Putin’in Ukrayna savaşı ikinci ayını doldurup üçüncü ayına girdi. Biteceği konusunda da en ufak bir işaret yok. Savaş başladığında bizde televizyonlara çıkan kendilerinden çok emin emekli general, amiral, profesör ve diğer kendinden menkul uzmanların dile getirdiği iddiaların ve başka gözlemcilerin de beklentilerinin aksine, Putin’in birkaç gün içinde Ukrayna’yı haritadan silme emeline ulaşmadığı gibi taktik değiştirip hedef küçülttükten sonra Donbas’ı ele geçirmekte de zorlandığı görülmektedir. Bu durumun birçok sebebi arasında Rus silah teknolojisinin tahmin edildiğinden bir hayli zayıf olmasının da önemli bir faktör teşkil ettiği anlaşılıyor. Türk halkına büyük fedakarlıklar yaptırılarak satın alınan, hatta ikinci partisinin de tüm itirazlara rağmen satın alınmasının gündemde olduğunun hatırlatıldığı S400’lerin pek bir işe yaramadığı, zira Ukrayna hava kuvvetlerine hava sahasını kapatamadıkları da görülmektedir. Ancak bu durumun dahi iktidarı S400 saplantısından vazgeçirmediği, Savunma Sanayii Başkanının geçtiğimiz günlerde verdiği, ABD Kongresinin iktidarın F16 projesini sabote etmesi dışında bir sonucu olamayacak demecinden anlaşılmaktadır.
Sahadaki başarısızlığın yanında Batı sermayesinin her ne pahasına olursa Rusya’dan kaçmakta olması Putin’i daha fazla endişelendiriyorsa haksız sayılmaz. Geçtiğimiz hafta Renault şirketi ve Fransız bankası Société Générale milyarlarca avro kaybetme pahasına Rusya’dan çıkmakta olduklarını açıkladılar. Bankalar, hizmet şirketleri, sanayiciler arkalarına bakmadan ve büyük zararları göze alarak Rusya’dan kaçıyorlar. Bu da aslında hem savaşın uzun süreceğinin hem de Putin başta kaldığı sürece Rusya’nın dünya ekonomisinden tecrit edilmeye devam edeceğinin işaretidir.
Savaşın ne kadar süreceğini tahmin etmek mümkün değil. Kimisine göre İkinci Dünya Savaşının Sovyetler Birliği için bittiği tarih olan 9 Mayıs 1945’in yıldönümünde Putin bir çeşit zafer ilan edecek ve savaşı sonlandırmaya çalışacaktı. Ancak öyle anlaşılıyor ki Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ile başlıca destekleyicileri olan ABD ve Birleşik Krallık idareleri, barış için Rusya’nın Kırım dahil işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi üzerinde ısrar edecekler. Müzakere masasına oturulduğunda peşinen ilan edilen şartların yumuşaması ihtimali çok yüksektir tabii, ama mevcut durumda Rusya’nın sebep olduğu ölçüsüz tahribat, insafsız katliamlar ve en önemlisi cephedeki başarısızlığı karşısındakilerin elini kuvvetlendiriyor.
Batının başta ekonomik ve ticari alanlar dahil olmak üzere Rusya’yı her bakımdan tecrit etmeye çalıştığı görülüyor. Aslında Rusya’ya bakıldığında nükleer bir güç olmasına, hattâ süper güç olma iddiasına karşın, ekonomisi petrol ve gaz, ayrıca silah üretimiyle sınırlı bir gelişme yolundaki ülkeninkini andırıyor.
Nitekim, savaş başladığında Batının ilk yaptırımlarından birisi Rusya’nın enerji sektörüne yönelik oldu. ABD zaten fazla ihtiyacı olmayan Rus petrol ithalatını durdurdu. Avrupa da istemeyerek de olsa Rusya’dan petrol ve doğal gaz ithalatını kısma ve hattâ tamamen sonlandırma yollarını arıyor.
Aslında Rusya, daha doğrusu Sovyetler Birliği önemli bir doğal gaz tedarikçisi olarak Avrupa ve Türkiye piyasasına 1980’li yıllarda girdiğinde bu ülkeye enerji bağımlılığının tehlikeli olabileceğini söyleyenler yok değildi. Ancak Gorbaçev’in yönettiği Sovyetler Birliği ve onun Rusya’daki halefi Yeltsin Batı için iş yapılabilir partnerler olarak görülmüş ve artan sayıda inşa edilen boru hatlarıyla Avrupa ve Türkiye’nin Rus doğal gazına bağımlılığı zaman içinde artmıştır. Putin geldikten sonra enerji ticaretini ekonomik değil siyasi bir silah olarak kullanma niyetinin gittikçe daha açık olması ve özellikle iktidara gelir gelmez Çeçenistan’da isyan bastırmada kullandığı orantısız vahşet, sonradan Gürcistan ve Ukrayna’ya saldırıları Batıyı uyandırmaya yetmemiş, özellikle Merkel Almanyası ve Erdoğan Türkiyesi bu bağımlılığının gittikçe artmasına farklı düzeyde de olsa destek olmuştur. Bu dönemde Rusya güvenilir bir tedarikçi imajını muhafaza etmek için elinden geleni yapmış ve arada meydana gelen ufak tefek krizlere rağmen müşterilerine gaz teslimatını aksatmamıştır. Bu husus ve ayrıca Rusya’nın dünya ekonomisiyle bütünleşme arzusuyla IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi hukuk kurallarının yönettiği teşkilatlara girmesi muhataplarını rahatlatmıştır. Batı, Soğuk Savaşın da bitmesiyle gerek askeri gerek ekonomik alanda Rusya’ya karşı gardını indirmiş ve tehlike çanlarının Putin’in iktidara gelmesiyle çalmaya başladığını görmezden gelmiştir.
