Geçenlerde muhitimizin Facebook sayfalarında bir ilana rastladım: “Bir yaşında ev kedisi ücretsiz sahiplendirilecektir”. İlanın altındaki yorumlar çok olunca dikkatimi çekti. Fotoğrafları da birbirinden güzel.
“Cins”miş… Bakımlı durması dışında “cins”ini, onu diğer yani “vasıfsız” sokak kedilerinden ayırt eden özelliklerini göremesem de harika. Arka sokağımızın arada bize de uğrayan gri takımlı kedisinin ikizi gibi. Lâkin o sokak çocuğu.
Köpek cinslerini biliyorum. Ayırt etmek de kolay. Kedilerde o mesele daha zor. Suratı basık, bıyık hattı burmaysa İran kedisi deyip geçeceğin bir mevzu değil. Sorun da değil; “kedi cinsi”nin de güzelliği başka zaten. Hepsi “cins”.
Cins kedicik erkekmiş ayrıca. Gideri var… Bunu kediyi sahiplenmek isteyenlerin mesajlarından da anlamak mümkün. Bakarken “kedi mâliki”nin sürpriz bir cevabıyla da karşılaştım. “Ücretsizmiş ama sadece kedisine yaptığı ‘masraf’ı ve ‘kedinin eşyaları’nın parasını” alacakmış. Onlar da 5 bin lira.
“Abi bize gelişi o kadar”
Düşününce bir yanıyla “normal”; mesela araba satanlar da yaptıkları ekstra masrafın, taktıkları ilave aksesuarların, bagajdaki -otomobile ait- bazı eşyaların parasını isteyebiliyor. Kedi, köpek de bazıları için bir nevi “vasıta”, ev şeysi, “biblo gibi”… “Satılık” da; kiminde online galeriden, kiminde sahibinden.
Ama “sahibinden az kullanılmış” da olsa bana biraz pahalı geldi doğrusu… Zira paylaştığı fotoğraflardan birisinden gördüğüm kadarıyla kediciğin eşyası, “çeyiz”i üzerindeki el örgüsü, ince (altıgen lif) yelekten ibaret gibi. Hani “Hand Made” de olsa biraz çok.
Belki mama-su kapları, simli-işlemeli minderi, topusu vs. vardır da… Sokakta-seyyarda, dükkân önlerinde, semt pazarında gezinen emsalleri bedava. Sorup da alırsan esnaf para isteyip “Abi bize gelişi o kadar” demiyor.
Kedili dolandırıcılık…
Bu ilanla meşgulken bir de haber çıktı karşıma: Kedili dolandırıcılık. Yok… Herkesin, her yolla-vesileyle halkı ve dahi eşrafı aldatabildiği bu ortamda kurnaz, nankör kedi yapmamış dolandırıcılığı. Ticari bir eşya babından “hayvansever” çete işi.
Adli vakanın ilk perdesi sosyal medyadaki “ücretsiz sahiplendirme” ilanıyla açılıyor. Kocaeli´de yaşayan M. Ç. B. kediciği sahiplenecek. İlan sahipleri de kedinin nakli için “Pet Taksi” ücreti olarak bin 790 lira istiyor.
“Alıcı” gönderiyor hemen. Ardından “Para sisteme düşmedi” vb. bahanelerle yolladığı para toplamda 4 bin lirayı buluyor. Kedi gelmeyince de suç duyurusu yapıyor savcılığa… Zanlılar hakkında 3´er yıldan 10´ar yıla kadar hapis istemiyle dava açılıyor. Aranıyorlarmış…
“Yahu niye” merakının yitimi
Bahsettiğim, muhitimizdeki ilanın altındaki sorular da ahretlik. “Tüy döküyor mu?”dan, “cins” olduğunu kanıtlayan bir belgenin olup olmadığına, “Son fiyat mı?” pazarlığına kadar her şey var. Sahibinin belirtmesine rağmen cinsiyetiyle ilgili ısrarlı sorular da: “Kesin erkek mi?”
Ancak bir yaşındaki ev kedisinin neden sahiplendirildiğine dair soruya rastlamamak daha şaşırtıcı belki. O konuda bir merak, “Bir yıldır baktığınız hayvancağızı niye sahiplendiriyorsunuz?” yok. O da normal… İnsanlar bazı ülkelerde, bazı dönemlerde “Yahu niye?” merakına, toplumsal refleksine de sahip değil galiba. Yahut yitiriyor öyle merakları.
Kedi mâlikinin mülkiyet hakkı
Haberlerdeki “Bilinmeyen bir nedenle” şablonunun yarattığı alışkanlıktan da olabilir… Aslını hiç öğrenemeyeceği, hatta nedeni bilindiği ama -lisan-ı münasiple, bazen kibarca- dile getirilemediği için de. Nedeni “her şey” de olabilir. Şu ya da bu nedenle sıkılmıştır misal.
