Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIPalavra bağımlısı palavracıdan gocunmazmış!

Palavra bağımlısı palavracıdan gocunmazmış!

Hepimiz biliyoruz Erdoğan’ın ‘depremde yıkılan binaların yüzde 98’inin 1999 öncesi inşa edilenler olduğu’ sözünün ne denli gerçek dışı olduğunu ama toplu bir infial üretmiyoruz. Üstelik bunca insanı kaybetmişken ve iktidarın depremle mücadele açısından gerekenleri yapmadığı apaçıkken… Çünkü muhtemelen palavraya düşündüğümüzden çok daha fazla alışkınız. Hatta belki de (kendimize kondurmasak da) palavranın bağımlısıyız…

Deprem bölgesinde ‘incelemelerde’ bulunan Erdoğan hafta içinde kimseyi fazla şaşırtmayan bir açıklama yaptı: “Son afette yıkılan tüm binaların yüzde 98’inin 1999 öncesi inşa edilenler olması, bize bina denetimi ve standardı konusunda kat ettiğimiz ilerlemeyi göstermekle birlikte işi daha da sıkı tutmamız gerektiğini de hatırlatıyor.”

Kimseyi şaşırtmadı, çünkü Erdoğan’ın hemen her konuda temeli olmayan ‘gerçekler’ öne sürmesine, palavraya dayalı tespitler yapmasına alışığız. ‘Faiz sebep, enflasyon neticedir’ gibi bariz bir örnek bile yıllardır yaşıyor. Onca ekonomist, uzman ve akademisyenden çok azı bunun yanlışlığına işaret etti. Diğerlerinin sessizliği belki de olayın bir ‘doğru/yanlış’ meselesi olmadığını görmelerindendir.

İki hafta önceki yazımda (‘İktidar palavrayı niye seviyor’, 4 Şubat) söylediğim üzere mesele daha ‘derin’. Erdoğan’ın dünyasında doğru ve yanlışlar gerçeklikten neşet etmiyor. Aksine kendi zihnindeki doğru ve yanlışlar bir gerçeklik oluşturuyor. Zihinde oluşan gerçekliğin dışımızdaki hakiki gerçeklikle sınanması da sorun yaratmıyor, çünkü her halükârda zihindeki gerçeklik doğrulanmış farz ediliyor.

Bu sayede faiz indirimiyle enflasyonu düşürdüğünü ve düşüreceğini inançla söyleyebiliyor. Aynı şekilde depremde yıkılan binaların yüzde 98’inin de 1999 öncesi yapıldığını (muhtemelen yine inanarak) öne sürebiliyor. Böylesine kesin rakam vermesi ise olayı daha da ‘grotesk’ hale getiriyor, çünkü palavraya bilimsel gözüken bir kılıf giydirilmiş oluyor. Hele alınan tedbirlerin isabetinin bu vesile ile ortaya çıkmış olduğunu vurgulaması, ne denli gerçeküstü bir durumla karşı karşıya olduğumuzun işareti.   

Durum fazlasıyla abes olmasına karşın birkaç uzman kendini tutamayıp ‘yanlışı’ düzeltmeye kalktı. Yapı mühendisi bir akademisyen, depreme maruz kalan binaların yüzde 50-60’ının 2000 yılı sonrası inşa edildiğini söylemekle kalmadı, Erdoğan’ın beyanı için de “Sokakta gezerek saysanız tutmaz bu rakam” dedi.

Tabii ki öyle… Hepimiz biliyoruz Erdoğan’ın sözünün ne denli gerçek dışı olduğunu ama toplu bir infial üretmiyoruz. Üstelik bunca insanı kaybetmişken ve iktidarın depremle mücadele açısından gerekenleri yapmadığı apaçıkken…

Çünkü muhtemelen palavraya düşündüğümüzden çok daha fazla alışkınız. Hatta belki de (kendimize kondurmasak da) palavranın bağımlısıyız… Kendimizi birtakım ‘hasletlerle’ tanımlıyor, geçmişimizi bir dürüstlük ve kahramanlık hikâyesi olarak kurguluyoruz. Dolayısıyla aslında palavra ile besleniyor ve bize palavra sunulmasından (gocunmak bir yana) memnun oluyoruz. Görmezlikten geldiğimiz hatalarımız, eksikliklerimiz, zihinsel tıkanıklıklarımız, kişilik bozukluklarımız ve benzeri bilumum olumsuz nitelikler, palavra sayesinde bir süre daha görmezden gelinebiliyor. Böylece rahatlıyoruz, kendimizi yaşanmakta olan yozlaşmanın ‘dışında’ farz etmemiz kolaylaşıyor.

İki hafta önceki yazıda söylediğim üzere, geçmişini palavra üzerine kurma kolaycılığına kaçan her toplum, geleceği söz konusu olduğunda palavrayı tercih edebilir. Nitekim gelecekle ilgili palavralar da bünyemize hitap ediyor. Onları sınama gereksinimi duymuyor, kendimizi yarattığı tatlı beklentiye salmayı tercih ediyoruz. Şaşırtıcı değil, çünkü tutarlı… Gelecekle ilgili palavralar hemen her zaman geçmişe dair palavraların üzerine oturuyor, onlar sayesinde olası ve meşru gözüküyor.

O nedenle Erdoğan’ı da yadırgamıyoruz… O bizden biri… Biz toplum olarak kendimizi palavra bir ideolojik (ve kimliksel) zemin üzerinde kurguladığımız için yöneticiliğe de bu işi samimiyetle yapabilecek, kendi palavrasına içtenlikle inanabilecek birini seçmişiz. 

Şimdi yine bir seçim yaklaşıyor… Ruhunuz büyük bir değişime hazır olmayabilir, alışkın olduğunuz palavra dünyasından kopmak istemeyebilirsiniz… O takdirde yöneticinizi değiştirmeyin derim. Ama belki de artık palavra ile kurgulanmış bir ‘gerçeklikte’ yaşamaktan, ‘devlet beşiğinde’ sallanmaktan bıkmışsınızdır. Ortak kişiliksizleşmeyi kimlik sanmayı sindiremiyor olabilirsiniz…

Atacağınız ilk adım basit: Muhalefete oy vereceksiniz… Bu adım sizi özgürleştirmeye yetecek mi bilmiyoruz. Çünkü muhalefet de kendine göre farklı palavralar üretip sizi peşinden sürüklemek isteyebilir. Ama siz de öyle kolay kapılmayın!

Daha iyisi, palavracı istemediğinizi göstermek üzere şimdiden bütün palavralara karşı çıkın. Tabii anlamlı geliyorsa… Eğer anlamlı gelmiyorsa bırakın Erdoğan devam etsin, hiç olmazsa bu alanda yeteneğini kanıtlamış biri…      

- Advertisment -