Osman Kavala, cezaevinde 9’uncu yılına girdi.
Kavala’nın tutukluluğunun sekizinci yılı geride kalırken içlerinde eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski TBMM Başkanı ve eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek, yazar Orhan Pamuk, Avrupa Parlamentosu Türkiye Daimi Raportörü Nacho Sánchez Amor’un da bulunduğu çok sayıda siyasetçi, akademisyen, gazeteci ve sivil toplum temsilcileri dayanışma mesajları paylaştı.
18 Ekim 2017’de Gaziantep’te gözaltına alınan Kavala 2022 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edildi ve sekiz yıldır Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde tutuluyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği hak ihlali kararı yapılan çağrılara rağmen uygulanmıyor.
Kavala önce casuslukla suçlanmaya çalışılmıştı. İsnat edilen bu suçun temelsizliği anlaşılınca bu defa davanın gerekçesi “”Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddiasına dönüştürüldü.
Kavala Gezi direnişini tertipleyen, planlayan kişi değil. Gezi’de bir örgütleyicinin olması da zaten mümkün değil. Ayrıca Kavala Gezi’yi sonradan sahiplenen, sanki onu kendileri başarmış gibi gösteren, “biz yaptık” demeye çalışan örgütler içinde de yer almadı. Kavala, herhangi bir yerdeki protesto gösterilerine katılmış değil.
Ayrıca iktidara karşı aşağılayıcı sözler söylemiş, istifaya çağırmış da değil. Tam tersine iktidarla diyalog kurmaya, ötekileştirici sloganlara karşı çıkmaya hatta duvarlardaki yazıları silmeye çabalamış biri. Kavala’yı bir parça tanıyanlar onun “hükümeti cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs” edecek biri olmadığını, hatta diyalogdan yana olduğu için eleştirildiğini bilirler.
Neden 8 yıldır zindanda?
İlk başta “herhalde bir yanlışlık oldu, birkaç gün, bilemediniz bir hafta içinde suçsuz olduğu anlaşılır, salıverilir” diye düşünen tanıdıkları aldığı ceza karşısında şaşırdılar. Kavala’nın cezalandırılması konusundaki ısrarın nedenini, gerekçesinin ne olduğunu bir türlü anlayamadılar. Kavala da gözaltı ve uzun tutukluluk sürecinde neyle suçlandığını, bunların neden başına geldiğini bilmiyordu.
Modernleşme sürecinin başlarında, Tophane Meydanı’nda başlayan, sonra Dolmabahçe’ye taşınan resmi gösteri alanı deniz kenarından yukarı, şehrin seküler alanı İstiklal Caddesi’nin nihayetindeki Taksim’e taşındığında devletin simgesi olan caminin yerini opera almıştı. Bu nedenle Taksim Meydanı kimi zaman birbiriyle çatışan iki ayrı milli hareketin bir karşılaşma alanı halini almıştı. Örneğin Taksim Camii meselesi 28 Şubat sürecinin en gerilimli konularından biriydi. Gazeteler meydanın otoyol kavşağı gibi düzenlenmesine karşı çıkan Taksim Platformu’nun 90’lı yıllardan beri düzenlediği toplantılarla ilgili haberleri çarpıtarak “Taksim’e cami yapılıyor” manşetiyle veriyorlardı.
Tayyip Erdoğan yönetime geldiğinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Kadir Topbaş’a ilk iş olarak Taksim’i düzenleme görevini verdi. Kavala’nın da içinde bulunduğu sivil hareketler ise resmi ideolojiler tarafından askıya alınan şehirsel mekanlarda iktidarların farklı bir şey yapmasını, kapsayıcı bir kamusal alan kavramının nasıl mümkün olabileceğini göstermeye çalışıyorlardı.
