Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISaid Nursi’yi solcular neden tanımıyor?

Said Nursi’yi solcular neden tanımıyor?

Rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in geçmişinde Risalelerle temas etmiş olması bir skandal olarak karşılandı. Türkiye’de solcu en fazla ikinci sınıf bir Hollandalıdır. Bu söylediklerimin sol-karşıtlığı ile veya dincilik-laikçilik şablonları ile bir ilgisi yok. Hollandalı olmak da kötü birşey değildir. Bu sadece bir durum tespitidir. Sizi bir Cumhuriyet bitkisi olarak bugüne kadar yeşerten talihsizlik yerli halkın henüz Batıyı bilmiyor olmasıydı. İşte o dönem kapanıyor. Said Nursi’ye profesyonel bir eda ile muhatap olmayı beceremeyenlerin Kant’a (Kant literatürüne bile) bir faydası olmadığı gibi kendi toplumlarına da bir faydası yoktur.

Ruşen Çakır’ın “Said Nursi’yi sevmek suç mu?” başlılkı video yayını Türkiye’nin en underrated düşünürü hakkındaki yaygın önyargının ve klişe tavırların yarattığı haksız halin bir nevi sürdürülemezliğini yansıtması açısından öğretici. Bu açıdan bir semptom olarak görülmeli. Özgür ve özgün düşünme kabiliyeti olan nadir Türkiyeli insanlardan Sevan Nişanyan da yakın zamanlarda Said Nursi’ye olan saygısını ifade etmişti. Bu insanların ikisi de Said Nursi’ye entelektüel olarak nüfuz etmiş insanlar değil. Fakat Said Nursi’nin tarihsel bir figür olarak harikulade profili ve mert karakteri karşısında şapka çıkarma sorumluluğu hissedecek kadar yakın bir Türkiye okumasına sahip insanlar bunlar. Bazı konularda yüzeysel kalsa da Ruşen Çakır Türkiye’yi okuyan, dini tartışmaları takip eden bir gazeteci. Din ve siyaset sahasında olan bitenler, enkaza dönüşen dini hareketlerin tozu dumanı içinde Said Nursi, Nurculara rağmen, kişilik kalitesiyle, insanî samimiyetiyle parlamaya devam eden bir isim. Çakır’inki vicdanî bir kanaati ifade ve mesleki tecrübeye dayalı bir hakkı teslim çabası. Said Nursi’nin karakteri ve hayat hikayesi bile tek başına büyük bir saygı uyandıracak bir hikayedir. Ancak bu yazının konusu değil bunlar.

I.

Said Nursi’nin pek anlaşılmayan düşünce dünyası onun en az şahsiyeti kadar ilginçtir. Bu ise ne İslamcılara ne de laiklere görünmüştür. Said Nursi’nin geniş kitlelerin ve entelektüel kamuların nazarında böyle opak kalmasının, nüfuz edilemez bir kesafette görünmesinin çeşitli sebepleri var. Bunların başında medrese kökenli baş eğmemiş bir Kürt alim olması dolayısıyla devlet eliyle inşa edilmiş önyargı geliyor. Bunu tipik bir Kürt serzenişi veya basit bir Kürtlük vurgulama teşebbüsü olarak duyacak cahil kulaklar olacaktır (buna kimi Nurcular dahil). Bunların ikisine de tenezzül etmeyen bir bilgi sosyolojisinin ürünü bir tespit olarak not ediyorum bu hususu. Tek parti diktatörlüğünün inşa ettiği bir imajı kıramıyor çoğu insan. Nursi’nin anlaşilmamasının ve hakkıyla tanınmıyor olmasının sebeplerinden biri ve ilki bu.

