İstanbul’un Eyüp semtinde yer alan Feshane, Osmanlı imparatorluğunun ilk endüstriyel tesislerinden biri. 1843 yılında, ordunun kıyafet ihtiyacını karşılamak üzere, buhar makineleri ile çuha (kumaş) üretimine başlanıyor. Fes imparatorluğun modernleşmesinin bir simgesi halini alıyor.
Buhar makinelerinin çalıştırılması için kömüre ve suya ihtiyaç var. Fabrikanın kurulması için seçilen yer Haliç. Kömür ve hammaddeler denizden yoluyla geliyor, tıpkı daha sonra kurulan diğer endüstriyel tesisler gibi tatlı su kaynakları da bölgeye çok yakın. Böylece o tarihlerde Boğaziçi gibi yalıların, mesire yerlerinin bulunduğu Haliç kısa zamanda şehrin endüstri merkezine dönüşüyor.
Feshane de Sümerbank’a bağlanıyor. Birkaç yangın geçiriyor, modernize ediliyor, yeniden işletmeye alınıyor. Ta ki 80’li yılların ortasına kadar. Boğaziçi köprüsünün yapılması, karayolu ulaşımının kolaylaşması ile endüstriyel gelişme çoktan başka yönlere kaymış durumda.
Büyükşehir Belediyesi (üniversiteleri temsil eden danışmanları eşliğinde) endüstri “deplase” ediliyor, “Haliç temizleniyor” başlığı altında muazzam bir “şehirkırım” operasyonuna girişiyor. O tarihlerde, tıpkı daha önceleri de yapıldığı gibi şehrin dönüşümünden yıkımlar anlaşılıyor. Haliç’in binlerce yıllık deneyimlere uzanan esnek küçük ticaret ve üretim yapısı, yenilikçi istihdam alanları, tarihi mirası kazınıyor. Haliç yenilikçi şehircilik deneyimleri için bir “kuluçka merkezi” olabilecek iken, vahşi yıkımlara sahne oluyor.
Bu yıkımlara itiraz etmeye çalışan küçük bir azınlık da bu operasyonun arkasındaki güçler, üniversite profesörleri, bürokratlar, siyasetçiler tarafından bastırılıyorlar.
Böylece Haliç’te ağızdan sökülmüşlerden geriye kalmış tek tük dişler gibi, bazı yapılar ayakta kalıyor. Feshane’nin dokuma alanı, Sütlüce mezbahası gibi… Ama onlar da uygulanan projelerle sanki “yıkılmaktan beter” hale getiriliyorlar.
Yıkımdan kurtulan Feshane’nin ders alınacak bir hikayesi var:
80’li yılların ikinci yarısında başlayan Haliç yıkımları sırasında Feshane’de çok ilginç bir olay yaşanıyor: Tam yıkımlar başlamış, buhar merkezi, idari binalar yerle bir edilmişken, ana dokuma bölümü yıkımlardan son anda kurtarılıyor. Geriye kalan yapının çoğu yerinde kazma izleri görülüyor, makineleri, kapıları çerçeveleri vandalca sökülüyor, hurdaya gidiyor.
Bu yıkımlara direnen, alternatif öneriler getiren daha çok genç mimarlardan oluşan bir topluluk işlevini yitiren endüstriyel alanların potansiyel kullanımlarına dikkati çekmek için 1989 yılında, yerel seçimlerde yönetim değişir, değişmez burada binlerce insanın katıldığı “Seretonin” başlığını taşıyan bir etkinlik düzenliyorlar.
“Seretonin” bu inisiyatifin içinde yer alan kişilerin kendi çabaları ile düzenleniyor. Sanatçılar eserlerini kendi imkanları ile gerçekleştiriyorlar. Temizliği, elektrik tesisatını, aydınlatmayı, baskıları bu girişimin içindeki insanlar gerçekleştiriyorlar. Açılışa binlerce kişi katılıyor. Bu etkinliği ilginç kılan hiçbir bütçeleri, sponsorları olmayan, gönüllü kişilerin, mimarların, sanatçıların kendi imkanları ile gerçekleştirdiği bu etkinliğin yönetim fikrini değiştirmesi. Seretonin o kadar etkili oluyor ki, o tarihlerde bu mekanı bir fuar alanı olarak kullanmayı düşünenler, bunun için Büyükşehir’e projeler hazırlayanlar geri çekiliyor.
Şehrin bir çağdaş sanatlar mekanına ihtiyacı olduğu fikri ağır basıyor
Dönüşüm şöyle başlıyor: Büyük sermayeyi arkasına alan, şehrin öncü sanat kuruluşu İKSV, bu girişimin, Seretonin’in yarattığı göz kamaştırıcı etkiyle Feshane’yi “çağdaş sanatlar müzesi yapmak” üzere Büyükşehir ile anlaşıyor.