O tarihte Başbakan olan Tayyip Erdoğan’a olayların yatışması için protokol harici yurt dışı bir geziye çıkmasını salık veren, diyalogdan yana olan Ak Parti’liler güçlendiler. Ancak sonrasında düzeni yeniden tesis edecek ilişkiler kuruldu. Gezi olması gerektiği gibi yeniden merkeziyetçi gerilim hattına taşındı. Temsilin bilinen formatına, yani çatışmaya dönüştürülerek bastırıldı. “Bu mesele işte böyle çözülür, asıl siz bilmiyorsunuz” diyenler kazandı.
Kavala’nın başına gelenler Dink’in suçlanmasına benzerlikler taşıyor
Kavala’nın başına gelenleri ben biraz Hrant Dink’in durumuna benzetiyorum. Dink de Kavala gibi hiç bir zaman olmadığı şeyle, karşıtıyla yani şiddet içeren edimlerle suçlandı.
Merkeziyetçilikle şehirsel bir mekanı anlamlandıranlar Gezi’de kavrayamadıkları olayı rahatsız edici olmaktan çıkarmak için kendi bildikleri gerilim hattına taşıdılar. Bu nedenle diyalogdan, şiddetsizlikten yana olan Kavala’yı olayın müsebbibi olarak gördüler. Anlaşılmayanı, yani çatışmacı olmayan, şiddet içermeyen, müzakereye dayanan kamusal alan kavramını temsil ettiği için Kavala cezalandırıldı.
Dink’in de sorguladığı şeyle suçlanmış olması ve sözlerinin tersinden anlaşılması da Kavala’nın başına gelenlerle benzerlikler taşıyor. Tahammül edilemeyecek, katlanılamaz bir şey olduğu için gerçeği imal edilen fanteziyle, karşıtıyla yer değiştirmek. Bu açıdan bakıldığında ideolojik yanlış tanımanın ya da çarpıtmanın büsbütün anlamsız olmadığı söylenebilir.
“Ezber bozucu” eylemler
Gezi tek örnek değil. Başkaları da var. Gezi’deki gibi “ezber bozucu” eylemlere bu tür müdahaleler oldu. Kavala’nın başına gelenlerin birçok başka örnekle ilişkili olarak okunabileceğini düşünüyorum.
Örneğin 96 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri (Habitat) Konferansı öncesinin zor zamanlarında hayatlarını tehlikeye atarak sorumluluk üstlenen bağımsızlar. 94 yılında köyler yakılırken, gözaltında kayıplar yaşanırken sivil alanda her görüşten sivil oluşumları, kişileri bir araya getirerek, uluslararası platformlarla ilişki kurarak bir işbirliği ortamı yaratan, boğucu bir dönemde politikaları etkileyen, ülkenin nefes almasını sağlayan ve döneminin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından da desteklenen “Evsahibi Komite” deneyimi. Bu sivil hareketin Gezi gibi bir kırılma noktası olduğu söylenebilir. Bu hareketin yarattığı dalga o kadar güçlüydü ki, Türkiye’nin uluslararası platformlardaki itibarını restore etti. Çok sayıda ülke yöneticisi bu girişimle ilişki kurmaya, muhatap almaya çalıştı. Ancak elde edilen gelişmeler düzenin yeniden tesis edilmesi ile silinmeye çalışıldı.
Bir başkası Susurluk Kazası hukukun üstün olduğu bir kamu düzeni için harekete geçen Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi. Bağımsızların oluşturduğu bu girişimin de siyasal alanda çok önemli etkileri oldu. Ancak sonrasında işaret ettiği gerçeği örtmek için sistem içi bir hesaplaşmaya, farklı bir formata taşınmaya çalışıldı.
Gene Kavala’nın da içinde yer aldığı 99 felaketinin sonrasında ortaya çıkan büyük toplum seferberliği ve bağımsızların devletin yapamadığı kamu görevlerini üstlenmeleri ve başarıyla yerine getirmeleri. Onun da sonrasında kentsel dönüşüm projeleri, tepeden inme imar planları ve kapalı ihaleler ile nasıl etkisizleştirildiğine dair ayrı bir hikayesi var.