Ancak bundan daha önemli olan ikinci bir sebep Said Nursi’nin orijinal bir düşünür olmasıdır. Evet, onun orijinalliği onun anlaşılmasını ve hazmını zorlaştırmıştır. Hatta diyebilirim ki Türkiye’nin tek yerli düşünürü Said Nursi’dir. Hadi bakalım, işte mesele tam da budur. Orijinal dil ve düşünce karşısında ithal teorilerin mümessilliğine ve basmakalıp literatür tekrarına alışmış bir entelektüel kamunun çaresizliği sözkonusu. Onlar da çareyi Said Nursi’yi obskürantizm ile suçlamakta bulmuşlar. Fakat kim takar kardeşim! Tarih veya kader herkese en sonunda müstahakını dağıtacak bir genişlikte serpildiği için hakikate karşı gösterilen her saygısızlık bir gün beklenmedik yerlerden yırtılır ve hakikat sızar.

Düz bir batılı akademisyen dürüstlüğü ile Said Nursi’yi çalışan Şerif Mardin’e nefret kusan bu cehalet, hasbelkader Said Nursi ve mirasıyla yolu kesişmiş solcu veya ateist insanların Said Nursi’ye dair insaflı değerlendirmelerine de benzer tepkiler gösteriyor. Aynı çevreler en son rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in geçmişinde Risalelerle temas etmiş olmasını bir skandal olarak karşıladı. Kitaba, düşünceye düşman insanlar bunlar.

Peki bu tepkilerde sola özgü bir ilave sıkıntı var mı? Bence var. Şunu söyleyebilirim: Türkiye’de solcudan orijinal düşünür çıkmaz ve çıkması çok zordur. Çıksa, solcu kalamaz. Orijinal olmak zorundadır bir düşünür, değilse düşünür değildir. Müslüman olmamış bir sol Türkiye’de orijinal olamaz, Türkiyeli bile olamaz. Neden? Çünkü solun varolmak için Türkiye’ye veya İslama ihtiyacı yoktur. Düşünceyi bir bilgi tüketim meselesi zanneden bir cahillik Türkiye’de bu meselenin anlaşılmasına engel oluşturuyor. Halbuki düşünce bir tüketim meselesi değil bir üretim meselesidir.

Ve anlaması daha da zor olan nokta şudur: Düşünce bir bilgi meselesi değildir. Ama bunu kime anlatacaksın? Aydınlanmayı anlamamış sonradan görme Kemalistler bahsimize dahil değil. Mesele düşünce üretimi olduğunda İlber Ortaylı veya Celal Şengör gibi bilgi sahipleri birer zırcahildir. Burada cehalet bilgiye sahiplik taşımadaki bir cehalet değil. Onların cehaleti mevcudun kölesi ve bilinenin çobanı olmaktan geliyor. Bir milyon koyun gütsen de yine en fazla çobansın. Fakat düşünme (içtihat etme) lüzumunu kavramış bir çoban, bilgi sahibi olmasa bile düşünürlük noktasında bu bilgi şişmanlarından üstündür. Veritas’ın mukallitleri aletheia’yı anlayamaz.

Türkiye’de düşüncenin ne olduğu bilinmiyor. Bu, modernleşme hastalığına yakalanmış bir toplumun problemlerinden sadece bir tanesidir. Sırrı Süreyya Önder gibi örnekler, yani biyografileri ve zihinleri bu ezberleri kırma lüzumunu hisseden sulcular nadiren çıkmıştır. Onların mesela Said Nursi gibi bir figürü sevme veya değerli görme cesareti tam da kitabî bir solcu olmamalarından kaynaklanıyor. Çünkü onlar yerlilikten kendilerini tamamen soyutla(ya)mamış insanlar. Yerlilik ile evrenselliğe çıkışın ikisini birden yapamayan bir solculuk Türkiye’de ve Türkiye’ye yabancıdır.

