2015 yılında hayatını kaybeden İngiliz antropolog Paul Spencer, araştırmaları için 2 sene Kenya’daki Samburu kabilesiyle birlikte yaşadığında 20’li yaşlarının sonuna geliyordu. Spencer, Samburu kabilesinde çok sert bir gerontokrasi olduğunu görmüş ve şok olmuştu. Spencer’in Samburu kabilesindeki yaşıtları pek rahat değildi. Evet dünyadaki neredeyse her toplumda yaşlı bireylere saygı duyuluyor, beyaz saça bilgelik atfediliyordu, fakat Samburu kabilesi yaşlı bireylerin hiyerarşi içerisindeki konumunu biraz abartmıştı. Kabilede herkes yaş gruplarına göre ayrılıyor, genç erkekler 30’lu yaşların sonuna gelene kadar söz sahibi olamıyor, evlenemiyor; sadece kendilerine verilen emirleri yerine getirip savaşıyordu. Genç erkekler sırılsıklam aşık olsalar dahi kendi yaşlarındaki kadınlarla evlenemiyor, genç kadınlar 50’li yaşında erkeklerin ikinci eşi oluyordu.
Bu sosyal düzenin bozulmaması için bir batıl inanç da uydurulmuştu. Yaşlı bir erkek bilerek ve isteyerek genç bir erkeğe lanet okuduğu zaman erkeğin tüm hayatı mahvoluyor, her işi ters gidiyor, bir nevi fişi çekiliyordu. Bu nedenle yaşlı erkeklerin, istekleri yerine getiriliyor, genç erkekler istemeyerek de olsa bu gerontokrasiye uyum sağlamak zorunda kalıyor, âşık oldukları yaşıt kadınların yaşlı erkeklerle yaptıkları düğünlerde misafirleri maskotluk yaparak eğlendirmekle yetiniyordu.
Günümüzde Samburu kabilesi hala yaşlı erkeklerin hayatın her alanında söz sahibi olduğu küçük bir kabile. Kültürleri ve yaşadıkları yerler özel koruma altında. Gelenekleri zamanın doğal akışıyla değişime uğrasa da devam ediyor. Samburu kabilesinin gelenekleri, ilk bakışta “egzotik” ve “tuhaf” gelebilir. Fakat bu katı gerontokratik (yaşçı) hiyerarşi, Amerikalılar için maalesef pek “uzak bir hikaye” değil.
Günümüz Amerikası ileri yaşına rağmen koltuğu bırakmayanlarla dolu: 90 yaşında görev başındayken vefat eden California Senatörü Dianne Feinstein, Obama döneminde emekliye ayrılması istenen fakat erken ayrılmadığı için 87 yaşına kadar görevde kalan ve Trump’ın başkanlığının bitmesine 3 ay kala vefat ederek yerine muhafazakar bir ismin atanmasına sebep olan liberal Yüksek Mahkeme yargıcı Ruth Bader Ginsburg.
Koltuğu bırakmayan en ünlü yaşlı Amerikalı ise hiç şüphesiz Joe Biden. Aksi bir gelişme olmazsa Kasım 2024 seçimlerinde oy pusulasında iki aday arasında olacak: ABD eski başkanı 78 yaşındaki Donald J. Trump ve ABD Başkanı 82 yaşındaki Joe Biden. Amerikalıların büyük bir Samburu kabilesinde yaşadıklarının farkına varmasına sebep olan gelişme ise elbette sadece adayların, özellikle Biden’in ileri yaşı değil.
ABD tarihinin en yaşlı başkanı olan Joe Biden, 27 Haziran (2024) Perşembe günkü başkanlık münazarasında ABD tarihinin ilk hüküm giyen eski başkanı Donald Trump’ın karşısında korkunç bir performansı sergiledi, bir cümlenin dahi sonunu getiremedi, boşluklara bakakaldı, neredeyse bütün yayın boyunca ağzını kapamadı, Trump’ın en büyük gaflarına dahi yanıt veremedi.
