Aile terbiyesinden midir, yoksa kendi yumuşak karakterinden mi, bilmem, ama ben Yıldıray Oğur’un öfkelendiğini, sesini yükseltip sertleştiğini ne gördüm, ne de hayal edebilirdim.
Geçmiş zaman kipiyle “edemezdim” diyorum, çünkü artık edebiliyorum. Aşağıdaki satırlarda her an patlayabilecek bir öfke, özenle bastırılsa da her satırda kendini belli eden bir kızgınlık olduğu bence kuşkusuz:
“… sonra bazıları mahalleden çıktı ve duvarlarla örülmüş siteler ve rezidanslara yerleşti… Sadece yaşam alanları değil, çocukların gittiği okullar, sosyalleşilen mekanlar da değişti… Son 10 yılda bu makas gittikçe açıldı… Özellikle de enflasyonun yıkıcı etkisiyle toplumun maaşlı ve düşük gelirli kesimleri hızla fakirleşti, iki farklı muhafazakar yaşam dünyası ortaya çıktı… Artık iktidara ve onun sunduğu imkanlara yakın, zenginleşmiş bir AK Parti nomenklatura sınıfı var… Onlar için enflasyon, artan fiyatlar çok da büyük meseleler değil… O yüzden ekonomik sorunlardan şikayet edenlerin karşısına davayı, büyük Türkiye idealini, yerli savunmayı, yerli otomobili, Ayasofya’yı koyabiliyorlar. Bütün bu nimetleri görmeyip yoğurt fiyatlarından şikayet edenleri nankörlükle suçlarken vicdan azabı çekmiyorlar… Gittikleri AVM’ler, lokantalar hep dolu olduğu için hayat pahalığından şikayet edenlere inanmıyorlar… Sitelerde oturuyorlar, çocukları özel okullarda okuyor, AVM’lerden alışveriş yapıyor, esnaf lokantalarına gitmiyor, seküler orta üst sınıflarla ortak bir hayatı paylaşıyorlar… Alt ve orta sınıf muhafazakarlarla karşılaştıkları tek yer ise Cuma namazları.”
Oğur “muhafazakârlar” diye yazıyor, ama aslında kastettiği “Müslümanlar”. Şöyle:
“Ümmetin ne olduğu meçhul âli çıkarları, tam olarak kimin büyüdüğü anlaşılmayan büyüyen Türkiye ideali, neredeyse imanın şartları arasına girmiş devletimizin menfaatleri için, bir inat uğruna, liyakatsiz, akraba torpilli bakanların kaprisleri için fakirleşen Türkiye’deki Müslümanlara düşen; şükretmek, sabretmek, iftardan sonra da gidip Ayasofya’da teravih namazı kıldıktan sonra büyüklerimiz için dua etmek…”
Yukarıdaki daha uzun alıntıdan anlaşılacağı gibi, Oğur Müslümanların bir yanda “orta üst sınıf”, öte yanda “alt ve orta sınıf” olarak ikiye bölündüğünü anlatıyor ve “bu iki dünya arasındaki kopukluk” diye tanımladığı bölünmeyi belgeliyor.
Oğur’un satır aralarına gizlediği dev öfkeyi, “AK Parti nomenklaturası” dediği ama daha basitçe “zengin Müslümanlar” denebilecek kesime duyduğu kızgınlığı anlıyor ve elbet paylaşıyorum. Belli ki adam Karadenizli dindar ve muhafazakâr bir ailenin oğlu olmasa keskin bir sosyalist olacakmış!
Anlıyor ve paylaşıyorum, ama yanlış bulduğum bir yanı da var bu öfkenin.
Belli ki, Oğur’un öfkesi, eleştirisi Müslümanların başka türlü olması/davranması gerektiği inancından kaynaklanıyor. Müslümanların zengin ve yoksul olarak ikiye bölünmemiş olması gerektiği, “son 10 yılda açılan makasın” açılmaması gerektiği inancından kaynaklanıyor. Bu inancın arka planındaki daha temel inanç da Müslümanların eşitlikçi olduğu, komşuları açken tok yatmayacağı, kul hakkı yemeyeceği, zenginliğe burun kıvıracağı.
Allah, Allah! Niye?
Gezegenin bütününde yaklaşık 10.000 yıldır sınıflı toplum var, 300-400 yıldır kapitalizm var. Müslümanların bunun dışında kalması niye bekleniyor? Hangi mantıksal, bilimsel temelde bekleniyor? İnsanlığın bütününü etkileyen tarihsel, toplumsal, ekonomik koşul ve süreçlerden etkilenmemeleri nasıl mümkün olabilir? Müslümanlar uzaylı mı?
Sitelerde oturmayı ve kapitalizmin tüm “nimetlerini” reddedip bir dağ başına veya mağaraya çekilmek mümkün. Tarih boyunca bunu yapan abdallar, ermişler, keşişler olmuş. Ama bu kişisel bir çözüm (eğer çözümse). Tek tek herkes gidip bir dağın başında bir başına yaşamayacağına göre, toplumsal bir çözüm bulmak gerek.
Çözüm, Müslümanlarla ilgili gerçekdışı, hayalperest beklentilere sahip olmak değil herhalde.
Hiç itirazım yok; zengin Müslümanları, AKP yandaşlığını paraya tahvil edenleri, müteahhitleri, çeteleri kıyasıya eleştirmek, kınamak, teşhir etmek elbette gereklidir ve iyidir. Ama bunu yaparken, tek bir kişinin bile “Ah, ben Müslümanım, sitede yaşamamam gerek, tok yatmamam gerek, nasıl da unuttum!” diyeceğini ve tüm servetini çevresindeki yoksullara dağıtacağını beklemeyelim. Demeyecekler ve dağıtmayacaklar.
Dünyanın herhangi bir yerinde çözüm neyse, Türkiye’de de o. Egemenlerin Müslüman, Budist veya putperest olması hiçbir şey farketmez, egemenler egemenlik eder. Bunun çaresi onlara Müslümanlıklarını hatırlatmak değil, egemenliklerine son vermektir.