Türkiye’de solcu en fazla ikinci sınıf bir Hollandalıdır. Bu söylediklerimin sol-karşıtlığı ile veya dincilik-laikçilik şablonları ile bir ilgisi yok. Hollandalı olmak da kötü birşey değildir. Bu sadece bir durum tespitidir. Batılı Batılı olduğu için değil, yerli olduğu için değerlidir. Batıyı önemseyenler Batıyı önemsedikleri için değil yerli olmaları gerektiğini bilmedikleri için kayıptadır. Doğunun veya Türkiye’nin önemi Doğu veya Türkiye olmasından kaynaklanmıyor, bir yer olmasından kaynaklanıyor. Yeri olmayanın, kendi olamayanın düşüncesi taklitten ibaret kalır. Düşüncede özgünlük bir lüks değil, düşüncenin bizatihi kendisidir. Bunu bir evrenselcilik eleştirisi veya ezik bir Doğu savunuculuğu olarak görme kolaycılığına düşecekler kendi kendilerini kandırıyor olacaklar. Çünkü bu, vakanın, bağlamın, tarihin ve perspektifin hakkını verme lüzumuyla ilgilidir.

Herhangi bir Batılı düşünürü getirin ve önlerindeki masaya bütün aydınlarınızı, ulu önderlerinizi dökün. Bir de Said Nursi’yi koyun. Hegel’i, Marx’ı, Foucault’su otursun masanın başına, hakemlik yapsınlar. Ellerine büyük lokma diye Atatürk verin. Hepsi eline aldığı şeyin en fazla enlightened despot payesi için uğraşmış bir siyasi lider olduğunu anlayıp sepete geri fırlatacaktır. Kendilerinin çok berbat taklit ve tekrarlarıyla gerçek obskürantizmi yaşayan fikir distribütörü aydınlarınızı ellerine verin. Alıp incelediklerinde yüzlerinde hınzır bir tebessümle onlara bakmayı bir zaman kaybı sayıp geri koyacaklar. Ama Said Nursi’yi ellerine aldıklarında merakla inceleyecekler. Dünyaya ve onlara farklı bir şey katan bu adamın söylediği söz, sunduğu perspektif nedir diye onun dilini, bağlamını, düşünme biçimini öğrenecekler. Dünyada Türkiye diye bir yerin varlığını keşfedecekler. Müslüman bir düşünürle tanışmanın, aleme buradan bakmanın entelektüel zevkini yaşayacaklar. Ve onu kendilerine denk bir düşünür olarak Kürdistan ve Anadolu’nun bir felsefi değeri sayacaklar.

Bu gerçeğin size bir karikatür gibi geliyor olması (ve benim bunu anlatmak zorunda kalıyor olmam) bu memleketin trajik halinin bir ifadesidir. Türkiye’de dinin politik olarak sıradanlaşması ve entelektüel alemde batı-merkezci yüzeyselliğin aşınması durumunda bu söylediklerimin ne anlama geldiğini daha çok insan görecek. Henüz orada değiliz. Hala felsefe tarihi bilgisini felsefe zanneden, etiketlerin fikir olduğunu zanneden bir entelektüel sığlık içindeyiz.

Bu yazının muhatapları, bu meselenin din ile ilgii olmadığını anlayabilecek kadar olgun insanlardır. Eğer konunun din oldunu düşünüyorsanız, yukarıda anlatılanları anlamamışsınız demektir. Ve açıkçası konuya dincilik-gericilik gibi çocukça bir çerçevede yaklaşanların bu tartışmada yeri yoktur.

II.

Yukarıda yazılanları Ruşen’in videosunu dinledikten sonra ama Doğan Göçmen’in yazısını okumadan önce yazdım. Bunları konuya giriş babından genel notlar olarak düşünebilirsiniz. Daha sonra Doğan Göçmen’in yazdıklarını okudum: “Said Nursi, düşünce özgürlüğü ve sol.”  Yazının linki bu yazının sonunda var.

Göçmen’in yazısından genişçe bir alıntı ile başlayalım:

Said Nursi’nin düşünme tarzı son derece sorunludur, temellendirilmiş sistematik bir düşünme tarzı değildir. Nursi görüşlerini açıklarken hâlâ farklı durumlarda birbirine taban tabana zıt yaklaşımları gerekçelendirmeye hizmet edebilecek örneklerle çalışmaktadır. Kant, ahlakımızı örnekler üzerine kuramayız, ilkelerle sistematik düşünmek zorunda olduğumuzu belirtir. Mesela Nursi hâlâ Ortaçağa has gelecek zaman odaklı, tek yanlı ereksel düşünür.

