torpil kavramı her ne kadar kültürümüzün kılcal damarlarına kadar işlemiş olsa da torpilden kimin istifade edeceğinin belirsiz olduğu durumlarda bu kavrama karşı halkın benzer bir karşıt durum sergilediğine şahit oluyoruz.
Halk mülakat istemiyor. Seçimden önce yapılan açıklamalara göre siyasiler de bunun yanlış bir şey olduğunun farkında ve onlar da istemiyorlardı.
Peki o zaman Milli Eğitim Bakanı neden mülakatlara devam edileceğini açıkladı?
Mülakat, eğer elinizde bunu hakkıyla başarabilecek bir ekibiniz varsa, sadece ön elemeden geçmiş belirli sayıdaki adayı değerlendiriyorsanız, jüri üyeleri telefonları her çaldığında “acaba bu defa kim?” diyerek panik yapmıyorlarsa, alana ilişkin bir sınavdan elde edilen puanın da değerlendirmeye dahil edilmesi şartıyla çoğunlukla iyi bir seçenektir.
Milli Eğitim Bakanı acaba Türkiye’de bu şartların karşılandığını mı düşünüyor?
Kötü haberi verelim. Bu şartların hiçbirisi Türkiye’de karşılanmıyor. Halihazırdaki merkeziyetçi sistem ve kültürel yapı devam ettiği sürece de hiçbir zaman karşılanmayacak.
Mülakat öğretmen atamalarında ülkemiz şartlarında ideal bir ölçme modeli değildir.
En başta, yüzbinlerce adayın 45 dakikalık periyodlar halinde değerlendirmeye alındığı bir senaryoda hiç de azımsanmayacak sayıda jüriye de ihtiyaç duyulacak.
Jürilerin ise nitelikli bir değerlendirmede bulunabilecek yetkinlikte olmaları gerekiyor. Bunu karşılayabilecek sayıda çalışanımız var mı?
Nitekim alanının uzmanı olmak bireye aynı zamanda iyi bir mülakatçı vasfını da kazandırmıyor.
Telaffuz edilen jüri sayısı yüz binleri bulunca işler de o derece karmaşık bir hal alıyor.
Samsun jürisinde ortalamanın üzerinde bir merhamete sahip iki uzmanın yan yana gelmesi, Antalya jürisinde ise ortalamanın çok üzerinde mükemmeliyetçiliğe sahip bir jürinin bulunması yüzlerce kişinin hayatının farklı bir şekilde devam etmesine yol açabilir.
Mülakatların kayda alınmasının, haksızlıkların önüne set kuracağını düşünmek de fazlasıyla iyimserlik.
Nitekim KPSS’den iyi bir puan alıp da mülakat nedeniyle atanamayan herkes gözü kapalı bir şekilde şikâyette bulunacaktır. Peki bunların incelemesini kim yapacak? Binlerce saatlik video kayıtlarını kimlere izleteceğiz? Bunları izleyenlerin hakkaniyetli bir karara varabileceğine, mülakatı gerçekleştirenlerden daha yetkin olduklarına ilişkin elimizde bir delil var mı?
Peki ne kadar sürede bu şikayetleri sonuçlandırmayı planlıyoruz? Tekrar değerlendirmenin sonucunda haksızlığa uğratıldığını belirlediğimiz aday, atanmaya hak kazanmış başka bir adayı liste dışı bırakmış oluyor. Bu yönde birçok kararın çıkabileceğini de tahmin edebiliriz. O zaman ne olacak? İlk değerlendirmenin sonucunda listeye girebilmiş tüm öğretmenleri kapının önüne mi koyacağız?
Jüri üyeleri gönüllülük esasına göre mi yoksa doğrudan görevlendirme ile mi belirlenecek? Bunca sayıda gönüllü jüri üyesi bulmanın kolay olmayacağı tahmin ederek doğrudan görevlendirme yapılacağını varsayarsak jüri üyelerine “Ben üzerimde kurulacak baskıyı kaldırabilecek bir karaktere sahip değilim. Torpil talebi kimden gelirse gelsin reddedebilecek bir özgüvene sahip değilim. Bu yüzden de jüriden çekilmek istiyorum” deme şansını tanıyacak mıyız?
Elimizden gelenin en iyisini yapıp mükemmel bir mülakat sistemi geliştirebilsek bile gençlerimiz, nerede yaşadığının farkında olan gençlerimiz, hele ki bir de KPSS’den yüksek puan almışlarsa, mülakat sonucunda elendikleri takdirde kızmayacaklar mı? Küsmeyecekler mi? “Hakkım olanı devletim elimden aldı” diyedüşünmeyecekler mi? Doğdukları andan itibaren günde kırk beş kez “torpil” kavramını işiten insanların bu tarz bir düşünceye sahip olmalarını kınayabilir miyiz?
Var olan modelin, KPSS’nin, fevkalade bir model olmadığını söyleyebiliriz, eleştiriye açık birçok yönünün olduğunu da düşünebiliriz ama ülkemiz şartlarında halihazırdaki en iyi model olduğunu da kabullenmek zorundayız.
Seçim öncesinde iktidara oynayan her iki tarafın da bunu bir vaat olarak sunması yeterli bir delil değil mi?
Milli Eğitim Bakanının konuya ilişkin yapmış olduğu kısacık açıklamada dahi torpile atıfta bulunması mülakatın ideal olan yöntem olmadığını göstermiyor mu?