Putin’in Ukrayna saldırısı bu olguyu tamamen değiştirmiştir. İktidar ve muhalefet medyasının kasıtlı olarak takip ettiği savaşı önemsizleştirme gayretleri Türkiye’de meyvesini vermiş ve kamuoyu, anketlerin de gösterdiği gibi Rusya’yı büyük ölçüde suçlamaktan çekinmiştir. Tersine, anlaşılmaz bir mantıkla Ukrayna saldırıya uğramanın sorumlusu, NATO da onun azmettiricisi olarak suçlanmıştır. Ancak gerçekleri olduğu gibi gören Batı kamuoyunda durum farklı olup hükümetler ve şirketler üzerinde baskının artmasıyla yaptırımların sayısı ve gücü her gün artmaktadır.
Böyle bir ortamda, ekonomisinin yaptırımların etkisiyle bu yıl %11 oranında daralacağı IMF tarafından tahmin edilen Rusya’nın lideri Putin, tabiri caizse yangına körükle gitmekte ve Bulgaristan ile Polonya’ya gaz satışlarını durdurarak, ayrıca gaz satın alacak şirketlerin ödemelerini (kendi yaptığı sözleşmelere aykırı bir şekilde) ruble ile yapması talebinde bulunarak, güvenilir tedarikçi imajını onarılmaz bir şekilde bozmaktadır. Kısa zamanda bazı şirketlerin çaresizlik içinde bu oyuna gelmeleri ve Putin’in şartlarını kabul etmeleri mümkündür. Gerçi böyle bir uygulamanın AB tarafından yürürlüğe konan yaptırımlara aykırı olduğu bizzat AB Komisyonu yetkilileri tarafından açıklanmıştır. Ancak daha uzun vadede bir taraftan Rus doğalgazına alternatiflerin aranması, diğer taraftan da yenilenebilir enerji kaynak yatırımlarına hız verilmesi şimdiden gündeme gelmiştir. Almanya Rusya’dan ithal ettiği petrolü tüketiminin %35’inden %12’sine indirmiş ve Rusya’dan doğal gaz ithalatını 2024’ün ikinci yarısından itibaren sıfırlayacağını açıklamıştır. Tüm Avrupa doğalgaz altyapısını güçlendirme, ayrıca sıvılaştırılmış gaz tesis sayısını arttırma yoluna gitmektedir. Bu kriz Putin’in hiç sevmediği ve mümkün olduğu kadar yok farz etmeye çalıştığı Avrupa Birliği’ne ilave bir rol vermkte ve üye ülkeleri aralarında enerji konusunda daha çok kenetlenmeye sevk etmektedir. Yani savaş sadece savunma alanında değil enerji alanında da Avrupa Birliği ülkelerini aralarındaki işbirliğini arttırmaya sevk etmektedir. Bu alanda da Putin hedefinin aksine bir neticeyle karşılaşmıştır.
Peki Putin Avrupa’ya ve Amerika’ya satamayacağı petrol ve gazı ne yapacaktır? Japonya ve Kore de Batıya uyacaklarını ve Rusya’dan enerji ithalatını arttırmayacaklarını ve zaman içinde sıfırlayacaklarını açıkladılar bile. Hindistan’ın petrol ithalatını arttırmaya, ancak fırsattan yararlanarak fiyat kırmaya gittiği ve önemli fiyat indirimleri elde ettiği dış basından anlaşılmaktadır. Ancak petrolün Rusya’dan Hindistan’a ulaştırılması için gereken tanker kapasitesinin sınırlı olduğu ve AB ülkelerinin tankerlerinin bu amaçla kullanılamayacağı açıklanmıştır. Çin ile doğalgaz ticaretini arttırma yolunda bir anlaşma yapılmış olmakla beraber, Rusya ile Çin arasında doğal gaz boru hattı kapasitesi sınırlı olup bu ticaretin kısa zamanda fazla artması mümkün görülmemektedir. Yavaşlama dönemine girmiş olan Çin ekonomisi önümüzdeki kısa dönemde enerji ithalatını arttırma ihtiyacını duymayabilir de.
Türkiye’nin bu alanda ne yaptığı birçok diğer alanda da olduğu gibi sis perdesiyle örtülüdür. Rusya’ya petrol ve gaz bağımlılığımızı son yıllarda nispeten azaltmaya çalışan fakat Rusya’ya herhangi bir yaptırım uygulamamakta ısrarcı olan, tersine savaşı ekonomik ilişkilerimizin gelişmesi için bir fırsat olarak gören iktidarımız, umalım ki Hindistan’ın yaptığı gibi en azından ithal ettiğimiz enerjinin fiyatının kırılması için gayret harcasın.
Savaş uzamadığı takdirde Rusya finansman sorunuyla karşılaşmayabilir. Ancak zaten yaptırımlardan dolayı rezervlerinin en az yarısına ulaşamayan ve ödemelerin bu yüzden ruble ile yapılmasını isteyen Rusya’nın zaman geçtikçe kaynak sıkıntısı artacaktır.
Daha önemlisi, 40 yıl boyunca güvenilir tedarikçi ve oyunu kurallarına göre uygulayan ülke imajını pekiştirmek için ciddi gayretler harcayan Rusya’nın yerle bir olan bu imajını yeniden tesis etmek o kadar kolay olmayacaktır. Güven bir defa kayboldu mu geri gelmesi çok zordur. Bunun bedelini belki Putin şahsen değil ama Rus halkı topluca ödeyecektir.