Bu, Avrupa Ortaçağı’nda görülen “Aristotelesçi” düşünme tarzı insanlık tarafından aşılmıştır. Çağımıza has düşünme tarzı “praksis” odaklı düşünme tarzıdır. Fakat Nursi’nin düşüncesinde geçmiş ve gelecek şimdi zamanı belirler; öyle ki, şimdi zaman şimdiki zamanda yaşamaktan çıkar, bu dünyada olmayan gelecek için yaşamaya dönüşür. Şimdiki zaman geçmiş ve bu dünyada olmayan gelecek arasında belirsiz bir kategoriye indirgenir. Fakat Rönesans ile başlayan “düşüncede büyük devrim” ile insanlık şimdiki zaman odaklı düşünmeye geçmiştir. Böylelikle geçmiş zaman şimdiki zamanda düğümlenirken gelecek zaman şimdiki zamanda eylemde yaratılır.

Nursi gibi bu dünyada olmayan gelecek zaman odaklı düşünmek, insanı kendi dünyasına ve çağına yabancılaştırmaktadır. Elbette eylemlerimizin sonuçlarını göz önünde bulundurarak eylemeliyiz. Bu bizi ahlaki varlık yapan özelliklerimizden birisidir. Fakat Nursi, gelecek zaman deyince bununla “ahiret”i (“cennet”) kastetmektedir. Bu yaklaşım, yaşamı ölümden sonra gelecek olan dünyaya ve yaşama ertelemeye götürür, bu dünyaya yabancılaştırır.

Nursi, akıl ile inanç ilişkisini de Ortaçağa has düşünme tarzına göre kurar. Çağdaş düşüncede bilimsel-felsefi bilginin ışığında akılla kurulmuş şimdi zamandan hareketle gelecek zaman kurgulanır ve bunun mümkün olduğuna inanılır. Fakat Nursi, akıl-iman konusunda imanı akılla düzenlemek yerine ‘aklı iman ile başa almayı’ öneriyor. Böylelikle yaşam, bilimsel-mantıksal bilgi ile düzenlenmiş durum olmaktan çıkar, ahirette olacak olana inanç ile düzenlenmiş bir yaşama dönüşür. Bu yaklaşım da Ortaçağa has bir düşünme tarzına dayanır ve insani kendi zamanına ve çağına yabancılaştırır.

İman akla temel olarak alınırsa gerçeğe dair nesnel herhangi bir kıstas kalmaz. Bu kıstas kutsal metinlerden alınan bir kıstas bile olsa, nesnel kıstasın koşullarını yerine getirmekten çok uzaktır. Öyle ki bu nedenle inanca dayalı olarak Nursi’nin yaptığı gibi “kesilmek için yatırılan hayvan, bir şey hissetmez” diye iddia edebiliriz. Bilimsel bilgi baştan kabul edilmediği için bu iddianın bilimsel açıklanması ve reddedilmesi de olanaksızlaşır.

Said Nursi’nin düşünce külliyatında akla, mantığa ve bilime aykırı, gerçekliği, yani geçersizliği kanıtlanmış o kadar çok düşünce ve iddia var ki buraya yüzlercesini örnek olarak alabiliriz. Yazıları ve kitapları elbette okunmalıdır, anlaşılmaya çalışılmalıdır, tartışılmalı, hatta eleştirilmelidir. Nursi’nin düşünme tarzının çağımızın çok çok gerisinde kalan Ortaçağa has bir düşünme tarzı olduğunu da açıkça belirtmek gerekir.