Esaslı sebep… Muhalif partiye, adaya oy verme nedeni de öyle bazen: “Bundan sıkıldım”. Süreye, maruz kaldığı sıkıcı, bunaltıcı şeylere, dozajına göre o da normal. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Gençlik Kongresi’ndeki konuşmasında boşuna “Gençler sıkıldınız biliyorum ama…” demiyor. Sıkılmaya müsaitiz. Buna limon gibi sıkılmak da dâhil ama o ayrı mevzu. Yazılarımda eski pankartları açmamaya, slogan atmamaya çabalıyorum.
Kediyi, köpeği hangi nedenle, niyetle, sahiplendiğin de değişebiliyor, ondan niye sıkılıp bıraktığın da… Evde sıkıldığın için kedi almanın akıbeti de mâlikinin, yani “o şey üzerinde mülkiyet, sahiplik hakkı bulunanın” tabiatına göre biraz. İnsanlık hâli diyeceğim ama seyri her zaman öyle değil. Öyle kedilerin hâli, akıbeti de değişebiliyor.
Pelüş Hayvanat Bahçesi
Adı “ev’cil” (tekrarlama, alışkanlık, ya(t)kınlık eki) olunca kedinin, köpeğin, kuşun, kafesteki tavşanın oyuncak niyetine alınması da “insanlık hâli”. O “oyuncak”larla yaptıkları “komik” şeyler sınır, çektikleri videolar reyting tanımıyor. Hepsi pelüş oyuncaklar gibi sevimli, niyet oysa öyle de işlevsel nihayetinde. (Eskiden yazılışı Fransızca okunuşuna daha yakın “pelûş” değil miydi? TDK işte, o da pek değişmeden değişebiliyor.)
Öyle ki Başkan Melih Gökçek AOÇ’deki Hayvanat Bahçesi’ni -arazisi nedeniyle- kapatma operasyonu sürecinde onun yerine muadili “Pelüşten Hayvanat Bahçesi” vaat etmişti: “Çin’den getirilecek pelüş hayvanlar canlısının, tıpkısının aynısı”… Hem de sesli, hareketli. Üstelik su-mama, ısırma-pençe-tırnak, koku, temizlik filan yok. Satın alma mâliyetini de kısa sürede amorti ediyor.
Cins, melez havyan panayırı
Olaya böyle bakınca “sahiplenme”nin mânâsı da, alanı da değişiyor tabii. Bazısı oyuncağını evine getiriyor, durum vitrindeki, komik, eğlenceli vidyolardaki gibi değil. Pelüş oyuncak halıya şey edip kanepeyi-koltuğu tırmalayınca, organik olduğu için tüy dökünce, düğmesine basılmadığında da ses çıkarınca, özetle bıkınca salabiliyor sokağa.
Bazı tatil yöreleri cins, melez, evcil hayvan panayırı gibi. Sadece tatil süresince, tatilde her şey dâhil “eğlenmek” için köpek alan insanlara dair haberler de bayat. Bir ağacın altına bağlayıp, “medeni” olanları adını, piyasasını cazip kılmak için bazen cinsini de yazdığı bir notla bırakıyor bir zamanlar “evcil” yavruyu.
En ucuzundan oyuncaklar
Kaçanların yanında salınan, balkonlara, pencerelere sinen muhabbet kuşları da sıradan. “Muhabbetin ölümü” üç yıl önce Serbestiyet’teki bir yazımın başlığıydı. Yaşanmış hikâyeler vardı yazımda: “Alacakaranlık… Erkin Lokman balkonunda sesler duyuyor. Çıktığında balkonun kuytusunda bir kıpırtı… Yakından bakıyor, muhabbet kuşu. Kaçmıyor, kaçamıyor. Top gibi olmuş, öylece sinmiş bir köşeye.
Avucuna alıyor, tüyleri buz gibi. Kıpırdamıyor küçük muhabbet. Sessiz, ilk kez… Sadece kalbi atıyor, kalbi çırpınıyor “muhabbet”in. Evde bir gece yaşıyor. Ölüyor sonra… İsmet Özel’in dizeleri saplanıyor içinize: “Kuş öldü /küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce.”
Lokman “kuşçu” bir arkadaşına anlatıyor olayı. Aldığı karşılık “piyasa normalleri”nden olduğu için daha tüyler ürpertici: “Muhabbet kuşu ucuz (pelüşünden bile ucuz). Heveslenen oyuncak niyetine alıyor. Bazıları bakımından, kafesin, sıçrattığı yemlerin temizliğinden, hatta sesinden filan sıkılınca bırakıyor pencereden…”
Fobi yaratan hazin travma
Aynı yazıda bir okurun gazeteye yolladığı bir maili, anısını da aktarmıştım. Lisedeyken baktığı muhabbet kuşu hastalanıyor. Veteriner, ilaç nafile… Sürekli konuşuyor onunla: “Cici kuş, cici kuş…” Hasta da olsa kuşu da yanıt veriyor. Farklı “aksan”la, “ş”leri uzatarak ama sahibinin vurgusuyla: “Cici kuş, cici kuş…”
Ertesi sabah kafesin dibinde tüyleri taraz turaz yatarken buluyor onu. Telaşla alıyor avucuna, insan temasına alışmış. Yine de kalbi cüssesine oranla dev bir tıpırtıyla atıyor elinde. Seviniyor ama kısa süre sonra duruyor kalbi. Avucunda… Birdenbire… Gözünün perdesi iniyor muhabbetin.
