Hindistan-Osmanlı ilişkilerinin İslami yönü ve stratejik boyutu bir miktar incelenmiş olmakla birlikte Hindistan’ın Osmanlı üstündeki kültürel etkisi, biraz kapalı kutu. Az da olsa bilinirliği olan kısımsa bu etkinin Divan Edebiyatı boyutu: Sebk-i-Hindi…
Osmanlı, bir Balkan, Anadolu, Karadeniz, Hazar, Afrika ve Ortadoğu imparatorluğuydu. Birçok farklı yönde genişleyen, bir dönem boyunca şu anki Ukrayna coğrafyasını bile kapsayan Osmanlı toprakları, Hindistan yönüne doğru genişlemediler. Hindistan, hep İran’ın yani o dönemki adıyla Safevi Devleti’nin arkasında kalan ülkeydi. Hep biraz “öte”ydi. Peki nasıl oldu da Hint kültürü, bu kadar mesafeye ve kopukluğa rağmen Divan Şiiri’nin bir anlamda “tam kalbine” sızabildi?
Divan Edebiyatı’na yön veren birçok etkenden söz edilir: İslam medeniyeti, İstanbul kültürü, Anadolu kültürü, Arap-İran şiiri, aruz vezni, Osmanlı Sarayı… Bunların yanında bazen konuşulan bir kavram, Sebk-i-Hindi’dir… Yani Hint tarzı… Divan Edebiyatı’nın, lise ders kitaplarına bile az da olsa girmiş olan bu gizemli ekolünden etkilenen şairlerin, genelde tasavvufla da ilişkili oldukları bilinir. “Gizemin şiiri” olarak da tanımlanan Sebk-i-Hindi’nin en ünlü temsilcisi, Şeyh Galip’ti. Nef’i, Naili, Neşati, Fehim-i Kadim gibi isimler de Sebk-i-Hindi’den etkilendi. Sebk-i-Hindi ile en çok bütünleşmiş, bu yolda en uç noktalara gitmiş edebiyatçımızın ise Naili olduğu söylenebilir. Naili, bir şair olmanın yanında dönemin en önemli bestecisi Hafız Post’un da öğretmeniydi. Yani biraz kültürel önder gibiydi. Divan Edebiyatı’nın belki en karmaşık şairi olan Naili’den, hep Hint etkisi bağlamında bahsedilmesi, ilginç. Naili’nin hayatının çok büyük kısmının İstanbul’da, küçük bir kısmının Edirne’de geçtiğini, yani uzak coğrafyalara doğru yolculuğa çıkmamış bir kişi olduğunu da biliyoruz.
İletişim ve yolculuk imkanlarının böylesine gelişkin olduğu 2024 yılında dahi Hindistan’dan gelebilecek bir dalganın, Türkiye’deki şiir veya müzik dünyasına yön verecek nitelik kazanması çok kolay değilken; bu, 17. ve 18. Yüzyıl’larda, nasıl mümkün olabildi? Acaba o çağlarda, şu ankinden daha dışa açık bir ülke, daha dışa açık bir toplum muyduk? Dışarıdan yeni şeyler öğrenmeye daha mı hevesliydik? Divan Edebiyatı, Hint Kültürü sayesinde mi bu kadar ölümsüzleşti?
Hindistan’a dair bizde pek gündeme gelmeyen bir tarihsel boyut da Hindistan’ın, Budizm’in ortaya çıktığı coğrafya oluşu. Budizm, Hindistan’dan doğuya doğru yani Çin, Japonya, Kore gibi ülkelere doğru yayıldı. Ama batı yönünde de yayıldı. Budizm’in batı yönündeki yayılımının tarihi, verilerin kıt olduğu, takibi zor bir tarih: Budizm’in Hindistan’dan Afganistan ve İran’a doğru yayılımı, pek bilinmiyor. Bu konuya dair Türkçe kaynak, hemen hemen yok. Az da olsa bazı İngilizce kaynaklar var. Örneğin “Buddhism in Iran” diye kitap var. İran’ın, Budizm’in Çin’e ulaşma sürecinde oynadığı rol de bilinmiyor. Oysa Budist Edebiyat’ı Çinceye ilk çevirenlerin çoğu, günümüzde İran Coğrafyası’nın parçası olan topraklarda yaşamış kişiler. Mesela İlhanlılar Devleti için “Budizm’i benimsemişlerdi ve Müslümanlara karşı Hristiyanlarla ittifak kurmak istiyorlardı.” gibi bir ifade kullanılıyor.
