Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Sadece Maradona olmak istiyorum”

“Sadece Maradona olmak istiyorum”

Antrenörü Fernando Signorini ve eşi Claudia Villafane’ye göre, Diego ve Maradona iki ayrı kişiliktir. Diego, güvensizlikleri olan, ama ailesi ve yakınları için varını yoğunu veren harika bir çocuktur. Maradona ise, onun futbol endüstrisinin ve medyasının talepleriyle yüzleşmek için yarattığı bir karakterdir. Diego zayıflıklarıyla yüzleşir ama Maradona bir eksikliği veya yanlışı olduğunu kabul etmeyi zül addeder.

MUBI’de 2019 tarihli ve Asif Kapadia imzalı bir Maradona belgeseli var. Birçok uluslararası festivalde gösterilen ve “Diego/Maradona” adını taşıyan belgesel, Maradona’nın yedi yıllık Napoli serüvenine odaklanır. Dönemin gazetecileri, futbolcuları, yöneticileri, Maradona’nın ailesi ve arkadaşlarıyla yapılan özel söyleşileri ve arşiv görüntülerini içeren belgeselde kamera, bazen Maradona’nın geçmişine ve geleceğine de tutulur. Kapadia, böylelikle tartışmalı bir kahramanın hem bir rüyayı hem de bir kâbusu andıran öyküsüne bizleri ortak eder.

1960’ta Arjantin’in başkenti Buenos Aires’in asfaltı, içme suyu ve kanalizasyon şebekesi olmayan en yoksul gecekondu semtinde doğar Diego. Dört kızdan sonra hasretle beklenen erkek evlattır. Yedi kişilik aile, bir göz kulübede yaşar. Sabah saat 4’te evden çıkıp amelelik yapmaya giden, akşam pestili çıkmış bir şekilde eve dönen ve bir-iki lokma atıştırdıktan sonra yorgunluktan uyuyakalan babasına hayrandır. Annesinin gözdesi, babasının umududur.

Diego, ayaklanır ayaklanmaz topun peşine düşer, diğer çocuk oyunlarına dönüp bakmaz, onun için varsa yoksa toptur. Henüz el kadar bir çocukken 10 numarayı sırtına geçirir; en sevdiği oyuncak olan top, onun kurtuluşu olur. İlk profesyonel sözleşme imzaladığı takım olan Argentinos Jrs., onun için stada yakın bir daire kiraladığında ailesinin hayatında kökten bir değişiklik olur. Bütün aile onun yanına taşınır; 15 yaşından itibaren ailenin yükünü sırtlanır.

“Pele’nin varisi”

Aslında başlangıçta çok büyük hayalleri yoktur. Hayatının amacı, Arjantin 1. Ligi’nde oynamak, anne-babasına bir ev almak ve bir daha o cehennemî gecekondu semtine dönmemektir. Fakat daha ilk andan itibaren farklılığını hissettirir. Gür saçlarından yüzünü seçmek zordur. Zayıf ve çelimsiz bir oğlandır. Ama sahaya adım attığında kelimenin tam manasıyla döktürür. Ona gözü bir kez değen herkes, olağanüstü bir yetenekle karşı karşıya olduğunu anlar.

Henüz kariyerinin başındayken ona “Pele’nin varisi olarak gösteriliyorsunuz. Ne dersiniz?” diye sorulduğunda muazzam bir cevap verir: “Ben, Pele’nin varisi ya da ikinci bir Pele olmak istemiyorum. Ben sadece Maradona olmak istiyorum.” Olur da. 22 yaşındayken kendisini dünya futbol tarihinin en pahalı futbolcusu yapan sözleşmeyi imzalar.

İspanyol devi Barcelona’da iki sezon geçirir. Ancak sakatlıklar nedeniyle sezonu tamamlayamaz. Bileği kırılır, yan bağları kopar, futbol hayatı tehlikeye girer. Birçok futbol yorumcusu, onun bir daha top oynayamayacağını, oynasa bile bir daha eski haline dönemeyeceğini düşünür. Fakat futbola duyduğu derin özlem, o ağır sakatlığının üstesinden gelmesini sağlar. Yeşil çimlere dönüp eşsiz hünerlerini sergilemeye başlar. Ancak Barça yönetimi ile kan uyuşmazlığı had safhadadır, burada daha fazla kalamayacağını anlar ve İspanya defterini kapatır.

Güney’in kurtarıcısı

Yeni adres İtalya’dır. Çizme’nin güneyindeki Napoli’de forma giyecektir. Hemen herkesi şoke eder bu karar; çünkü dünyanın en pahalı futbolcusu, Avrupa’nın en yoksul şehirlerinden birinin yolunu tutmaktadır. Napoli’yi bilmez Maradona, İtalya’yı tanımaz. Lakin onu transfer edebilecek başka bir takım da yoktur.