Bu iş için o sırada (1898 uluslararası fuarı için şehrin merkezinde inşa edilen) devasa tren garını en büyük sanat kuruluşuna, göz kamaştırıcı Orsay Müzesi’ne dönüştüren ünlü İtalyan mimar Gae Aulenti proje işlerini üstleniyor.
Feshane bir çağdaş sanatlar merkezine dönüştürülüyor. 3. İstanbul Bienali’ne de evsahipliği yapıyor.
Arkasında güçlü kuruluşlar olan bu proje iki açıdan fiyasko ile sonuçlanıyor: Fiziki olarak, proje çok baştan savma yapılıyor. Daha ilk sergide salonları su basıyor. Daha da önemlisi vakıf, o zamanın siyasal koşulları içindeki taraf olan yapısıyla ve stratejik olarak, kamusal alandaki kültür yönetimi meselesini, kamu ile ortaklığını iyi çalışmıyor.
Asıl sorun 1993 yılında İstanbul’da seçimleri Refah Partisi’nin kazanması ile ortaya çıkıyor. İKSV “bu yönetim ile çalışılmaz” diyerek Feshane’yi terk ediyor. Merkezi yönetimle, Kenan Evren ile anlaşarak Maslak’ta kendisine tahsis edilen alanda, Kültür Bakanlığı’nın da katkısıyla kültürü kampüsleştirmeye girişiyor. Bu girişim de başarılı olamıyor, epey bir zaman ve bütçe harcandıktan sonra.
Karşısında sürekli “kültür merkezi” olarak ilan edilmesine rağmen müteahhit projeleriyle “kültürden bozma kongre merkezi”ne dönüşen Sütlüce Mezbahası gibi bir örnek var.
Feshane’nin ne olacağına bir türlü karar verilemiyor
Feshane de İKSV’nin başarısız girişimi sonrası tıpkı karşısındaki Sütlüce Mezbahası’nda olduğu gibi Büyükşehir Belediyesi tarafından dünyanın parası harcanarak, daha çok siyasal ve ticari etkinliklerin düzenlenmeye çalışıldığı bir mekana, “El Sanatları Müzesi”ne dönüştürülüyor. 1998 senesinde tekrar restorasyon çalışmaları başlatılıyor. Sonrasında bir fuar ve ticari etkinlikler merkezine dönüştürülüyor. 2003 yılında ise tekrar boşaltılıyor ve yeniden proje süreci başlatılıyor (*).
Bu niteliksiz projelere Centre Pompidou, Sidney Opera binası, Tate Modern… gibi çığır açıcı girişimlerden çok daha büyük bütçeler harcanıyor. Şaşırtıcı olan ise arkasına kamuyu alan bu büyük bütçeli ve kalıcı olmayan projelerin bir bütçesi bile bulunmayan ilk bağımsız girişim, Seretonin gibi bir etki yaratmaması…
2018 yılında İBB’nin Feshane’yi “Tasavvuf ve Osmanlı Kıyafetleri Müzesi” yapmak için açtığı ihale sonuçlanıyor. Ancak 2019’daki belediye seçimleriyle gelen yönetim değişikliğiyle bu proje yarım kalıyor. İmamoğlu döneminde tekrar “Tasavvuf Müzesi” yapılacağı söyleniyor.
Projeler hazırlanıyor, “restorasyon” yeniden başlatılıyor.
Aradan uzun bir süre geçiyor. Bu defa Büyükşehir Belediyesi Feshane’yi “Artİstanbul-Feshane” adıyla bir çağdaş sanat merkezine dönüştürmeyi amaçlıyor.
“Ortadan Başlamak” başlıklı, geniş katılımlı bir sanat etkinliği düzenleniyor.
Açılıştan sonra da birtakım STK’ları temsil ettiğini söyleyen kişiler burada yer alan sanat eserlerini protesto ediyorlar. Bu manipülatif gösteri de zannedersem sanatın, fikir özgürlüklerinin “askıya alınmış bir yerel gündem” içinde nasıl bastırıldığına işaret ediyor.
Feshane’nin bütün bu yaşananlara rağmen şehirde işlevini yitirmiş olan kamusal alanların şehrin kamusal hayatına nasıl kazandırılacağını tartışmak ve deneyimlemek için hala önemli bir fırsat oluşturduğunu düşünüyorum.
Ancak Büyükşehir tarafından endüstrinin “deplase edilme” kararının verildiği tarihten, kırk yıldan beri Haliç havzasının dönüşümü için ne bir yönetim organı, ne de planı var. Kamusal alanlar özelleştirme uygulamaları ile imtiyazcı piyasa aktörlerine terk ediliyor. Oysa o tarihlerden bugüne dünyanın birçok şehrinde endüstri mirası alanlarının dönüşümü için çok aktörlü, çok yönlü yenilikçi şehircilik deneyimleri gerçekleştiriliyor.
* http://saltonline.org/tr/2493/seretonin-sahnelerine-sehirsel-bir-bakis-feshane