Peki ya biz Hindistan’ın Budist yönünden etkilendik mi? Divan şiirindeki Hint akımının, Budist bir alt metni, Budist bir hayal dünyası var mıydı? Budizm, tasavvufu etkiledi mi? Hint Kültürü’nün tasavvuf üzerinden Osmanlı Kültürü’nü ve Osmanlı Edebiyatı’nı, Divan Edebiyatı’nı laikleştiren, İslam anlayışını yumuşatan bir rol oynadığını öne sürmek mümkün mü? Bunun bir boyutu, gizli bir Budist mistisizm olabilir mi? Budizm, Hindistan üzerinden, İran şiirine, İran şiiri üzerinden de bizim Divan Şiiri’mize mi geçti? Mevlana, Naili, Neşati, Budizm’den etkilendi mi? Neşati’nin “Biz Sırlarla Doluyuz” şeklinde özetlenebilecek olan “nihanız” redifli gazelinde gizlenen sır, Budizm olabilir mi?
Bu tür soruların bazılarına “evet” yanıtını vermek kısmen mümkün görünse de aşırı iddialı, aşırı kesin konuşmamak daha sağlıklı olabilir. Şimdiye kadar Budizm’in Türk kültür ve edebiyatına etkisi esas olarak Orta Asya ve Uygurlar bağlamında incelenmiş. Ki işin bu kısmına dair akademik çalışmaların da yeterli düzeyde olduğu söylenemez. 16. ve 17.Yüzyıl’da Hindistan ve İran üzerinden Anadolu ve İstanbul’a sızan “Budizm etkisi”nin ise şimdiye kadar neredeyse konuşulmadığını, bu konuya dair akademik çalışmanın hemen hemen olmadığını görüyoruz. Osmanlı’nın, Budizm’i, Çin ve Orta Asya’dan ziyade, doğrudan doğruya Budizm’in ana kaynak ve çıkış noktası olan Hindistan’dan “edinmiş” olması, ne olursa olsun heyecan verici bir düşünce.
Ardahan Üniversitesi’nden Serkan Derin’in “Tasavvuf ve Budizm Klasiklerinin Kavramlar Üzerinden Karşılaştırılması” konulu doktora tezinde, tasavvuf bağlamında, Budizm’in Divan Edebiyatı’na etkisine dair küçük çaplı değerlendirmeler bulmak mümkün. Ancak Serkan Derin konuyu “Sebk-i-Hindi” yani “Hindistan etkisi” bağlamında yorumlamıyor. Daha çok Yunus Emre’ye, Halk Edebiyatı’na, Divan Edebiyatı’nın Sebk-i-Hindi dışındaki kısımlarına değiniyor. Korhan Kaya’nın da “Hint Gizemciliği ile Yunus Emre Gizemciliği Arasında Paralellikler” diye bir yazısı var. Yunus Emre veya Mevlana’yı “Sebk-i-Hindi” kapsamında düşünmek ise nedense çok akla gelmiyor.
Sebk-i-Hindi’nin en yoğun temsilcisi olan Naili, kullandığı dilin karmaşıklık ve muğlaklığı açısından, Yunus Emre’den ve Mevlana’dan daha da gizemci sayılabilir. Naili’nin hangi gazellerinin, beyitlerinin, kafiyelerinin Budizm’e selam yolluyor olabileceğini ayrı bir yazıda ele almak gerek. Naili, okuru kuşkuda bırakmaktan, okurun kafasını karıştırmaktan zevk alan bir şairdir. Budizm konusunda da kuşku payı bırakmak ve bu yolla şiirlerine bir gerilim katmak istediği düşünülebilir. “Sanat Sanat İçindir” anlayışının Osmanlı tarihindeki uç noktasını temsil eden, örneğin tasavvufu tasavvuf için sevmekten çok, şiiri güzelleştiren araç olarak sevmiş, İslam tarihini şiirin güzelliğine hizmet eden bir araç olarak kullanmakta ustalaşmış Naili için, Hint kültürü de şiire hizmet eden bir renk paletiydi büyük olasılıkla. Ve Budizm de onun araçları arasındaydı galiba: Şiiri daha gizemli kılmayı sağlayan bir araç.
İşin içinde Budizm olsun veya olmasın, Divan Edebiyatı’ndaki Hint etkisinin arka planında, Hindistan tarihindeki Türk etkisi de saklı. Osmanlı İmparatorluğu, belki Hindistan yönünde pek bir genişleme politikası gütmemiş ve Hindistan’la diplomatik ilişkiler kurmakta geç kalmış olsa da Osmanlı’nın zirve döneminde, Hindistan, kısmen bir Türk devletiydi. 1526’dan başlayarak 18.Yüzyıl’ın başlarına kadar şu anki Hindistan yarımadasının tamamında hüküm süren Babür Devleti, birçok uluslararası kaynakta, “İslami bir Türk-Moğol imparatorluğu” olarak tanımlanıyor. Türkçede Babür Devleti, İngilizcede “Mughal Empire”, Bengalce ve Urducada “Mughliyah Saltanat” diye anılan bu efsanevi devletin varlığına rağmen Osmanlı ile Hindistan coğrafyası arasındaki siyasi ilişkiler çok geç ve çok yavaş gelişti. Yani siyaset şiirin çok gerisinden geldi. Osmanlı tarihinin temel stratejik yanlışlarından biri, belki Hindistan konusundaki bu gecikmeydi.