Gerekçesiz “sevmek”, temellendirilmemiş saygı, muhtemelen Nursi’nin de arzu edeceği bir şey olmazdı. Nursi’nin düşünce mirası ülkemiz için elbette bir zenginliktir, çünkü Ortaçağ düşüncesinin ne olduğunu, bugün bilimsel düşüncenin ne olmadığını görmemize pratik bir örnek oluşturmaktadır. Ülkemizin düşünce kültürünü besleyen tüm düşünce insanları gibi Nursi’nin düşüncelerini de tartışmaktan çekinmemeliyiz, geri durmamalıyız. Ama “sevgimizin” koşulsuz olmadığını da açıkça belirtmekle yükümlü olduğumuzu da hatırlamalıyız.

**

Doğan Göçmen’e Said Nursi’ye bir düşünce tarzı atfedecek kadar cömert olduğu için teşekkür mü etmeliyiz, yoksa hakkında hiçbirşey, evet hiçbirşey bilmediği bir düşünür hakkında, ezber bir ortaçağ profilini empoze etmek suretiyle tebessüme yolaçan bir karikatür çizdiği için kızmalı mıyız? Said Nursi değil de herhangi bir (hadi Ortaçağ) düşünürü hakkında bile Göçmen böyle bir karikatürü çizmeye cesaret edebilir miydi? Edemezdi. Neden? Evvela, çizeceği karikatürde haklı olsaydı bile böyle bir cesareti gösteremezdi. Zira huzurunda bulunduğu kamu bu ezbercilik karşısında onu huzurdan çıkarır, muhatap bile almazdı. İkinci olarak, böyle bir karikatüre bir düşünce insanını indirgemecilikle mahkum etmenin utancından sakınarak bunu kendisi kendisine yakıştırmazdı. Doğan Göçmen bir Hollandalı olarak Türkiye’yi ve Said Nursi’yi bilmese de en azından ortalama entelektüel adabı biliyor. “‘Şeyh’ Said Nursi Cumhuriyete karşı ayaklandı” veya “sobayla konuştu” gibi hezeyanlara yakasını kaptırmıyor. Bu bir başarı ve bir medeni cesaret sayılmalı.

Bu iptidai medeni cesaret felsefe hocası Göçmen’e Said Nursi’nin okunabileceğini ve hatta eleştirilebileceğini söyletiyor. Hangi açıdan? Ateş olmayan yerden herhalde böyle duman çıkmaz diye yüzeysel bir hakkı teslimden dolayı bu kadarlık bir kredi veriyor olmalı. Sağolsun. Yoksa olay mahalline ne damak tadı itibariyle ne de düşünsel olarak intikal etmiş değil.

Burada eleştirilerine tek tek uzun cevaplar yazabilirim. Ortaçağ, yabancılaşma, praksis… Said Nursi’nin iddia ettiği gibi olup olmadığı bile değil konumuz. Bunların hiçbirinin bir eleştiri olamayacağı üzerine tartışabiliriz. Fakat ben burada konuya sadece form itibariyle yaklaşıyorum. Bunların hiçbirisinin Said Nursi’den hareketle geliştirilmiş eleştiriler olmadığını biliyoruz. Yani Nursi ile alakası tesis edilmiş eleştiriler değil. Bir yobazdan hallice statüsü verilen (Ortaçağ referansı bunu sağlıyor) birine jenerik Ortaçağ eleştirileri reçetesi yazmak sözkonusu. O yüzden Said Nursi’nin düşüncelerinin içine bu yazıda gelemeyeceğiz. Biz sadece mektubu yazanın prosedürel hatalarını tespit ile yetinelim.

Nursi’ye atfen dile getirdiği eleştiri demeye insanın utandığı şeyler: Düşünce tarzı “sorunlu” imiş. Niye yav? “Temellendirilmiş sistematik düşünce” değilmiş. İki açıdan yanlış bir iddia: İlki, her düşünce Kant veya Hegel gibi sistematik olmak zorunda değil. Batıda bile bir düşüncenin saygınlık ve kıymeti onun sistematik olmasına bağlanmamıştır. Bu ucuz bir akademik yanılgıdır. Anlamayan da bunu bir eleştiri zannedebilir; değildir. Georg Simmel, mesela, en az Durkheim ve Weber kadar iyi bir sosyologdur. Ama ne akademik hayatı başarılıdır ne de sosyolojik yaklaşımı diğerleri gibi sistematik olmayı seçmiştir. Felsefecilerin yarısı sistem inşasına çalıştıysa, diğer yarısı da (Nietzsche gibi) öyle sistemleri yıkmakla meşgul olmuştur. Sistemsiz düşünce biçimleri felsefeye elbette dahildir. Eğer maziye takılmak bir suç ise bu suçu en çok işleyenler sistematiklik putuna tapanlardır.

