Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISanae Takaichi: Trump’ın metalci kankası, Japonya’nın topuklu samurayı

Sanae Takaichi: Trump’ın metalci kankası, Japonya’nın topuklu samurayı

Sanae Takaichi, bu hafta Japonya’nın ilk kadın başbakanı seçildi. Takaichi çok ilginç biri. Sıkı bir heavy metal hayranı, yetenekli bir baterist, motorsiklet tutkunu bir koleksiyoncu. Turist ve göçmen karşıtı. Çin düşmanı. Trump’ın en cool kankası. Sıkı bir Japon milliyetçisi. Kadınların bekarlık soyadlarını taşımalarına, kadın Japon hanedan üyelerinin tahta geçmesine, eşcinsel evliliğe karşı bir muhafazakar. İki lakabı var: Margaret Thatcher hayranı olduğu için Demir Leydi, muhafazakar olduğu için Taliban Takaichi.

Tam 38 yıl önce ABD’nin Colorado eyaletini Kongre’de temsil eden vekillerden Demokrat Partili Pat Schroeder, destekçilerini önemli bir açıklama yapmak için Denver kentinde toplamıştı. Demokrat Parti’nin savaş karşıtı, feminist ve sol liberal kanadının önde gelen isimlerinden olan Schroeder’in, Reagan’ın iki dönem kuralına takılması sebebiyle Demokratların umutlu oldukları 1988 başkanlık seçimleri için adaylığını açıklaması bekleniyordu.

Fakat diğer adaylara göre 47 yaşında olduğu genç sayılabilecek feminist kadının toplanan 2,000 destekçisi büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Zira Pat Schroeder, sevenlerinin heyecanına rağmen yeterli bağış toplayamamış, günümüzden çok daha antidemokratik işleyen önseçim sisteminin bariyerlerini aşamamış, güvenlik önlemleri nedeniyle aktif saha çalışması düzenleyememiş ve bu nedenle başkan adaylığı yarışına girmekten vazgeçtiğini açıklamıştı. Kısa bir süre önce de genç senatör Joe Biden’in konuşmalarını Avrupalı bir siyasetçiden intihal ettiğinin ortaya çıkması üzerine yarıştan çekilmiş, Pat Schroeder’in de çekilmesi dengeleri değiştirmişti. Fakat genç kadının yarıştan çekilmesi bunun çok daha ötesinde bir tartışma yaratmıştı, çünkü Schroeder açıklama metnini okurken duygulanmış, kameralar önünde ağlamış, kendini tutamayarak eşinin omzuna yaslanıp sakinleşebilmişti.

Schroeder’in kameralar önünde ağlaması ve kocasının omzuna yaslanması birçok kişinin tepkisini çekmiş, yıllar boyu peşini bırakmayacak bir “linç” başlatmıştı. Pat Schroeder, kadın hakları konusunda Kongre’de en büyük kazanımların elde edilmesini sağlayan feminist vekillerden biriydi; hamilelere karşı istihdam ayrımcılığın yasaklanması, anne ve babalara çocuk bakım ücretsiz izninin verilmesi gibi önemli yasalara öncülük etmiş, ABD’nin uluslararası askeri müdahalelerini eleştirmiş, partinin sol ve liberal kanadının genç kadın liderlerinden biri olmuştu. Sokak gösterilerinden, kürtaj hakkı protestolarına cesaretiyle ön plana çıkan bir kadının ağlayarak başkanlık kampanyasından vazgeçmesi hayranları için kabul edilemez bir durumdu.  

Nitekim 1988 yarışından rezil olup çekilen Joe Biden kariyerine devam ederken, Schroeder bu olaydan sonra bile nefret mektuplarını almaya devam etmiş, Kongre’de kalsa da daha düşük profil bir hayatı tercih etmişti.

Pat Schroeder 2023 yılında 83 yaşında hayatını kaybetti, küllerinden kadınların yüzüne kapanan kapıların hep açık kalması için kapı önüne konmasını arzuladığı bir tuğla yapılmasını vasiyet etti. Bu vasiyetin yerine getirilip getirilmediği meçhul, fakat ABD’nin ilk kadın lideri olma hayali suya düşen Pat Schroeder’in açtığı kapılardan geçen bir kadının rüyası bu hafta gerçekleşti bile.

