Kemal Kılıçdaroğlu, Londra gezisi sırasında Al Monitor’un Ortadoğu muhabiri olan gazeteci Amberin Zaman ile de karşılaşıp, sohbet etti.
Amberin Zaman, Kılıçdaroğlu ile fotoğrafını paylaşınca linç başladı.
İlki sürpriz değildi.
Tanımlayamadığı her cisme FETÖ’cü diyen Sabah gazetesi, fotoğrafı birinci sayfasından “Londra’da FETÖ’cüyle poz” başlığıyla verdi.
İkinci haber ise ilginçti.
Halk TV sitesi bu buluşmayı “Kılıçdaroğlu eski Taraf yazarı Amberin Zaman ile bir araya geldi” başlığıyla haberleştirdi.
Hiç bilmeyenler için pratik bilgiler; Amberin Zaman’ın soyadı Zaman gazetesinden değil, Türkiye’nin eski Bangladeş büyükelçisi babası Arshad-uz Zaman’dan geliyor. Hakkında herhangi bir FETÖ soruşturması da yok.
Halk TV’deki ve Sabah’taki gazetecilerin pek çoğu henüz doğmamışken, ilkokulda Türkiye’nin kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olduğu masallarını dinlerken ya da devletin anlattığı masalları haber diye yazarken, Amberin Zaman, Los Angeles Times, Daily Telegraph ve Washington Post’un Türkiye temsilciliğini yapıyordu ve Kürt meselesi, başörtüsü, Merve Kavakçı gibi cız meseleler üzerine haberler yaparken de eski Türkiye’nin anaakım medyası tarafından hedef gösteriliyordu.
İlle de bir şeyin eski yazarı denilecekse 1999 ile 2015 arasında 16 yıl Türkiye temsilciğini yaptığı The Economist’in eski yazarı denebilir.
Çünkü Taraf’ta 2008-2010 ve 2013- 2015 yılları arasında dört yıl yazarken de The Economist’in Türkiye temsilcisiydi.
Ayrıca 2010-2013 arasında da Habertürk’te yazdı, 2015’den sonra ise Diken’de.
İlle birşeyin “eski yazarı” denecekse en uygunu “eski Diken yazarı” olabilir ya da amaç haber yapmaksa “Al Monitor yazarı” demek kafi.
Ama anlaşılan Halk Tv’deki editörler için 30 yıllık uluslararası bir gazeteci de olsan dört yıllık Taraf yazarlığı hepsine bedel.
Amberin’in Taraf’ta yazarken Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile röportaj yapıp, onu öven yazılar yazmış olması da hafifletici sebep olamıyor.
Taraf’ın bu editörlerin dünyasında bıraktığı derin izi analiz etmek için henüz şartlar eşit değil.
Saha şartları, liberal yazarlarla fikri mücadelenin kestirme yolunu bulup, amatör cumhuriyet savcılıklarına soyunan bu süper muhaliflerin lehine.
Tabii bazı eski bazı Taraf yazarlarının bu kanalda sık sık göründüğünü söyleyerek bu jurnalciliğe daha fazla katkı yapmaya gerek yok.
Çünkü Taraf yazarı olmak bu süper muhaliflerin aksine devlete göre bile suç değil.
Ama herhalde esas mesele burada Amberin Zaman da değil.
Çünkü Halk TV, Amberin Zaman’ı “eski Taraf yazarı” olarak durduk yere damgalamıyor.
Esas mesele Kılıçdaroğlu’nun eski Taraf yazarı ile görüşmesi.
Yani suçlanan da Kılıçdaroğlu.
Halk TV’nin “Halk”ının geldiği Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı.
Uzun bir zaman Deniz Baykal’ın kızının yönettiği – bu kadarını iktidar bile yapmadı – bu televizyonun artık CHP ile organik bir bağı bulunmuyor.
CHP’ye yakın olduğu ise saklanmayan bir realite.
Peki, Kılıçdaroğlu’nun kendisine bu kadar yakın bir mecrada böyle bir suçlamaya maruz kalması sadece ülkemizdeki editöryal bağımsızlık adına sevindirici bir gelişmeden mi ibarettir?
Galiba o kadar iyimserlik liberaller için fazla naifçe olur.
Haber aslında derinlerden giden bir tartışmanın bir anlığına, muhtemelen bu dünyada en çok Yetmez Ama Evetçilerden nefret etmiş öfkeli bir editörün eliyle dışavurumu.
Çünkü Kılıçdaroğlu epey bir süredir bu editörleri, gazetecileri, analizcileri, anketçileri, akademisyenleri kanaat önderlerini tabiri caizse kesmiyor.
Hatta sadece kesmiyor değil, onu muhafazakarlara karşı fazla tavizkar, liberallerle fazla mesafesiz, Kürtlerle fazla içli dışlı buluyorlar.
Helalleşme çağrısına “CHP’nin helalleşecek ne suçu var ki”, “Önce hesaplaşma” diye kızdılar.
Başörtüsü açılımına “Ne gereği vardı şimdi, bu sorun çözüldü zaten” diye burun kıvırdılar, hatta daha ileri gidip bu açılımla cefakar CHP’lileri kırdığını bile yazan çıktı.
Altılı Masa’daki muhafazakâr partilere eşit ortak gibi davranmasına da bozulanlar da çok.
Yani genel olarak Kılıçdaroğlu, iktidara gelirse helalleşme deyip hesaplaşmayacak, yürekleri soğutamayacak, iktidarı muhafazakarlarla paylaşacak, rövanş almayacak, iktidara destek vermiş liberallerin, Yetmez Ama Evetçilerin sesini kesmeyecek hatta fırsatını bulsa bir çözüm süreci bile başlatacak gibi duruyor.
