31 Mart’ta yapılan mahalli idareler seçimi, AK Parti’nin 22 yıllık sandık saltanatına son verdi. 2002’den 2024’e kadar AK Parti, yedisi genel (2002, 2007, 2011, 2015-Haziran, 2015-Kasım, 2018, 2023), dördü yerel (2004, 2009, 2014, 2019) ve üçü de Cumhurbaşkanlığı (2014, 2018, 2023) olmak üzere 14 seçime girdi. Ayrıca bu dönemde üç halk oylaması da (2007, 2010, 2017) yapıldı. AK Parti, bu 17 seçimin tamamında galip geldi ve tekrarı imkânsız bir başarıya imza attı.
Fakat 31 Mart farklı oldu ve AK Parti açısından dramatik bir tablo oluşturdu. Çünkü AK Parti, bu seçimden 2002’den bu yana aldığı en düşük oy oranıyla (yüzde 35,49) çıktı ve tarihinde ilk defa ikinciliği tattı. AK Parti bir yıldan az bir sürede 2 milyonun üzerinde oy kaybetti. 14 Mayıs’taki genel seçimlerde 18.586.137 olan AK Parti’nin oyu 31 Mart’taki yerel seçimlerde 16.339.771’e düştü.
AK Parti’nin belediye sayısı da hatırı sayılır bir nispette azaldı. 2019’da AK Parti’nin 15’i büyükşehir, 24’ü şehir, 535’i ilçe ve 202’si belde olmak üzere toplamda 776 belediyesi vardı. 2024’te ise AK Parti 12’si büyükşehir, 12’si şehir, 359’u ilçe ve 124’ü belde olmak üzere toplamda 507 belediye başkanlığı kazandı.
AK Parti geçmiş seçimlerde rakiplerini ezip geçtiği Karadeniz, İç Ege ve İç Anadolu bölgelerinde büyük bir güç kaybetti. Kalesi sayılan ve asla düşmeyeceği sanılan Urfa ve Adıyaman gibi sembol şehirlerde de bayrağı rakiplerine teslim etmek zorunda kaldı. Hülasa Erdoğan’ın partisi her düzeyde ciddi bir sarsıntı geçirdi.
Siyasi kabızlık
Elbette bu bir günde olmadı; partiyi oy kaybına uğratan ve bir süredir devam edegelen birtakım yapısal sorunlar var. Evvela, 22 yıldır iktidar olmanın getirdiği bir yıpranmışlıkla her gün daha fazla yüz yüze geliniyor. Yıpranmışlık her alanda kendini gösteriyor. Mesela AK Parti siyaset kabızlığı çekiyor ve memleketin önüne yeni bir tahayyül koymada sıkıntı yaşıyor.
Gerçi Etyen Mahçupyan’ın “Yeni İttihatçılık” olarak tanımladığı “Türkiye Yüzyılı,” 14 Mayıs’ta AK Parti’nin hedefine ulaşmasına katkı sağladı. Fakat 31 Mart, bu söylemin halka o derece nüfuz etmediğini gösterdi ve kalıcılığı noktasında ciddi kuşkular doğurdu. Çünkü bu söylem içte ve dışta bir kutuplaşmaya dayanıyor. Fakat anlaşılan o ki seçmenler hep bir tarafa çekilmekten yoruldular, içte ve dışta daha mutedil bir iklime ihtiyaç duyuyorlar. Bir başka deyişle, seçmen içte iktidar ve muhalefet ilişkisinin, dışta da diğer ülkelerle münasebetlerin normalleşmesini arzuluyor.
AK Parti’nin kadrolarında tevil götürmez bir daralma yaşanıyor. Erdoğan’ın haricinde üç-dört güçlü ismin düşünmeden sıralanabildiği bir AK Parti artık yok. Parti içinde siyasi bir gücü bulunan ve herhangi bir konuda bir laf söylediğinde toplumun kulak kesildiği aktörler peyderpey AK Parti’den tasfiye edildi. AK Parti, Erdoğan için dikensiz bir gül bahçesine çevrildi, ama bunun bedeli de halk nezdindeki gücünün azalması oldu.
Bugün bütün bir parti Erdoğan’ın eline bakıyor, ama Erdoğan artık kitlelerde eskisi gibi muazzam bir heyecan uyandıramıyor. AK Parti’nin önünde çok boyutlu sorunlar duruyor. Mesela AK Parti seçmendeki sosyolojik ve demografik dönüşümleri anlamada, büyükşehirlerdeki kan kaybını durdurmada, yeni seçmenlere ulaşmada ve sahneye yeni aktörler çıkarmada büyük bir sıkıntı çekiyor. Keza AK Parti hak ve özgürlük mefhumundan uzaklaşıyor, Kürtlerle arasında kapsayıcı bir dil kuramıyor.