1980’li yıllarda Japonya’da aldığı eğitimin ardından ABD’ye giderek Pat Schroeder’in Kongre ofisinde staj yapan ve Schroeder’in hüsran dolu konuşmasının ardından kendisine “asla vazgeçmeyin, bir sonraki seçimde tekrar aday olun” cümleleriyle dolu duygusal bir feminist mektup yazan Sanae Takaichi, bu hafta eski patronunun vasiyetinin bir kısmını yerine getirerek muhafazakar ve ataerkil Japonya’nın ilk kadın başbakanı seçildi.

Fakat büyük ihtimalle sıkı bir insan hakları savunucusu sol liberal bir feminist olan Pat Schroeder; önündeki engelleri aşmasına vesile olduğu Sanae Takaichi’nin bugün geldiği noktayı görseydi, pek mutlu olmaz, vasiyet ettiği tuğlanın tekrardan kül olmasını isteyebilirdi.

Zira Sanae Takaichi, Pat Schroeder’in açtığı yoldan ilerlemiş, fakat bu yolu Schroeder gibi arkasından gelenler için genişleterek değil, kendisine benzeyenlere inat daraltarak yürümüş; Schroeder zamanında neleri savunduysa, tam aksini benimsemişti.

Cam tavanı yerle bir eden kadın

Sanae Takaichi, orta sınıf muhafazakar bir ailenin hırslı kızı. Annesi polis departmanında çalışan bir memur, babası ise araba tamircisi. Geleneksel bir ailede büyümek Takaichi’nin önüne en büyük engeli ilk aşamada çıkarmış, ailesi erkek kardeşine para ayırmak istediği ve kadın olduğu gerekçesiyle Takaichi’nin okumasına gerek olmadığını düşündüğü için üniversite masraflarını karşılamayı reddetmişti. Bu nedenle genç kadın ülkedeki en iyi özel üniversiteleri kazanmasına rağmen yine göreceli de olsa başarılı bir devlet üniversitesi olan Kobe Üniversitesi’ne kaydolmuş hem ek işlerde çalışmak hem de aile evinden üniversiteye her gün altı saatlik yolu gidip gelmek zorunda kalmıştı.

İşletme fakültesi mezunu Takaichi ardından Japonya’da aldığı siyaset yüksek lisansı kapsamında ABD’ye gitti ve Pat Schroeder’in Kongre’deki ofisinde stajyer olarak çalıştı. Döndüğünde Amerikan siyaseti üzerine danışmanlık yapan Takaichi, televizyonun gücünü fark etti ve kolları sıvayarak TV Asahi’de sunucu oldu, sabah haberleri sundu. 1993 yılında ise arkasına medyada edindiği popülerliği alarak bağımsız vekil adayı olarak meclise girdi. Ardından on yıllardır Japon siyasetini domine eden büyük bir merkez sağ şemsiye partisi olan Liberal Demokrat Parti’ye katıldı, partinin sağ-muhafazakar kanadının yıldızlarından birine dönüştü.

Takaichi için dönüm noktası ise Japonya’nın en uzun süreli başbakanı olan Shinzo Abe oldu. 2022’de tuhaf bir suikasta kurban giden Abe’nin 2006’da göreve gelmesiyle kabinedeki nadir kadınlardan biri olarak rol aldı; fikirleri, kişiliği, sağ-milliyetçi mesajlarıyla sık sık gündeme geldi. Bazı konularda farklı düşünse de Abe’nin en yakın ve sadık yoldaşlarından biriydi, bu sadakat nedeniyle Abe sonrası siyasette de gücünü pekiştirdi.