Barcelona’da hasret kaldığı huzuru ve saygıyı görmek için geldiği Napoli’de muhteşem bir törenle karşılanır Maradona. Şehrin tamamı ayaktadır, San Paolo Stadı tarihi bir ana tanıklık etmektedir. İlk basın toplantısı bir izdihama yol açar. Napolililer, Maradona’ya kendilerini sürekli aşağılayan Kuzeylilere haddini bildirecek bir kurtarıcı olarak sarılırlar.

Napoli’nin ligde bir başarısı yoktur, başarılı olacakmış gibi bir görüntüsü de yoktur. Başarı ölçütü kümede kalmak olan bir takıma gelmiştir. Ligde Juventus, Milan ve Inter gibi devler vardır. Serie A, o vakitler dünyanın en iyi ve tabii en sert ligidir.

İlk vakitler her şey beklendiği gibi gitmez. Maradona lige uyum sağlamak için oyun tarzını değiştirir; tekniğinin ve süratinin mucizevi bir karışımını ortaya koyar. Doğrusu hiçbir fiziksel avantajı yoktur, ama sahip olduğu muazzam futbol aklı sayesinde sahada her şeyi herkesten daha iyi yapar. O, futbolu hiç kimsenin oynayamayacağı bir biçimde oynar.

Napoli, aşırı futbol tutkunu bir kenttir. Pazar günleri hayatın merkezindeki soru, takımın bugün ne yapacağıdır. Napolililer, Maradona’yı hiç kimseyi sevmedikleri kadar sever, hiç kimseyi bağırlarına basmadıkları kadar bağırlarına basarlar. O da futboluyla bu sevgiye karşılık verir. Onun liderliğinde Napoli 1984-1985 sezonunu sekizinci, 1985-1986 sezonunu ise üçüncülük basamağında tamamlar.

“Bugün beni dünyanın en mutlu annesi yaptın”

1986 Meksika Dünya Kupası’nda, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu olduğunu cümle âleme tescil ettirir. Arjantin medyasının bile güven duymadığı bir takımı, neredeyse tek başına, dünyanın zirvesine çıkarır. Kupayı kaldırdıktan sonra hemen annesini arar. “Bugün beni dünyanın en mutlu annesi yaptın, artık git dinlen oğlum” der annesi ona. Dünya kupası ile ülkesine döndüğünde, aşırı ilgiden az kalsın ezilecektir. Arjantin tek yürek olmuş, küçük bir gecekondu mahallesinden çıkan, ülkesi ve halkı için canını dişine takan o küçük siyahi kurtarıcısını kutsamak için meydanlara akmıştır. 

Ancak daha işi bitmemiştir Maradona’nın, kazanılması gereken bir zafer daha vardır: Napoli’yi şampiyon yapmak. Güneylilerin düşünce yapısını değiştirmiştir. Artık saman alevi gibi parlamak, arada bir Milan’ı ya da Juventus’u yenmek tatmin edici olmaktan çıkmıştır. Gittikleri her yerde kendilerine “İtalya’nın yüz karası”, “İtalya’nın lağımı”, “Pislikler”, “Köylüler”, “Leş gibi kokanlar”, “Merhaba Koleralılar” gibi pankartlar açıp hakaret edenlere hadlerini bildirmek için herkesi yenmek lazımdır.

10 Mayıs 1987’de Maradona, şampiyonluk tacını İtalya’nın Afrikalılarının, yani Napolililerin başına geçirir. Maradona, “kesinlikle benim yuvam burası” dediği Napoli’ye beklediği en büyük hediyeyi verince, daha önce hiçbir faniye nasip olmayan bir sevgi çemberiyle kuşatılır. Kan tahlili yaptırdığında hemşire kan tüpünü alır, kiliseye gider ve kutsal bir kan gibi sunağa koyar. Maradona hakkında kötü bir söz söylemek, taraftar nezdinde Tanrı’ya küfretmekle eşdeğer tutulur. Bütün Napolililerin evinde Hz. İsa’nın resminin yanına bir Maradona fotoğrafı konulur.

Mafyanın malı

Ancak manzaranın bu ışıltılı tarafının dışında bir de karanlık tarafı vardır. İlk günden itibaren Napoli mafyasına bulaşır, mafya onu kendi kanatları altına alır. Uyuşturucuya başlar, kokain bağımlısı olur, ona kokain sağlayan mafyaya aile toplantılarına katılacak kadar yakınlaşır. Mafyanın mekânlarının açılışını yapar, her seferinde altın bir Rolex saat ile ödüllendirilir, artık mafyanın malı olmuştur.

Kadınlara karşı zayıftır ve etrafında çok güzel kadınlar vardır. O da bir aziz değildir, evlilik dışı bir çocuğu olur, ısrarla bu çocuğu reddeder, 30 yıl geçtikten sonra çocuğunu kabul eder. 

Özel hayatındaki çalkantılara rağmen sahada destan yazmayı sürdürür. 1988’de gol kralı olur, 1989’da Napoli’ye UEFA şampiyonluğunu getirir. Şampiyonluk maçından sonra, Napoli başkanından, hem taraftarın aşırı alakasından hem de mafyanın pençesinden kurtulmak için kendisini satmasını ister. Artık yapacak bir şeyi kalmamış, insanları mutlu etmiş, “Güney’in örnek çocuğu” olmuştur. Kariyerini sakin bir yerde sonlandırmak niyetindedir.

