New Jersey’de büyükçe bir tiyatro salonundayız. Tıklım tıklım dolu. Muhtemelen izleyicilerin tamamı Müslüman. Dizideki ifadeyle, “Müslüman” Müslüman, yani sadece kağıt üstünde değil, İslam’a göre yaşamaya çalışan, dini kuralları kafaya takan Müslümanlar. Kadınların çoğunun kafası kapalı. Erkeklerin çoğunun kafasında takke var.
“The Halal Brothers” (Helal Kardeşler) anonsuyla birlikte salon yıkılıyor, yüzlerde heyecan. Beyzbol şapkalı, siyah güneş gözlüklü, koyu esmerlik dışında gayet Amerikalı iki genç hiphopçu şarkılarına başlıyor. Şarkının adı “There’s always a third” (Her zaman bir üçüncü vardır):
“Bir erkek ve bir kadın hiçbir zaman yalnız değildir
Her zaman görünmeyen bir varlık onlarladır
Evliyseniz, bu varlık Tanrıdır
Evli değilseniz, şeytandır
Şeytan, şeytan, şeytan…
Sizi ayartmaya geliyor
En iyisi kaçın
En iyisi hemen durun
Yapmak üzere olduğunuz şeyi yapmayın!”
Koreografiye abdest almayı ve namaz kılmayı çağrıştıran hareketler eklemişler, sahnenin arka tarafındaki perdeden cami silüetleri geçiyor. Bu yumuşak şarkıyla ve performansla salon coşuyor. Hem gerçek Müslüman hem de gerçek Amerikalı olmak mümkün görünüyor.
Ramy dizisinin 3. sezonunun 8. bölümünden sahneler bunlar. Dizi şimdilik her bir sezonu 25’er dakika civarında 10 bölümden oluşan 3 sezon. Dünya çapında meraklıları 4. ve son sezonunun gelmesini istiyor. Dizinin yazarı, yapımcısı, başrol oyuncusu Ramy Youssef bu konuda net bir şey söylemiyor.
Diziyi izledikçe zekasına hayran kaldığımız Ramy Youssef 1991 doğumlu, yani 2019 yılında dizi başladığında 20’li yaşlarında, Müslüman bir Amerikalı. Büyük ölçüde otobiyografik anlatılar olduğunu söylüyor. Dizinin adından da belli.
Ramy Youssef ABD’de doğmuş, ikisi de Mısırlı olan annesi ve babası ABD’ye göçüp iyi bir hayat kurmaya çalışmışlar. Pek çok diğer örneğe göre başarılı da olmuşlar. Ama bu arada Mısırlı hayat biçimini New Jersey’in ortasına taşımışlar. Tabii ki bu hayat ne tam Orta Doğulu ne de tam Amerikalı.
2019 yılında gösterilmeye başlayan ve büyük ilgi çeken Ramy dizisi de tam olarak bunun üzerine kurulmuş. Aslında, Amerika’nın göbeğinde yaşayan bir Müslüman gencin sürekli hissettiği “dolu dolu yaşamak” ile suçluluk arasında dolaşmalar, iki kültür arasında sıkışıp kalmış insanların kendilerini iyi hissetmek için oynadığı roller anlatılıyor. Tabii bir de bu sıkışıp kalma arasında yaşanan sorgulamalar…
11 Eylül esnasında New Jersey’de bir çocuksanız suçluluk da takıyye de kaçınılmaz gibi görünüyor. İkiz kulelerin yerle bir olup binlerce kişinin ölmesinden sonra diğer birçok aile gibi Ramy’nin ailesi de evlerinin önüne bir Amerikan bayrağı asıyorlar ama bu onların neredeyse açıkça “terörist” olarak yaftalanmasını önleyemiyor. Çocukların payına okulda dışlanmak ve hatta suçlanmak düşüyor. Ama Irak’ta öldürülenler, Filistin’de yaşananlar diye içten içe söylendiğinizle kalıyorsunuz.