Beklentiler yüksek.
Cumhuriyet Bayramı mesajında Atatürk’ün adını bir tweette anmadığı için adı Kemal olan CHP genel başkanı bile yeterince Kemalist bulunamayabiliyor.
Eğer Dersimli bir Alevi ve mevcut CHP kadrolarındaki en eski CHP’lilerden biri olmasa çok rahat sağcı, hatta Allah korusun liberal bile ilan edilebilirdi.
Ama daha tuhaf bir şey oluyor.
Kılıçdaroğlu’nu yeterince Kemalist, yeterince CHP’li, yürek soğutacak kadar rövanşist bulmayanlar, gerçekten sağ kökenli iki belediye başkanı İmamoğlu ve Yavaş’ın Kemalistliğinden, Cumhuriyetçiliğinden ise emin.
Bu konuda MHP’den 2010 referandumunda “Hayır” kampanyası yapıldığı için bir mektup yazarak istifa etmiş ülkücü Mansur Yavaş, o referandumda CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı olarak “Hayır” kampanyasına katılmış eski ANAP’lı Ekrem İmamoğlu’ndan daha Kemalist, daha has Cumhuriyetçi bulunuyor.
Peki nasıl oldu bu tuhaflık?
Çünkü iki belediye başkanı aylardır anketlerde Erdoğan karşısında en yüksek oyları alan muhalif adaylar.
Kılıçdaroğlu hala onlardan sonra geliyor anketlerde.
Muhalifler de bu anketlere bakarak şöyle düşünüyor:
Bu iki belediye başkanı zaten seçimleri kesin alıyor, o halde Altılı Masa’ya, iktidarı küçük muhafazakar partilerle paylaşmaya, muhafazakarlardan ve Kürtlerden oy almak için helalleşmelere ne gerek var?
Aday gösterin bu başkanları vurup geçsinler, iktidara kimseye muhtaç olmadan, kimseye minnet duymadan gelelim, dilediğimizi de yapalım.
Hatta bu tezi savunanları güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesi fikri de o kadar heyecanlandırmıyor.
En azından iktidara gelip, gerekli temizlikleri ve rövanşları alana kadar mevcut yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı istiyorlar.
Yani aslında günün sonunda uzlaşma, iktidarı paylaşma, Meclis’i, hukuk devletini, demokrasiyi güçlendirmek değil, iktidarı elde etmiş kendilerinden bir Erdoğan istiyorlar.
Bu “yüksek” beklentileri de Kılıçdaroğlu’nun karşılayamayacağı açık.
O yüzden onun uzlaşmacı, iktidarı paylaşımcı hali onlara “beceriksizlik”, “karizma yokluğu” gibi görünüyor.
40 yıllık CHP’li, Dersimli Kılıçdaroğlu’nda bulamadıkları bu rövanşist profili ise Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nda buluyorlar.
Halbuki bu iki belediye başkanının alameti farikası sağdan ve muhafazakarlardan da oy alabilecek siyasetçiler olmalarıydı.
Bu hasletleri yüzünden İstanbul ve Ankara’da CHP’nin adayı olmuşlardı.
Hatta Kılıçdaroğlu “sağcı aday” istemeyen partisini ve parti çevresini karşısına alarak ısrarla bu sağcı adaylarla seçime gitmiş ve hesapları da tutmuştu.
Ama bu iki “sağcı siyasetçi” Cumhurbaşkanlığı anketlerindeki puanlarıyla artan beklentilerle artık o kadar “sağcı adaylar” değiller.
Aslında bu iki ismin siyasetinde bir değişim yok, rövanşist denebilecek bir sözleri ve eylemleri de olmadı ama onlardan beklentiler değişmiş durumda.
Artık “ikisinden birini aday yapın, seçimi yürüyerek alsınlar, siyasal İslamcıları sandığa gömelim” hissini temsil ediyorlar.
Sağdan da oy alarak seçim kazanmış iki belediye başkanı Altılı Masa’daki “sıkıcı” ve “heyecan vermeyen” uzlaşmanın heyecanlı alternatifleri haline geldiler.
Muhafazakarlara ya da Kürtlere taviz vermeden, minnet duymadan iktidara gelmenin kestirme formülüne döndüler.
Bu heyecanlı analizlerde bu isimlerin anketlerdeki oyları muhalefetin ortak adayı oldukları için aldıkları da kolayca ihmal edilebiliyor.
Bu rövanşist hissin aday gösterilecekleri muhtemelen bir seçim kampanyasında alabileceği boyut, bu iki ismin esas alameti farikaları olan sağdan oy alma potansiyellerine de büyük zararlar verebilir.
2018’de Muharrem İnce’nin Maltepe Mitingi sonrası kalabalık çarpmasıyla “Bu iş bitti” eforik tepkileri verenler seçim sonucunu erken tanıdığı için İnce’ye bile küsmüştü.
O mitingi canlı veren Halk TV’nin “Dip dalgası Tsunami oldu” başlığı nasıl unutulabilir.
O yüzden rakamlarla fazla heyecana kapılmamakta, uzlaşmayı, işbirliğini, paylaşmayı, geri basmayı ve helalleşmeyi küçük görmemekte fayda var.
“Kılıçdaroğlu Taraf yazarıyla görüştü” gibi başlıklar atarken bir kere daha düşünmekte de…
Yoksa Türkiye’ye teklif ettiğiniz alternatifin Sabah gazetesinin laciverdi olduğunu halkın anlaması o kadar da zor olmaz.