Fakat başkan, onu satmaz. Maradona da istemeyerek forma giyer. Her pazar maçtan sonra eğlenmeye gider, çarşamba gününe kadar kokain alır, maç gününe kadar da vücudunu kokainden temizlemeye çalışır. Doping testlerine, onun yerine başkasının idrarı gönderilir, böylece testlerden kurtulur. Kokain bağımlılığına rağmen Maradona oynadıkça Napoli kazanır ve 1990’da Güneyliler ikinci kez şampiyonluk kupasına uzanır.

“Birazcık hile, bolca deha”  

Maradona efsanesini anlamak için iki maça bakmak icap eder. İlki, 1986’daki İngiltere maçıdır. Arjantinlilerin Falkland Savaşı’nın intikamı olarak gördüğü bu maçta Maradona’nın attığı iki gol de hafızalara kazınmıştır. İlki “Tanrı’nın Eli” olmuş, ikincisi “yüzyılın golü” seçilmiştir. İlk gol “birazcık hile”, ikinci gol “bolca deha” eseridir. Ve bu iki gol, onun neden bu kadar sevilip ondan neden bu kadar nefret edildiğini açıklar niteliktedir.    

İkinci maç, 1990’daki İtalya maçıdır. Evindeki kupayı mutlak kazanmak isteyen ve rüya bir kadro kuran İtalya, yarı finalde Arjantin’e Napoli’de elenince, Gök-Mavililer ciddi bir travma geçirir. İtalyanlar bu yıkımın faturasını Maradona’ya keserler. Çizme’yi kupanın dışına iten Maradona, İtalya’da bütün nefret oklarının yöneldiği kişi olur. Basın, maliye ve polis onu ablukaya alır.

“Şeytanın ta kendisi” ilan edilen Maradona, İtalya’nın en nefret edilen kişisine dönüşür. O güne kadar göz yumulan hareketleri soruşturma konusu olur. Önce uyuşturucudan ötürü 14 aylık tecil edilen bir ceza alır, sonra doping testinde kokain bulunur ve bir yıl süreyle futboldan menedilir. İtalya’yı terk eder.

Napoli’ye ayak bastığında 85 bin kişinin karşıladığı Maradona’nın giderken yanında tek bir Allah’ın kulu yoktur, yapayalnızdır. Sessizce ayrılır Napoli’den, memleketine geri döner ama uyuşturucu belasından yakasını orada da kurtaramaz. Sonunda şifa bulmak için bir psikiyatri kliniğe gider ve düştüğü hali bir televizyon programında gözyaşlarıyla anlatır.

Diego Versus Maradona ya da Maradona Versus Diego

7 yıllık Napoli hikâyesi, Maradona’nın 60 yıllık ömrümün bir özetidir adeta. Hayatında olduğu gibi Napoli’de de bir yandan zirveye çıkmış, bir yandan çukura düşmüştür; bir yandan cenneti tatmış diğer yandan cehennemi yaşamıştır. Asi, hilekâr, kahraman, hain ve Tanrı gibi birbirine tezat kimlikleri üzerinde taşımıştır. Tarihin en iyi futbolcusu olmuş ama ne yazık ki sonunu iyi getirememiştir.

Belgesele “Diego/Maradona” isminin verilmesinin altında, iki kişinin, Maradona’nın kişisel antrenörü ile eşinin, ona dair yaptıkları bir tahlil yatar. Antrenörü Fernando Signorini ve eşi Claudia Villafane’ye göre, Diego ve Maradona iki ayrı kişiliktir. Diego, güvensizlikleri olan, ama ailesi ve yakınları için varını yoğunu veren harika bir çocuktur. Maradona ise, onun futbol endüstrisinin ve medyasının talepleriyle yüzleşmek için yarattığı bir karakterdir.

Diego zayıflıklarıyla yüzleşir ama Maradona bir eksikliği veya yanlışı olduğunu kabul etmeyi zül addeder. Signorini bir keresinde ona “Diego ile dünyanın öbür ucuna giderim ama Maradona ile bir adım atmam” der. O da “Evet, ama Maradona olmasaydı Diego hâlâ o gecekondu semtindeydi” diye karşılık verir. Zamanla Diego geri çekilip Maradona öne çıkınca çöküş kaçınılmaz olur.   

Evet, Maradona bu dünyadaki yolculuğunu tamamladı, geriye onun efsanesi kaldı. Ve biz futbol dilencileri, halen 1986’da İngiltere maçını anlatan Arjantinli spikerin ruh halini ve şükrünü paylaşıyoruz:

“Sana şükürler olsun Tanrım, futbol için ve Maradona için!”

Perspektif, 6 Kasım 2022

https://www.perspektif.online/sadece-maradona-olmak-istiyorum/

- Advertisment -