Böylece Donald Trump, 9 senelik siyasi kariyerinde ilk kez bir münazarayı “kazandı”. Münazarayı izleyen seyircilerin %66’sı CNN’in anketine göre, gecenin galibinin Trump olduğunu söyledi, münazara biter bitmez Demokrat Parti’ye yakın siyasetçiler, gazeteciler, kanaat önderleri kazan kaldırdı ve Joe Biden’in yarıştan çekilmesi, Ağustos ayındaki adaylık kurultayında yeni bir ismin Demokrat Parti başkan adayı olarak seçilmesi gerektiğini haykırdı.
Peki 300 milyonluk Amerika Birleşik Devletleri demokrasisi, Ukrayna’dan Filistin’e, Çin’den Afrika’ya küresel çatışmaların ve krizlerin arttığı bir dönemde halkın karşısına nasıl oldu da biri hükümlü, diğeri cümle kurmakta güçlük çeken iki yaşlı başkan adayını çıkarmak zorunda kaldı?
Bu haftaki münazara faciasıyla birlikte sadece ABD değil, bütün dünyanın aklını kurcalayan bu sorunun cevabı tabii ki Kenya’daki Samburu kabilesinin “kadim” geleneklerinde değil, insan kıtlığıyla ve kutuplaşmayla cebelleşen Amerikan siyasetinde saklı.
Kazanacak adaydan, istenmeyen adama
2024 seçimleri, Biden’in milyonlarca kişi önünde küçük düştüğü ilk seçim değil. Biden, henüz 30 yaşındayken senatör seçildiği 1972 yılından beri ABD siyasetinin içinde. 1988 yılında İngiliz bir siyasetçinin konuşmasından intihal yaptığı, 2008 yılında ise Obama hakkında “düzgün konuşan, temiz görünümlü ilk ana akım siyah” diyerek gafta bulunduğu için başkan adaylığı kampanyalarını bitirmiş biri. Ülkenin ilk siyah başkanı olmaya aday olan Barack Obama’nın beyazların ve merkez seçmenin oylarını almak için başkan yardımcısı adayı gösterdiği Joe Biden, aslında 2016 yılında başkan adayı olmayı planlıyordu. Fakat hem oğlu Beau’nun beyin kanseri nedeniyle 2015 yılında vefat etmesi hem de Hillary Clinton’ın bitmez tükenmez hırsı nedeniyle Joe Biden 2016 seçimlerini pas geçti. Hillary Clinton, müesses nizamın şok olacağı şekilde Trump’a karşı ağır bir seçim yenilgisi aldı.
Biden’in sırası nihayet 2020’de geldi. Obama ve Clinton’ların, neredeyse bütün medya kurumlarının ve önde gelen isimlerin desteğini alan Biden için Demokrat Parti önseçimi pek kolay geçmedi. Biden adaylık münazaralarında sık sık yaşıyla, gaflarıyla gündeme geldi, diğer adayların “unutkan ve yaşlı” eleştirilerine maruz kaldı. İlk önseçimlerin düzenlendiği Iowa ve New Hampshire eyaletlerinde sırasıyla 4. ve 5. oldu. Elizabeth Warren, Bernie Sanders gibi solcuların, Pete Buttigieg gibi genç bir ismin ve Amy Klobuchar gibi tanınmayan sıkıcı bir siyasetçinin gerisinde kalan Biden’in imdadına güney eyaletlerindeki siyah seçmenler yetişti.
Kısa bir sürede siyah seçmen konsolide olarak Obama’nın hatırına Biden’a destek verdi; solcu adaylar hariç bütün adaylar yarıştan çekilip Biden’a destek açıkladı. Biden’in mesajı netti: “Gönlünüzde yatan aday olmayabilirim, ama Trump’ı bir tek ben yenebilirim”.
Günün sonunda Biden önseçimi kazandı, siyah seçmene verdiği sözü tutarak kadın bir siyah başkan yardımcısı adayı seçti: Kamala Harris.