Araftaki her şey gibi ne tam Orta Doğulu ne de tam Amerikalı olmak da anlatılmaya değer cazip bir örgü oluşturuyor, insan bir sonraki ilmeği merak ediyor hâliyle. Ancak bana göre diziyi ve aslında bir insan olarak Ramy Youssef’i bu derece çekici kılan esas konu insanın hayatı ya da kendini keşfederken karşılaştıklarını örtmeyi değil eşelemeyi ve hatta bunlarla yüzleşmeyi önümüze teklifsizce getirmesi. Kendisiyle uğraşmayı seven, çifte standartlarını sorgulayan, kaytarmayı zul sayan insanların pırıltısı var Ramy dizisi karakterlerinde, tabii en başta dizideki adı Ramy Hassan olan Ramy Youssef’da.
Kıvırcık saçlarından ve tipinden dolayı Yahudi sanıyor bir bölümde bir kız Ramy’yi. “Hayır, diğer Orta Doğu şeysinden” diye cevap veriyor Ramy. İçerebileceği tüm farklılıklara ve renklere rağmen Amerikalıların gözünde Orta Doğulu olmak demek ya Yahudi ya da Müslüman olmak demek. Ramy ilkokuldayken Christmas vakti geldiğinde, Yahudilerle “Christmas-lessness” (Kristmıssızlık) üzerinden kurduğu yakınlığı tarif ediyor. Herkes Christmas kutlarken onlar bir kenarda oturuyor. Az buz bir ortaklık sayılmaz. Öteki olmayanların, nasıl olduysa kendini “mekânın gerçek sahibi” sananların anlayamadığı, çoğu zaman da anlamak için çaba sarfetmediği “öteki olmak” üzerinden kurulan yakınlıklar çok işe yarıyor kuşkusuz. Memleketsizlikten, yaşadığı yeri memleket edinmeye giden yolda bu ortaklıkların payı önemli.
Aslında her ikinci kuşak göçmen gibi Ramy ve çevresindeki gençler de memleketsiz. Bir bölümde Ramy dedesini ziyaret etme bahanesiyle Mısır’a, o bütün “haklılık” duygusunun kaynağı olabileceğine inandığı “hakiki” memleketine gidiyor. “Dejenere” Amerikalılardan uzaklaşılacak, ilim irfan sahibi akrabalarla buluşulacak, camiler ziyaret edilecek, Mısır’ın nefis yerel yemekleri yenecek, içeride besleyip büyütülen bağlılık hislerinin neden kaynaklandığı anlaşılacak. Müthiş bir fırsat…
Memleket sadece uzaktan özlem duyulacak bir yer hâlbuki. Oraya gidince memleketin birçok açıdan hiç de uhrevî sayılamayacağını anlıyor Ramy. O ilim irfan sahibi olduğu sanılan akrabalar sadece Ramy’nin getirdiği hediyelerle ilgileniyorlar. Daha ilk günden Ramy’i Amerika’da bol bol bulunan zincir restoranlarda fast food yemeye götürmeye çalışıyorlar. Yaşıtları “dejenere” Amerikalılarla yarışacak düzeyde, üstelik de bu sefer sadece taklit bir Batılılık içinde. Belki Amerika’da olduğundan daha da “haram” bir hayat yaşanıyor Mısır’da. Bir avuç “uyumsuz” Müslümanı dışarıda tutarsak, herkes belki de Amerikalılardan daha maddiyatçı. Devir, işini bilme, kendi çıkarların için herkesin üzerine basıp geçme, en önemlisi de her şeyi yapıp hiç “suçluluk” duymadan “iyi bir Müslüman” olmaya devam ettiğine kendini inandırma devri. Sonunda “teslim olmaya” gittiği Mısır’da yine nefsine teslim oluyor Ramy.
“Biz Mısırlı Müslümanlar…” diye başlayan güzel yargılarla dolu cümleler kurmak temiz bir insan olduğunuz, hatta samimi olarak dininize bağlı olduğunuz hissini uyandırabilir belki. Bu vakitte gerçeklikle bağın sorgulanması fazla lüks kaçıyor belki de. “Mısırlı” kelimesini hatta “Müslüman” kelimesini çıkarıp istediğiniz uygun başka isimler koyup deneyebilirsiniz. Pirüpaklık merakınız varsa, fena bir yöntem gibi görünmüyor, ama hâlâ vicdanı olanlara pek de bir şey ifade etmiyor maalesef.