Gene Birleşmiş Milletler Zirvesi sonrası elde edilen başarıyı kalıcı kılmak için AB ve UNESCO desteği ile geliştirilen Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi. Bir taraftan dönemin hükümetleri tarafından destekleniyormuş gibi yapılırken, arka planda derin müdahalelerle karşılaştı. Oysa bu çalışma şehrin tarihi bölgelerinin nasıl rehabilite edileceği konusunda eşi benzeri olmayan bir deneyim fırsatı oluşturuyordu. Etkisizleştirmek için gene akılları zorlayan fanteziler uyduruldu.
Önemli bir başka örnek İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilmesini sağlayan bağımsızlar girişimi. Bağımsızlar adaylık sürecinde hiç bir bütçe olmadan başvuru dosyasını hazırladılar ve AB’nin görevlendirdiği seçici kurulun oybirliği ile İstanbul’un seçilmesini sağladılar. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bölgelerinde uluslararası işbirliği ortamı yaratarak Sulukule, Yenikapı, Teodosius Surları gibi iyileşme bağlamayı hedefleyen girişimler de öyle. O kadar çok bilinen örnek var ki.
Yalnızca yönetim tarafından yıkılması istenen, ama sonunda restore edilmesi için muazzam bir çalışma yürütülen AKM ve yönetimi bin bir zorlukla ikna eden bağımsız kültür insanları ve mimarlar girişiminin başına gelenler üzerine tezler bile hazırlanabilir.
Bu deneyimlerin neredeyse hepsi devlet gücünü, imkanlarını kendi imtiyazları haline getirmeye çalışan olağan işleyişler tarafından hafızalardan silinmeye çalışıldı.
Şiddetsizlik karşısında düzenin aktörleri ne yapacaklarını bilemiyorlar
Kavala evet, hiçbir suç işlemedi. Ama şiddetsizliği uğraşlarıyla inşa etmek için uğraşıp, didinerek çok daha radikal bir iş yaptı. Her iki tarafın da ezberlerini bozdu. Bu yüzden kendisine sıfatlar yakıştırıldı, infaz edilmeye çalışıldı.
Bu durumdaki kişiler için “dissident” kavramını kullanıyor. Michel Eltchaninoff, “Dissident şiddetli bir isyancı ya da gizli yasadışı bir savaşçı değildir. Nefret ya da yok etme arzusuyla yola çıkmaz. Onun gücü şiddeti dışlamasında ilişkiselliğinde ve saydamlığında yatar“ diyor (*).
Şiddet, düzenin devamlılığını sağlayan ve sorunlarla yüzleşmeyi engelleyen bir araç. Ancak şiddetsizlik karşısında düzenin aktörlerinin ne yapacaklarını bilemedikleri de ortada. Onunla karşılaştıkları anda onu çarpıtmaya, ona paranoyak biçimler kazandırmaya çalışıyorlar. Tek yapabildikleri bu.
Bu nedenle onun özgürlüğüne kavuşmasının o “ekoloji”nin sırrının ifşa edilmesi ile mümkün olabileceğine inanıyorum.
“Şiddet ekolojisi” -ve onun içindeki dinamikler- mevcut düzenin sırrını gizleme işlevi görüyorlar. Kavala’nın bu “ekoloji “tarafından rehin alındığını düşünüyorum.
Onun hapiste olması da yüzleşilmeyenin sonunu, bastırıldığını değil, tam tersine bir başlangıç olarak varlığını daha da güçlü bir şekilde koruduğunu gösteriyor.
* Aktaran: Emre Şan, “Patocka ve Sarsılmışların Dayanışması” başlıklı makale içinde. Yapı Kredi Yayınları Cogito Sayı 87, 2017 s. 97.