2020 seçim sürecinde kimse Joe Biden’in politikalarından veya karizmasından dolayı kendisine oy vermemişti. Birçok kişi Michigan, Pennsylvania, Wisconsin gibi beyaz işçi sınıfının yaşadığı Midwest bölgesinden gelmesinden, Clinton gibi elit isimlerin aksine daha halktan biri olmasından dolayı Trump’ı rahat yenebileceği düşünmüştü. Biden, insanların ilk tercihi değildi; fakat Sanders gibi sosyalistler, Buttigieg gibi tanınmayan isimlere nazaran kesinlikle “kazanacak” bir aday, merkez Demokratlardan solculara, küskün Cumhuriyetçi seçmenden siyahlara geniş bir seçmen koalisyonu kurabilecek bir siyasetçiydi.
Gerçekten de Biden; Amerikan halkına verdiği en önemli sözünü tutmuş, Trump’ı yenmişti. Fakat seçim kampanyasında verdiği en önemli sözlerden birini unuttuğunu için bir zamanların kazanacak adayı kısa bir sürede Demokrat Parti’nin istenmeyen adamına dönüşmüştü.
Önce “ghosting”, sonra “gaslighting”
Biden 2020 seçimlerinde birçok kişiyi “geçiş dönemi” adayıyım diyerek ikna etmiş, yakın çalışma ekibi sık sık “Biden 2024 seçimlerinde aday olmayacak, yerini yeni nesillere bırakacak” demişti. Biden, yıllardır bir adım uzağında durduğu Oval Ofis’teki o rahat koltuğa oturur oturmaz bu sözlerini rafa kaldırdı, 2024 seçimlerinde de adaylığını açıkladı.
2020 seçimlerinden sonra boşluğa baktığı, buluştuğu dünya liderlerinin isimlerini veya cümleleri karıştırdığı her görüntünün ardından seçmenlerin Biden’in ileri yaşına ilişkin endişeleri arttı. 2023 yılında Demokratların %69’u Biden’in ikinci dönem başkan adaylığı için “çok yaşlı” olduğunu düşünüyordu.
Biden kampanyasının argümanı ise basitti. 4 farklı ceza davasından yargılanan, 6 Ocak Kongre Baskını gibi korkunç bir saldırıya imza atan, 2022’den önce Demokratların kontrolündeki Kongre tarafından hakkındaki iddialar araştırılan Donald Trump’ın adaylığı kesinleşecek, Biden’in ileri yaşından dolayı rahatsız olan seçmenler “Yetmez ama Biden” diyerek Trump karşısında kerhen de olsa Biden’i destekleyecekti. Trump hakkında davalar açıldıkça, gizli nükleer belgeleri Florida’daki malikanesinde tuvaletinde sakladığı, porno yıldızına sus payı ödemesini şirketinden gider olarak düştüğü, Georgia eyaletinde bir “çete” kurarak seçimi çalmaya çalıştığı ortaya çıktıkça Biden ekibinin özgüveni de arttı. Biden önce verdiği “tek dönem” sözü yokmuş gibi davrandı. Bu ghosting’in (hayalet gibi davranma) ardından ise gaslighting devreye girdi. Demokrat elitler ve Biden ekibi, Biden’in hiçbir şekilde sağlık sorunu yaşamadığı, birebir toplantılarda gayet bilinçli bir şekilde konuştuğunu söylüyordu. Halkın anketlere yansıyan sorunları Biden ve ekibi tarafından yok sayılmıştı.
Biden 2024 seçimlerinde tekrar aday olacağını açıklayınca hiçbir ciddi aday önseçimde görevdeki başkanın karşısına çıkmaya cesaret edemedi veya Trump’ın tekrar aday olacağının kesinleşmesiyle birlikte “oyları bölmek” istemedi. California Valisi Gavin Newsom, Ulaştırma Bakanı Pete Buttigieg gibi parlak genç isimler arka planda kaldı, 4 sene boyunca Biden’a gölge etmemeyi tercih ettiler. Nitekim Kamala Harris dahi siyasal iletişimine ve imajına pek önem vermedi. Demokrat Parti, bütün kadrolarıyla firesiz bir şekilde Biden’in bu kararını destekledi. Trump’ın karşısında aday tartışmayı tercih etmediler. Görevdeki başkanın istemesi durumunda ona engel olacak kimse yoktu. Biden’in kendisini arkasında kurulan bu güçlü duvarı yıkması ise sadece 1.5 saat sürdü.
