1960’lar, dünyada sosyalizm taraftarlığının, hayranlığının zirve yaptığı yıllardı. Güney Afrika’da bağımsızlık için ayaklanan liderler, sosyalist dünyanın parçası gibi hareket ediyorlardı. Her ilerici veya bağımsızlıkçı hareket kendisini sosyalist diye tanımlamayı üstünlük vesilesi sayıyordu. Amerika’ya Vietnam’da kafa tutan Vietkong gerillaları, dünyanın sempatisini kazanmıştı.
Çin’de Kültür Devrimi adı altında kurulan düzen, aydınları yola getirmeye yönelik ağır baskıcı yöntemlere başvurmasına rağmen Batılı sosyalist aydınların hoşgörü ve beğenisini topluyordu. Eğitimsiz köylüler, işçiler, göstermelik olarak yüksek yönetim koltuklarına oturtuluyor, bunun kerameti üzerine uzun makaleler yazılıyordu.
Önce büyük idealler ve fedakarlıklarla toplumun sempatisini kazanan sosyalistler, iktidara oturdukça despotikleşti. Değişik düşünceler başta teşvik edilirken zamanla tersine döndü. 20. yüzyılın sonuna geldiğimizde, sosyalizm, cazibesini büyük ölçüde kaybetti. “Sosyalist” ülkelerde insanların kapitalist dünyadan daha mesut veya rahat bir hayat kuramadığı görüldü. Tam tersine, son derece sınırlı ve kısıtlı hayatlar vardı.
Despotizmden, tek adam diktatörlüğünden, tek parti hegemonyasından, başarılı bir yönetim biçimi çıkmadı. 20. yüzyıla damga vuran sosyalizm, 21. yüzyıla gelindiğinde, bir enkaza dönüştü. Bu yaşananları hazmedemeyen birçok sosyalist aydın, önce “gerçek sosyalizm bu değildi” gerekçesine sığındı. Ancak Sovyetler Birliği Komünist Partisi yönetiminde Rusya’da yaşananlar ortaya serildikçe, umutlar iyice umutsuzluk haline geldi.
Dünya 20. yüzyılda sosyalizmkapitalizm rekabetine sahne oldu. Sosyalizm yenildi. Ne ekonomide ne yönetim biçiminde başarılı bir örnek çıktı. Şimdi ise insanlık yeni arayışlar peşinde. Kapitalizme dair itirazları süren ancak sosyalizmi de bir çözüm formülü olarak savunamayan çevreler, yeni bir yol geliştirebilir mi? Örneğin hukukun üstünlüğü, demokratik ölçülerin geçerliliği gibi insanların yaşam kalitesini etkileyen kavramları temel alan yeni bir sistem kurulabilir mi?
Örneğin “değerler sistemi” diye tanımlanabilecek ölçüler içinde uygulanan yeni bir seçenek yaratılabilir mi? Yani evrensel hukukun kurallarını uygulayan, doğrudan demokrasiyi hedef olarak önüne koyan, örgütlenme ve sendikalaşma alanında yönetime katılma boyutunu da içeren bir karma sistem insanlık için bir çözüm olabilir mi? Sonuç olarak önümüze şu soru geliyor: Putin’in egemen olduğu Rusya tipi bir sistemle yönetilmeyi mi yoksa seçimle gelinip seçimle gidilen, temel haklarınızı hukukun ölçüleri içinde arayabildiğiniz bir Avrupa ülkesindeki sistemle yönetilmeyi mi istersiniz?