Şimdi gelelim ikinci açıdan bunun neden yanlış olduğuna. Üstelik bu biraz ironik. Çünkü Said Nursi sayın Göçmen’nin bilmediği üzere ve sandığından fazla bir şekilde epey sistematik bir düşünceye sahiptir. Fakat Göçmen Türkçe bilmediği ve Said Nursi’yi okuyup anlamak gibi bir bedel ödemediği için bunu bilmiyor. Bilmemek elbette ayıp değil. Bilmediğini bilmemek veya kameralar açık değil diye fikir edebini ihlal etmek ayıptır.

Doğan Göçmen, aman ha, Said Nursi’ye belki saygı duymak zorunda kalabiliriz ama düşünceleri saçma demeye getiriyor. Niye? Aristocuymuş. Ereksel sorunlari varmış. Varsayalım Said Nursi Aristocu. E bunun onun düşünürlük statüsü ile ne ilgisi var? Hiç. Aristo’ya veya Thomas Aquinas’a Said Nursi’ye yaptığın muameleyi yapıyor musun? Yapmıyorsun. Yapamazsın. Hem korkarsın hem de utanırsın. Peki Aristoculuk gerçekten bugün gericilik sayılıyor mu? Hayır. Yanlış olduğu düşünüldüğünde bile bu gericilik sayılmıyor. Hele hele felsefi açıdan önemli olmaktan hiç çıkmıyor.

Felsefeci arkadaşımız çağdaş felsefeyi de iyi bilmiyor. Çünkü Marxism gibi görkemli bir iyiniyetin gölgesinde kendi yüzeyselliğini saklamayı başarabilen ucuz bir aydınlanmacılıktır bu tür insanların tutunduğu dal, durduğu yer. Bugünkü felsefe, Aydınlanmacıların o meşhur kibir ve ne oldum delisi hallerine karşı zımnen şunu söyler: Başınıza Ortaçağ kadar taş düşsün. Daha bu hafta ölen Alasdair MacIntyre yahut yakında vefat ettiğinde kıymeti daha bir takdir edilecek olan Charles Taylor gibi çağdaş filozoflar Said Nursi ile benzer bir noktadan aleme bakıyorlar. Kimse de onlara bu karikatür şablonlarla saldırmıyor. Neden? O kadar kolay değil.

Said Nursi tek başına açmış bir yabani gül. Müslüman bir Kürt. Kürdistanlı, Türkiyeli, Ortadoğulu. Değil sizin eline devleti geçirmiş Atatürk’ünüze, bütün bir dünyaya kafa tutabilmiş bir adam. Birinci el Hollandalıların bile saygı duyacağı bu adama ikinci el veya taklit Hollandalıların nefretten hallice bir entelektüel basitlikle yaklaşması şaşırtıcı değil. İbn Arabi nasıl en az bir Derrida kadar değerli ise, Said Nursi kendi toplumu ve insanlık için en az ismini zikretmekle başınızın göğe erdiğini sandığınız ve anlamadığınız çoğu batılı filozof kadar değerli bir düşünürdür. Yerli olamadığınız için yerinde duran Said Nursi’ye yakıştırdıklarınız yersiz kalıyor. Hele hele “gelecek zaman” ve şimdisizlik gibi nerden baksan tebessümden fazlasını haketmeyen altı boş hoşluklar. Bu iş Kapadokya’da telos baloncusunun ipi koptuğu için arkhenin ayağı şimdiki zamandan kesildi demekle olmaz.