Biden’ın başarı eşiği: Her soruyu yanıtlamak
Biden’in daha önce G-7 Zirvesi’nde donduğu veya uyuyakaldığı anlar sosyal medyada yayılmış, fakat ABD merkez medyası bu tür görüntüleri manşetlere taşımayı tercih etmemiş, Ezra Klein, Nate Silver gibi isimler dışında çoğu kişi Biden’in sağlık sorunlarını yok saymıştı.
Biden kampanyası için ilk alarm zili, milyonlarca kişinin ekranlara kitlendiği Super Bowl beyzbol finalinde geleneksel prime time başkan söyleşisini es geçmesiyle çaldı. Biden uzun bir süre canlı yayında, prompter olmadan konuşma riskini göze almamıştı. Kampanya ekibine göre Biden bu canlı yayına hazır değildi. Fakat Biden, bu hafta düzenlenen Trump münazarasına da başkanların inziva konutu Camp David’e birbirinden yetenekli 16 danışmanıyla 5 gün boyunca kapanıp çalışmasına rağmen de hazırlanamamış olsa gerek ki büyük bir rezalet yaşandı.
Biden, ABD halkının neredeyse yarısının ekrana kitlendiği bir gecede neredeyse hiçbir cümlesini tamamlayamadı. Demokratların doğan çocukları dahi kürtaj yapıp öldürdüğünü belirten Trump’ın yalan söylediğini haykıramadı. Canlı yayında neredeyse her cümlesine hatalı bilgi ve yalan sıkıştıran Trump’ın üzerine gitmedi. Kafası karıştı, yayın boyunca ağzı açık kaldı, Trump rakibine gözlerini sıkarak dikkatle bakarken Biden boşluğa baktı. Trump yalan yanlış da olsa cümle kurarken, Biden bir cümle dahi kuramadı.
Biden, Trump hakkında açılan ceza davalarından sadece bir kez bahsetti. Halbuki Biden’in yaşı ne kadar büyük bir endişeyse, Trump’ın hükümlü olması da endişe yaratan bir durum.
Amerikalıların %62’si için Biden’in yaşı önemli bir sorun, Trump’ın davaları ise %51 için önemli bir endişe
Münazaranın ardından CNN, ABC, New York Times dahil bütün medya kurumları Biden’i eleştirmeye başladı. Biden’i bugüne kadar en çok takdir eden isimler duygusal “yarıştan çekil” konuşmaları yaptı. Biden’in her sabah 7’de izlediği Morning Joe sabah programının eski Cumhuriyetçi sunucusu Joe Scarborough hiç acımadan Biden’a “çekil” çağrısında bulundu, Biden’in bir şirkete CEO dahi olamayacağını söyledi. Biden’in kötü performansının ardından hemen CNN’e bağlanan Kamala Harris dahi eleştiriler üzerine bu gecenin “yavaş bir başlangıç” olduğunu ağzından kaçırdı. Biden’in münazara performansından sanırım tek memnun kalan isim ise First Lady Jill Biden’dı. Jill Biden önce eşinin koluna girip sahneden aldı, sonrasında Georgia’daki bir münazara izleme partisinde eşini anons etti: “Joe, süperdin, her soruyu yanıtladın”. Jill Biden’in bu ilginç başarı eşiği karşısında eşinin münazara yeteneklerinden memnun kalmaması zaten pek beklenemezdi sanırım.
Trump’ın ise bu rezalet karşısında tek bir cümle kurması yeterli oldu: “Biden’in ne dediğini anlamıyorum, bence o da anlamıyor.”