Sahibi yıllar geçse de kurtulamıyor o an yaşadığı travmadan. Avucunda sönen o kuşun bir hayal kadar uçucu, o denli hafif ama canlı, kalıcı teması… Bir daha hiçbir hayvana dokunamıyor. Ne de tüylü eşyalara, giysilere, pelüş oyuncaklara…
“Gümrükte bıcırdamasın diye…”
Televizyonda görmüştüm o günlerde. Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçak olarak sokulmaya çalışan yüzlerce muhabbet kuşu yakalanmış. Kaçakçılar “gümrükte bıcırdamasın diye” spreyle bayıltmış kuşları.
Çuvallardaki kuşların yarısı ölmüş. Diğerleri gümrükte, depoda… Akıbeti güncellenmiş medyada haber değeri taşımadığı, haber takibi gerektirmediği için muamma. Oysa oradan da “haber” çıkabilirdi. Olur ya farklı, alışmadığımız bir mevzuda “skandal ihale”, en azından alıştığımız türden itlâf filan. Kimbilir…
Onlar ölmez “telef” olur
Haber diliyle sürekli “telef oldular” diyor sunucu… Onlara, başka canlılara “öldü-öldürüldü” demeyi münasip bulmuyor öyle diller, dil bilgisi. Onlar ölmüyor telef oluyor. Başka hayatları yok çünkü. Hepsi derya içre olup da deryayı bilmeyen balıktan tuhaf. Telef oluyorlar çoğu kez insan eliyle.
Ölüm, vefat, hayata veda etmek insanın imtiyazı. Çifte imtiyaz! İnsanlar hem telef oluyor, hem vefat ediyor. Öldürülen kuşların ekrandaki görüntüleri hâlâ gözümün önünde… Yerde rengârenk bir tüy yumağı; Van Gogh’un “kıyâmet”ten önceki parlak sarı-yeşil fırça darbeleri gibi.
Boncuk mavisi civcivin akıbeti
Ticareti yaygındı o dönemler; ucuz da… Bir dönem seyyarda birkaç kuruşa satılan, boncuk mavi, fıstık yeşili, kırmızı, pembe, boyanmış civcivler misali. Kızılay’a,Ulus’a indin mi hepsi işportada. Adı sanıyla oyuncak… Çoğu fazla yaşamıyormuş zaten. Büyüyüp kesileni de vardır: “Yedik Çilli’yi…”
Çocuklar ölümü o “oyuncak”larla öğreniyor. Küçük cici kuştan, pembe civcivden, yavru tavşandan. Pedagojisi ne yana gider, çekilir bilmiyorum ama… Biraz da böyle bitiyor işte hayatımızda “muhabbet”ler. Ya da kolayından başlamıyor artık.
Sahibinin Sesi’nden muhabbet
Adı üstünde, muhabbet… Zeki Müren de muhabbet kuşunu en kırılgan, hassas döneminde içinde beslemiş sanki. Nağmeleri, sonradan giysilerine yansıyan renkleri, sahneye ilk kez çıkışındaki savunmasızlığıyla… İlk taş plağının adı Sahibinin Sesi’nden ‘Bir Muhabbet Kuşu’…1951’de çıkıyor, 20 yaşındayken. Güftesi “Bir muhabbet kuşu da ben olurum /Sev diye, sev diye…”
Muhabbet kuşları da insanlar gibi renkli görürlermiş dünyayı. “Konuşma”yı da müthiş beceriyorlar. Muhabbet Kuşu Puck bin 728’e ulaşan “kelime haznesi”yle Guinness Rekorlar kitabına geçmiş. Bizzat biliyorum, namı cüssesiyle de yürüyen papağanı yaya bırakırlar bu mevzuda… Dilinizi de, sevginizi de kaydederler küçücük bedenlerine.
Muhabbet 30, ruh 21 gram
Yalnızlığa, sevgisizliğe dayanamazlar. Çünkü o artık “sahibinin sesi”ne, karşılıklı “muhabbet”e alışkın. Konuşur insanlar onunla, öyle canlılarla; muhabbet ölmesin, yalnızlıkları, evleri seslensin, şenlensin diye. Aynı karşılığı alınca sevinir.
Düşünüyorum da… Yetişkin muhabbet kuşu 30-40 gram. Geçen yüzyılın başında Dr. Duncan MacDugall insan ruhunun ağırlığını ölçtüğünü, 21 gram olduğunu iddia etmiş. Hadi de ki insan ruhunun bir ağırlığı olsa… Yaşadığımız örneklerde o kadarcık bile olduğunu sanmam, uçup, buharlaşıp gitmiştir bu hengâmede. Ya vicdanın ağırlığı… Var mıdır bir kaç gram, var mıdır bir muhabbet kuşu kadar?