Bu devasa sorunlar, tek bir kişi işaret edilerek değil, ancak yeni ve aykırı fikirlerin çarpışmasıyla çözülebilir. Lakin AK Parti’de böyle bir açık tartışmanın yapılabileceği bir atmosfer de yok. Partiye entelektüel bir kuraklık çökmüş. Geçmişte AK Parti düşünce alışverişine kıymet verir, her kesimden okur-yazarlarla ve sivil toplum kuruluşlarıyla dirsek teması içinde bulunur, politikalarını belirlerken bu fikri kanallardan beslenmeyi ihmal etmezdi.
Ne var ki, yakın geçmişteki o AK Parti’nin yerinde bugün yeller esiyor. Parti yönetimi kendi çizgilerinin dışında duran hiç kimseyle bir irtibat kurma gereği duymuyor; sadece partinin kabullerini onaylayanlarla yetiniyor. Medyada, üniversitelerde ve sivil toplumda, salt AK Parti ile aynı dalga boyunda olanlarla bir araya geliniyor. Her yerden tek bir sesin çıkmasına gayret ediliyor. Sıkı bir kontrol altında tutulan medya ve üniversitelerden de, bürokratlaştırılmış aydın ve kanaat önderlerinden de, sürekli partiye ve lidere imanlarını tazelemeleri bekleniyor. Habire yankı odaları oluşturuluyor. Ezber ve benzer kalıpların tüketildiği bu yankı odalarında, tabiatıyla sadre şifa olabilecek düşünceler de yeşermiyor.
Kaybedilen kimlik
AK Parti, giderek sivil kimliğinden soyunuyor. Bilhassa çözüm sürecinin bitmesinden ve MHP ile kurulan ortaklıktan sonra, AK Parti ile sivilliğin arasındaki mesafe açıldı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de, sivillikten uzaklaşma ve devletle özdeşleşme sürecini tahkim etti. AK Parti, hâlihazırda şeksiz şüphesiz bir devlet partisi; bütün valilerin, kaymakamların, rektörlerin, askeri ve sivil bürokratların AK Parti’nin bir aparatına dönüştüğünü söylemek abartı olmaz.
Öyle ki, seçimlerde oy istemek de dâhil olmak üzere, AK Parti’nin yapması gereken bütün işler devlet eliyle yapılır oldu. AK Parti’nin teşkilatları da bu resimde, vatandaşların taleplerini merkeze ileten birimler olmaktan çıktı ve bir devlet dairesine dönüştü. AK Parti’yi sivil aktörlerin — milletvekillerinin, teşkilat mensuplarının — değil devlet ajanlarının temsil ettiği düşüncesi güçlendikçe de, siyasetçiler muhatap olmaktan çıktılar ve insanlar muhatap olarak bürokratların kapısını aşındırmaya başladılar.
Son sekiz yılda yaşananlara bakıldığında görünen o ki AK Parti bu devletleşme halini çok sevdi. Kolay kolay da bundan vazgeçecek gibi durmuyor. Ancak devlet partisi olmanın da bir maliyeti var, hem de ağır bir maliyet. Devletle bütünleştikçe AK Parti giderek halktan kopuyor, halkın gündeminden uzaklaşıyor ve hakkı hukuku gözetmeden her şeyi yapabileceği vehmine kapılıyor.
Devlet postuna oturduğunu düşündüğünden, hal ve hareketlerine bir kibir egemen oluyor. Sürekli üst perdeden konuşuyor. Devleti arkasına almak etkin bir denetimi nâmümkün kıldığından, partiyle irtibatlı yolsuzluk, liyakatsizlik, rüşvet, şatafat ve benzeri hukuksuzlukların ve yanlışlıkların tamamının üstü devletin gücüyle örtülüyor. Keza devletle bütünleşme, AK Parti ile Kürtlerin arasında uçurumlar örüyor. Hem doğuda hem de batıda AK Parti’nin Kürtlerle olan bağı zayıflıyor ve bu da AK Parti’yi kuvvetten düşürüyor.
Velhasıl AK Parti, özellikle 2015’ten beri seçmen tabanını zayıflatan bir süreçten geçiyor. Ancak parti yönetimi, partiyi oy kaybına uğratan yapısal ve konjonktürel nedenlerle yüzleşmekten kaçınıyor.
2023’te AK Parti, muhalefetin her biri ders olabilecek boyuttaki yanlışları sayesinde Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandı. Ancak bu bir Pirus zaferiydi. Çünkü her ne kadar Erdoğan sandıktan muzaffer çıkmışsa da AK Parti 2002’ye, yani başlangıç seviyesine kadar gerilemişti. Seçmen uyarısını yapmış ve AK Parti için tehlike çanlarını çalmıştı.
Fakat Beştepe ve Söğütözü’ndeki kulaklar bu çan seslerini duymazlıktan gelince, bir yıl önceki Pirus zaferinin yerini acı bir mağlubiyet aldı. 31 Mart’ta takke düştü, kel göründü. Ve eğer AK Parti bir siyaset değişikliğine gitmez de son sekiz yıldaki rotasında ısrar ederse, sanırım o takkeyi düştüğü yerden kaldırmak pek kolay olmayacak.