Trump belki heybesine yeni bir seçmen katamamıştı, fakat kendi tabanının sandığa gitme motivasyonunu arttırmış, Biden’i rezil edebileceğini göstermiş, adeta bir güç gösterisi yapmıştı. Trump’ın kendi tabanını sandığa taşıması, kendisini sevmeyenleri çok fazla korkutmaması yeterliydi. Halihazırda kendi tabanıyla “toksik” bir ilişki içerisinde olan Trump dün gece bunu fazlasıyla başardı.
Peki ya Trump?
Trump önceki senelere göre oldukça sakindi. Çok daha az söz kesti. Radikal bir aday imajını unutturmaya çalıştı. ABD geneli için pek popüler olmayan Ukrayna’ya desteğin azalması, Putin ile masaya oturulması, kürtajın her yerde yasaklanması gibi konulardaki soruları hızlıca geçiştirdi. Her soruda belirli mesajlara sadık kaldı: düzensiz göç ve suçun artmasını eleştirdi, ABD halkının vergilerinin Ukrayna’da olduğu gibi savaşlar için harcanmasına tepki gösterdi. Biden bunun karşısında net bir mesaj vermek yerine kürtajdan bahsederken dahi göçmenler tarafından öldürülen bir kadından konu açarak Trump’ın eline koz verdi.
Biden nasıl Demokratların en zayıf adayıysa, Trump da Cumhuriyetçilerin en zayıf adayı. Cumhuriyetçi önseçiminde Nikki Haley, Ron DeSantis gibi ciddi rakipleri vardı. Fakat Trump Cumhuriyetçi seçmen nezdinde kendisi hakkında açılan davalara rağmen %40 gibi sadık bir seçmen desteğini hep korudu. Davalar açıldıkça oyu ve desteği yükseldi. Nikki Haley yarıştan çekilse dahi 100 bine yakın oy aldı, en azından belirli bir kesim Trump’a tepkisini son ana kadar gösterdi. Fakat Trump 2020’den beri çok başarılı bir strateji ile kendisine yönelik bu “dostane” tepkileri susturdu.
Trump 2020 seçimlerinde hile yapılmadığını söyleyen, kendisini radikal bulan bütün Cumhuriyetçileri 2020 senesinden itibaren teker teker avladı. Hepsinin önseçimlerdeki rakiplerini destekledi, Liz Cheney gibi isimlerin kariyerlerini bitirdi, rezil etti. “Sözde Cumhuriyetçi” olarak adlandırdığı isimlerin kaybetmesi için bağış topladı, bütün ABD’yi dolaştı. Trump çok net bir şekilde kendisiyle aynı hizaya gelmeyen Cumhuriyetçilerin partide işinin olmadığını bütün ülkeye göstermişti. Bu noktada Trump hangi davada yargılanırsa yargılansın partiyi bir arada tutmayı başardı. Seçmenin önemli bir kısmı kendisine 6 Ocak Kongre Baskını’ndan itibaren mesafe koysa da parti yöneticileri esir alması ve sadık seçmeniyle bağını asla koparmaması nedeniyle kendisine alternatif bir ismin çıkmasını engelledi.
Biden ve Trump’ın siyasetle kurduğu bu toksik ilişki sonucunda, Kasım 2024 seçimlerinde pusulada bu iki ismin yeri netleşti.
En azından şimdilik.
Biden geri çekilecek mi?
Münazaranın hemen ardından Amerikan müesses nizamı manşetleri attı: “Biden şerif bile olamaz.” Neredeyse bütün etkili köşe yazarları Biden’a çekil çağrısı yaptı.