Abe sonrası partinin girdiği türbülansın ardından merkez sağ dominant parti LDP’nin liderliğine iki kez talip oldu, parti içi yarışı kazanamadı. Bugüne kadar neredeyse her seçimi kazanan ve merkez sağ bir koalisyon ile ülkeyi yöneten LDP’nin 2024’te tarihindeki en kötü ikinci seçim sonucunu alması, 68 vekil kaybetmesi Takaichi’nin yolunu beklenmedik bir şekilde açtı. Zira Takaichi, LDP’nin giderek sağcılaşan ve gelenekselleşen Japonya’da merkezde kaldığı için oy kaybettiğini düşünüyor, partiyi dünyada Trump’ın etkisiyle giderek artan popülist yeni sağa yaklaştırmak istiyordu. Pek de hatalı bir tespit sayılmazdı.

Nitekim parti elitleri pes etti, LDP’nin üst kanat meclisi de kaybetmesi ve aşırı sağ partilerin yükselmesi üzerine merkez kanada yakın Başbakan Ishiba istifa etti, Takaichi daha önce iki kez elde edemediği başkanlık yarışını kazanarak ve rakiplerini de sonradan ekibine dahil ederek LDP Genel Başkanı oldu. Merkeze yakın koalisyon partisi Komeito, Takaichi’nin genel başkan seçilmesi üzerine 25 yıllık koalisyon anlaşmasından çekildi, Takaichi ise gözünü mecliste daha sağda duran muhafazakar Japonya Inovasyon Partisi’ne çevirdi, bu liberteryen popülist partinin hükümet dışında kalması kaydıyla desteğini aldı.

Böylece iki kanatlı meclisin ortak kararıyla yeterli çoğunluğa ulaşarak resmen ülkenin ilk kadın başbakanı seçildi.

Sanae Takaichi, bir zamanlar kadın olduğu için okumasına karşı çıkan ailesini başbakan olarak bir hayli şaşırttı.

Fakat şaşırttığı sadece ailesi değil, aynı zamanda dünya da oldu. Zira Sanae Takaichi, sadece hayat hikayesiyle değil, görüşleri ve hayat tarzıyla da oldukça ilginç biri.

Fikirleri “Japonya ilk kadın başbakanını seçti” diye sevinmeye yetmeyecek kadar tuhaf.

Mavi ceketli Demir Leydi

Sanae Takaichi, sıkı bir Margaret Thatcher hayranı. Bu nedenle onun gibi mavi ceket giymeyi tercih ediyor. Margaret Thatcher’a olan hayranlığı ise pek fikirsel değil. Daha çok sertliği ve netliğini seviyor. Zira devletin ekonomiden elini tamamen çekmesini savunan tipik bir liberal değil. Abe gibi devletin kamu harcamalarıyla ekonomik yatırım yapması, orta sınıfı desteklemesi gerektiğini düşünüyor. Agresif para politikalarıyla faizi düşük tutmak istiyor. Piyasadan elini çekmeyi değil, piyasayı yönlendirmenin peşinde.

Sosyal ve kültürel alanlarda ise Thatcher’in aksine devleti toplumla sık sık karşı karşıya getirmenin peşinde. Çoğu kültürel ve sosyal konuda oldukça muhafazakar. Bu nedenle liberaller ve solcular tarafından kendisine takılan lakap: Taliban Takaichi. Eşcinsel evliliklere karşı, kadının bekarlık soyadını evlendikten sonra taşımasına imkan veren yasal düzenlemelerinin en sıkı muhalifi. Erkek bir veliaht olmaması durumunda bile kadınların Japonya monarşisinde tahta çıkmasını istemiyor, hatta yeni kurduğu koalisyon bunu engellemek için geçmişte kalan bir düzenlemeyi yeniden kabul etti ve Japon hanedanı için taht hakkına sahip olmayan başka hanedanlardan erkek çocuk evlatlık edinmenin önünü açtı.

Takaichi’yi önplana çıkaran bir başka husus ise milliyetçiliği. Abe döneminde 2. Dünya Savaşı’ndaki savaş suçlularının da kutsandığı Yasukuni Mabedi’ni ziyaret ettiği için tepki çeken biri. Japonya’nın savaş sonrası Batı tarafından yazılan anayasası gereğince zorunlu olan silahsızlanma politikasına karşı. Bunu öngören dokuzuncu maddenin değiştirilmesini istiyor.