Ramy, pirüpak olmanın olsa olsa bir kandırmaca olduğunu anlatıyor bize. Sadece geçmiş ya da ölüler pirüpaktır, eğer ısrarla bunu arıyorsanız. Üstelik “ölü”lerin tamamının ölmüş olduğunu söyleyemeyiz, bir kısmı da yaşıyor taklidi yapmaktadır. Çoğu gencin ise bunu yapamayacak kadar yaşama sevinci taşıdığını görüyoruz dizide. Nefsine yenik düşme ve bununla başa çıkmaya çalışma da bu yaşama sevincinin bir parçası olsa gerek.
Nefse yenik düşme deyince, üzerine bir de ikinci kuşak göçmen, genç, Müslüman, Amerikalı diye sıralayınca, konu ister istemez cinselliğe çıkıyor dizide de. Dizinin üç sezonu boyunca Müslüman annelerin, babaların, arkadaşların Ramy’ye ve diğer gençlere “helal süt emmiş”, “alnı secde gören” eşler araması da tabii burada devreye giriyor. Müslüman Amerikalılar, kızlarının eline nikâh öncesi değil “gayrımüslim” eli, Müslüman elinin bile değmesine tahammül edemezken, oğullarının nikâh öncesi şeytana uymalarını “bir ölçüde” kabul edebiliyorlar. Ama nikah kesinlikle Müslümanlar arası bir konu.
Aynı dinden inançlı kişilerle evlendirme işi ise neredeyse her şeyden daha önemli. İslamî “dating” siteleri bir yandan devreye sokulurken, özellikle anneler, teyzeler “tinder”dan daha etkili birer eşleştirme aygıtı ya da çöpçatan olarak çalışıyorlar. Dini nikahlar en mutlu oldukları zamanlar. Gelecekleri kurtuluyor gibi bir hisle doluyorlar ama hakikat ya da gençlerin hayatı algılama biçimleri her zaman böyle değil… Kızları ve oğulları çoğu zaman onların düşündüğü gibi yaşamıyor, odada bulunan üçüncü genellikle şeytan oluyor.
Geriye Ramy gibilerinin yaşadığı sorgulamalar, suçluluk duygusu kalıyor. Çünkü karşı cinsle ilişkileri zayıf oldukları, dönüp dolaşıp hata yaptıkları, harama el uzattıkları en bariz yer. “Olacak şey değil!” deyip kınar mısınız yoksa siz de biliyor musunuz bunun istisna olmayabileceğini?
İçki ikram edildiğinde, Tanrı inancı sorgulandığında, günlük hayatta Müslümanlık karşısına bir problematik olarak çıktığında Ramy, kolaylıkla gerçekleri saklayabiliyor, bunları kafasına takmıyor, bir nev’i “takıyye” hâlinde. Allah’a inanmasının, iyi bir Müslüman olmasının hoş karşılanmayacağını düşündüğü yerde, hiç kimseyi ikna etmeye çalışmıyor. Ramazan’da orucunu tutuyor, dini tartışmalara girmeden teravih namazlarına gidiyor, vakitli vakitsiz camiye gidip bazen yarım yamalak da olsa abdestini alıp namazını kılıyor. Kuran’ın tamamı değilse de “klasikler” ezberinde. Aslında hem Cuma namazına hem de Cuma gecesi partilerine gitmek istiyor. Tıpkı yönetmen ya da oyuncu Ramy Youssef gibi. New Jersey’de genç ve inançlı bir Müslüman olmak böyle bir şey. Daha ileriki yaşlardaki Müslümanlar da aynı gerçeğin başka uçlarından yakalanıyorlar “hayatın tuzakları”na.
İnançlı ya da inançsız biri olarak incinecek pek çok şey bulabilirsiniz dizide. Ya da hayatın imkânları ve kendinizle ilgili yeni keşiflerle karşılaşabilirsiniz. Yaşandığı coğrafyadan, içinde olduğu değer sisteminden bağımsız olarak kanlı canlı, kendini sorgulayabilen, daha da önemlisi suçluluk duyabilen ve daha iyi olmaya çalışan insanları izlemenin büyüsüne kendinizi kaptırmanız da mümkün. Ben Ramy’i çok sevdim. Dizi olarak, New Jersey’de genç bir Müslüman olarak ya da gerçek hayatta ikinci kuşak göçmen Mısırlı Ramy Youssef olarak. Zaten hepsi aynı kapıya çıkıyor.