En son seçime bu kadar yakın bir aşamada çekilen başkan adayı 1968’de önseçimlerinin başında çekilen Lyndon Johnson’dı. Johson, Vietnam Savaşı’nın etkisiyle bölünen partiyi toparlayamayacağını fark etmiş ve seçimleri kaybetmeden adaylıktan çekilmişti. Fakat Biden’in durumu çok daha vahim. Demokrat Parti’nin adaylık önseçimleri çoktan sona erdi ve Biden 14 milyon oyla %87 oranında delege kazandı. Kurultaydaki 3937 delegeden 3894’ü Biden’a ait. Biden resmen aday değil, fakat önseçimi kazandı.
Adaylık kurultayı 19 Ağustos’ta Chicago’da düzenlenecek. Fakat Ohio eyaletinde pusula 7 Ağustos’ta kesinleşeceği için Demokratlar öncesinde delegeleri toplayarak adaylarını kesinleştirebilir. Bu nedenle Demokratların adaylarının kesinleştirmeleri için yaklaşık 40 günleri var.
Biden’in geri çekilmeyi kabul etmesi durumunda en olası başkan adayı Kamala Harris. Demokratlar, ülkenin ilk siyah ve kadın başkan yardımcısını başarısız diye kenara itmesi biraz zor. Fakat Kamala Harris’in durumu Biden’dan da beter. Anketlerde daha düşük, ideolojik konumu daha muğlak, bugüne dek somut bir başarısı yok. Büyük bir hayal kırıklığı.
California Valisi Gavin Newsom da partinin dinamik ve hırslı gençlerinden. Fakat hem California’daki suç ve evsizlik sorunlarının çözülememesi, hem de California’dan çıkan bir valinin küskün Cumhuriyetçileri ve solcuları aynı anda birleştirmesi pek yüksek bir olasılık değil. Newsom’un da Harris gibi sonrasında “balon” çıkması olası. Biden’in 2020 yılında kurduğu geniş koalisyonun benzerini kurabilecek nadir isimlerden biri Michelle Obama. Fakat Michelle Obama da 2024’te siyasete girme niyeti olmadığını çoktan söyledi bile. Her ne kadar Hillary Clinton hala hevesi almamış olsa da 2016 hezimetinin ardından aday olması yine pek yüksek bir olasılık değil.
Demokratlar birkaç gündür yaşadıkları paniği atlatırsa Demokrat Adaylık Kurultayı bir “demokrasi” şölenine de dönebilir. Cortez’den Buttigieg’e olası adaylar kürsüye çıkarak konuşmalar yapar, delegeleri ikna eder, Demokrat siyasetçiler farklı koalisyonlar kurarak oylamayla yeni bir başkan adayı seçebilir. Bu süreci kapalı kapılar ardında değil, canlı yayında kavga etmeden yürütürlerse Biden’in çekilmesinin enkazını hızlıca toparlayabilir ve güçlü bir aday bulabilirler.
Fakat bunun için ikna etmeleri gereken bir kişi var. O da Biden. Fakat Biden, pek ikna edilmiş gibi durmuyor, münazaradan hemen sonra North Carolina’da düzenlediği mitingde “Yaşlı olabilirim, hızlı yürüyemiyorum, hızlı konuşamıyorum, fakat yalan söylemiyorum, ülkeyi yönetebilirim” diyerek prompterdan yaptığı akıcı ve hareketli konuşmasıyla yeni tonunu belirledi bile. Münazara gecesini “anlık” bir hata olarak gösterip prompter desteğiyle dinamik konuşmalar yaparak hasarı kapamaya çalışacak.
Fakat münazaranın hasarı pek kapanacak gibi durmuyor. Zaten Biden’i adaylıktan vazgeçirmesi beklenen Barack Obama, Cliton gibi isimler dahi bir gün sonra “kötü münazaralar da olur, normal” diyerek Biden’a destek açıklaması yaptı.
Peki şimdi ne olacak?