Geçmişteki savaş suçları için dilenen resmi özürlerin geri alınmasını savunuyor. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon ordusunun zulmettiği Çin ve Güney Kore liderliğe yükselmesini bir hayli endişeyle izliyor. Her ne kadar Takaichi Kore dizileri izleyip Kore ürünleriyle makyaj yaptığını söyleyip Güney Korelilere sıcak mesajlar verse de aynı teselliyi Çin için söylemek pek mümkün değil.

Çünkü Takaichi, sıkı bir Çin karşıtı. Çin’e karşı ajanlıkla mücadele yasaları çıkarmak, ABD ile çok daha sıkı bir askeri ittifak kurmak istiyor. Bu nedenle de Trump ile yakın olmayı amaçlıyor.

Takaichi tıpkı Çin’e karşı en olası müttefiki Trump gibi sıkı bir göçmen karşıtı. Özellikle ülkeye ciddi bir kültürel uyum sağlanması konusunda ısrarcı. Japonya gibi giderek yaşlanan ve yabancı işçilere muhtaç olan bir ülkede bu politikayı nasıl uygulayacağı ise meçhul. Fakat şimdiden bu benzerlikler nedeniyle Trump’ın radarına girdi bile. Trump kendisiyle benzer politikaları savunan Takaichi’yi sıklıkla övüyor.

Takaichi’nin en ilginç özelliği ise sıkı bir heavy metal hayranı olması. Gençliğinden itibaren Black Sabbath, Deep Purple, Iron Maiden, Metallica gibi grupları dinleyen, amatör müzik gruplarında bateristlik yapan, barlarda sahneye çıkan Takaichi, aynı zamanda bir motosiklet tutkunu. Koleksiyon araçlara binmeyi seviyor. Sık sık bu hobileriyle gündeme geliyor.

Trump’ın Takaichi’yi sevmesinin de esas sebebi bu.

Takaichi, dünyada yükselen yeni sağın yeni popüler yüzlerinden ve sanırım en özgün kadın figürlerinden biri.

Heavy metal ve ötesi

Sanae Takaichi; eğer parti içi merkez sağ kanat ile halkın popülist taleplerinin dengesini kurmayı başarır ve göçe muhtaç bir ülkede göçmen karşıtlığı, turizm geliri yüksek bir ülkede turist karşıtlığı gibi politikalarını törpülerse aşırı sağ karşısında yalpalayan partisini ipten alabilir. Hatta savunduğu görüşlerden öte; kendisine özgün siyasi hikayesi ve kişiliğiyle siyasetten umudu kesmiş apolitik gençler ve kitleleri yeniden siyasete kazandırabilir, farklı isimlerin siyasete girmesini bile kolaylaştırabilir.