Said Nursi yalnız ve yabanî olabilir. Ama ava çıkarken dikkatli olmalı. İşaretleri iyi okumalı. Kartalların ve arslanların yalnızlığı avlanabilirliklerine değil etlerinin yenmeyen cinsten olduğuna işaret eder. Heidegger’e obskürantizm, Nietzsche’ye hezeyan yakıştıranlar ofsayta bu yüzden düştü.

Ufukları Cumhuriyet döneminin yanlış ve radikal reform çabalarıyla sınırlı Kemalistler veya ezberden öteye gidemeyen kimi solcular için belki şöyle hüsnüzan edebiliriz: Batıyı biliyorlar ama Doğuyu bilmiyorlar. Fakat acı gerçek şudur: Bu insanlar Doğudan habersiz oldukları için Batıyı da anlamak imkanından mahrum kalıyorlar. Hiçbir üretim ve alımlama yer’den bağımsız değildir. Onlar sadece Batının bir tüketicisi, mevcudun distribütörlüğünden paye çıkarmaktan öte aleme bir katkıları olamayan insanlar. Türkiye’de solculuk, onurlu ve mazlumdan yana bir batılı olmaya çalışmaktan başka birşey değildir. Güvenli bir gayri-özgün hayırhahlıktır.

Kant’a gösterdiğin saygıyı Said Nursi’ye gösterme cesaretini kendinde bulamadığın sürece ne özgün olabilirsin ne de bu toplumla aynı frekansı yakalayabilirsin. Batıyı gerçekten de iyi bilseydiniz evrensel sandığınız aklın bile o kadar evrensel olmadığını da öğrenirdiniz. Sizi bir Cumhuriyet bitkisi olarak bugüne kadar yeşerten talihsizlik yerli halkın henüz Batıyı bilmiyor olmasıydı. İşte o dönem kapanıyor. Belki Kant ile kıyas etmek suretiyle Said Nursi’nin mertebesini yükselttiğimizi sandığımızı düşünüyorsunuz. Kant’ı veya Marx’ı sevmediğimizi ümit ediyorsunuz. Ama böyle düşünenlere sadece acıyorum ben. Kant da bizim Said Nursi de. Ama Said Nursi’ye profesyonel bir eda ile muhatap olmayı beceremeyenlerin Kant’a (Kant literatürüne bile) bir faydası olmadığı gibi kendi toplumlarına da bir faydası yoktur.

Bitirirken şu hususu da teslim etmek gerekir: Said Nursi’nin düşüncesi henüz profesyonel bir dille Batı toplumlarına ve seküler Türkiye kamusuna (hatta İslamcı kesimlere bile) anlatılmış ve sunulmuş değildir. Bunda benim gibi Nursi fikriyatına hakim insanların sorumluluğu var. Bu konuda bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Bu yazıda Nursi’nin düşüncesini anlatmaya girişmedim. Bunu belki başka yazı ve çalışmalarda yapacağım. Şimdilik meydan boş görünse de Said Nursi’nin öyle ucuza eleştirelemeyeceğine dair bir kayıt koymuş olalım. Uzun yazıya katlandınız, size de teşekkür ederim.

(Doğan Göçmen’in yazısına binaen Sait Mürsel Çeşitçioğlu’nun yazdığı aşağıdaki linkteki yazıyı da tavsiye ederim)

Ruşen Çakır’ın videosu: Said Nursi’yi sevmek suç mu? Link: https://medyascope.tv/2025/05/25/rusen-cakir-yorumladi-said-nursiyi-sevmek-suc-mu/

Doğan Göçmen’in yazısı: “Said Nursi, düşünce özgürlüğü ve sol.” Link: https://medyascope.tv/2025/05/25/dogan-gocmen-yazdi-said-nursi-dusunce-ozgurlugu-ve-sol/

Sait Mürsel Çeşitçioğlu’nun yazısı: “‘Yaşayan bir ölü’ye cevap hakkı vermek.” Link: https://medyascope.tv/2025/05/26/said-nursinin-mirasi-sait-m-cesitcioglu-yazdi/

- Advertisment -