Açık konuşalım: Bugün seçim olsa Trump’ın kazanması çok olası. Evet, iki sevilmeyen adayın yarışında özellikle Michigan, Pennsylvania, Wisconsin, Arizona gibi kritik eyaletlerde seçimin 10-20 bin oyla değişebildiği gerçeği karşısında yarışın seyrini tahmin etmek biraz zor. Ama kararsız seçmen, her seçimde oyunu değiştiren seçmenlerin, bu münazarayı izledikten sonra Biden’a ikna olması düşük olasılık. Yine de bir mucize olur ve Joe Biden, sağlıkla ilgili algısını kırabilirse, Gazze’de barışı sağlarsa, Demokrat Parti’deki endişeleri dindirirse şansı artabilir. Biden, kritik eyaletlerdeki anketlerde geride. Bu nedenle ekstra çabalaması gerekiyor. İşte Demokratlar tam da bu nedenlerden dolayı panik.
Biden, kendi kampanyasının fişini çekti. Demokrat Partili eski senatör Claire McCaskill’in dediği gibi yapması gereken tek bir şey vardı: Başkanlık yapacak kadar sağlıklı ve dinç olduğunu göstermek. Bunu başaramadı. Cumhuriyetçiler kendisini aylardır resmettiği karikatürün ne kadar doğru olduğunu 1.5 saat boyunca canlı yayında Amerikan halkına gösterdi.
Amerikan halkı, Oval Ofis’te alınan kararların Ukrayna’dan Filistin’e, Çin’den Avrupa’ya bütün dünyayı derinden etkilediği kaotik bir dönemde nükleer çantayı kimin taşıyacağına işte böyle bir “siyasi kıtlıkta” karar veriyor.
Amerikan demokrasisi ne Biden’a ne Trump’a alternatif bir ismi içerisinden çıkarmayı başaramadı. Hillary Clinton 2016’da adaylıkta ısrar etmese, belki Biden 2016 ve 2020 seçimlerinde aday olur, 2024’te ise Demokrat Parti 2008’de olduğu gibi içerisinden yeni bir “Obama” çıkarır ve Trump’ın bugün esamesi okunmazdı. Belki Cumhuriyetçiler, ilk günden Trump’a set çekmeyi başarsa ve halkın müesses nizama öfkesini makul bir şekilde karşılayan yeni isimlere odaklansa Trump her şeye rağmen gücünü korumazdı.
Fakat hem Cumhuriyetçi hem Demokrat elitler adeta bir “çete” gibi kendi mevkilerini tuttu, koltukları kendi aralarında bölüştürdü, halkın isteklerine ve değişim rüzgarlarına set çekti, böylece aradan sıyrılacak yeni isimlerin de önü kesildi.
Bazı şeyler için artık çok geç. Biden’in 82 yaşında olduğunu yeni fark eden elitlerin paniği bu siyasi kıtlığa derman olmayacak. Amerikan halkı büyük olasılıkla Kasım 2024’te sandığa gidecek ve Biden ve Trump arasında bir seçim yapacak. Kennedy gibi üçüncü adayların oldukça fazla oy alacağı bu seçimde yine de bu iki isimden biri galip çıkacak ve Oval Ofis’teki koltuğuna oturacak.
Genellikle bir demokrasinin kalitesini özgür seçimler, geniş hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı belirliyor. Fakat pusulanın kalitesi de önemli. 250 yıllık Amerikan demokrasisi tarihin en kritik seçiminde dönüp dolaşıp 300 milyonun önüne seçim sonuçlarını kabul etmeyen bir hükümlüyle, başarı eşiği her soruyu duymak olan yaşlı bir siyasetçinin bulunduğu bir pusula koydu.
Amerikalıların “mecbur” bırakıldıkları bu pusulaya bakınca mutlu olması pek mümkün değil.
Pek de haksız sayılmazlar. Birçoğu ya her zamanki gibi sandığa gitmeyecek, ya da giden de bir soğuk su içip, gözünü kapayıp, en çok nefret ettiği adayın karşısındaki adaya istemeye de olsa oy verecek.
5 Kasım Salı günkü seçimleri Trump ya da Biden kazanacak, ama seçmeni böylesine kalitesiz bir oy pusulasına mecbur bıraktığı için Amerikan demokrasisi çoktan kaybetti bile.