Fakat bunun da ötesinde Sanae Takaichi, çok farklı bir trendin uzun bir süre kalıcı olacağını tüm dünyaya gösteren bir figür. Merkez siyasetin göç, ekonomik eşitsizlik, güvenlik gibi sorunları görmezden gelip veya ezber çözümler sunması, halkı ikna etmek yerine ne kadar haklı olduğunu açıklamanın peşinde olmasından dolayı ortaya çıkan boşluğun Trump gibi popülist sağcılar tarafından doldurulması maalesef umulanın aksine geçici bir fenomen değil. Zira Trump 2024’te kendisini güncelleyerek farklı kesimlere, farklı kimliklere, etnik gruplara el uzatarak “öteki” olarak grupladığı kesimlerin kapsamını daralttı, çok daha sinsi ve sonuç odaklı, dışarıdan bakanlar için de eğlenceli “yeni bir sağ” kurguladı. Trump’ın yolundan ilerleyen Giorgia Meloni, Alman aşırı sağcı Afd lideri Alice Weidel gibi genç karizmatik kadın sağcı liderler de kadın hakları, ekonomik sorunları, işçi sınıfı gibi konularda daha fazla konuşarak hem sağın imajını yumuşattı hem de eskiden ulaşılamayan işçi sınıfına, yoksul kesimlere el uzattı. Trump’ın öncülük ettiği yeni sağ; eşcinsellerle kadınlarla artık pek derdi olmayan, bütün göçmenlere değil kaçak göçmenlere odaklanan, şeytanlaştırdığı kesimleri trans sporcular, Filistin aktivistleri gibi daha az sayıdaki gruplar arasından seçen, çok daha fazla sosyal devleti savunan, solcuların boş bıraktığı işçi sendikalarına, mahallerine nüfus eden, toplumu ikiye bölen kültürel kamplaşmaları ülkenin gündemine taşıyan, sosyal medyayı çok daha aktif kullanan liderlerle birlikte küreselleşti bile. Art arda farklı ülkelerde seçim kazanan bir formüle dönüştü. Trump’ın izinden giden her bir siyasetçi, kendi reality Showlarının başrolü. Meloni mimikleriyle, toplantılardaki oflama puflamalarıyla, Weidel sert imajıyla, Takaichi metalci kişiliğiyle, “özel hayat yok, sadece çalışmak var” gibi çıkışlarıyla Trump’ın şovmenliğine öykünüyor; kendi kişisel markalarını yaratıyor. Özgün bir karaktere dönüşerek siyasi hikayelerine sadık destekçi arıyor. Fikirlerinin cazibesini arttırıyor. Sosyal medya ve siyasi magazin gündemini domine ediyor.

Trump’ın küresel meselelere bir tüccar edasıyla yaklaşıp her türlü kuralı ezip geçmesi, diğer ülkelerin de bunun karşısında ortak küresel değerlere inanmayan, pragmatik, günden güne değişebilen, masada sert duran liderlerle pazarlığa oturmak istemesi pek şaşırtıcı değil.

İşte Trump’ın dünyasında Japonya da masaya Sanae Takaichi ile oturmak istedi. Eli en radikalinden yükseltti. Ve ne tesadüf ki Takaichi’nin ilk sınavı da bu nedenle önümüzdeki günlerdeki Trump’ın Japonya ziyareti olacak. Trump hem eski dostu Abe’yi anacağı bir ziyaret gerçekleştirecek hem de Çin ve ticaret gibi önemli konuları yeni ve en cool kankası Takaichi ile konuşacak. Önemli bir prestij ziyaret olması bekleniyor. Takaichi’nin oturduğu masadaki yerinin kalıcılığını da işte bu ziyaret belirleyecek.

Fakat ne yazık ki Sanae Takaichi kendisine sandalye tutan Pat Schroeder’in küllerinden yapılan tuğlayı bir kenara iterek masaya oturdu.

Sanae Takaichi’nin Pat Schroeder gibi dünya vatandaşı iyi kalpli, vicdanlı ama belki de yeteneksiz insanların geçmişin liberal iyimserliğiyle kadın ve azınlık hakları, kurallara dayanan demokratik bir hukuk devleti ve uluslararası ilişkilerde hakkaniyete, eşitliğe önem veren bir dünya düzeni için yapılan büyük emeklerle ördüğü o tuğlayı alıp kimin kafasına geçireceğini tahmin etmek zor. Fakat sanırım Trump’ın Beyaz Saray’dan bakıp dünyada “yeni ve çok daha cool” Trump’ların çıktığını izlerken ne kadar keyif aldığını kestirmek pek zor olmasa gerek.

Fildişinden Notlar-

  • Ne okudum? José Eduardo Agualusa- Unutmanın Genel Teorisi. Agualusa; Angola’nın bağımsızlığına kavuşmasının ardından yaşanan geçiş sürecinde kendisini Angola’daki evine kapatan beyaz Portekizli bir yaşlı kadının hikayesini etkileyici bir yaratıcılıkla anlatmış. Özellikle post-kolonyalizmi mizahla ile birleştirmiş ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını siyasi kırılımların röntgenini çekerek göstermiş. Çok başarılıydı. Yazar da Angola doğumlu ve hala Afrika’da yaşayan bir Portekizli olduğu için çok daha çarpıcı. Mutlaka okumanızı öneririm.
- Advertisment -