Metallerin çok ince levhalar halinde üretiminin endüstri devriminin en önemli kırılma noktalarından biri olduğu hep söylenir.
Endüstri Devrimiyle birlikte çekiçleme, dövme, bükme gibi zanaat yöntemleriyle elde edilen; imgelerin tekrarından oluşan nesnelerin yerini dizisel olarak üretilenler alıyor. Dizisel üretimle aynı zamanda yeni biçimlere, tasarımlara sahip objeler ve kullanım biçimleri de ortaya çıkıyor. Kısacası pres makinelerinin “Endüstri Devrimi” adı verilen süreçte etkin bir rolleri var. Çünkü Endüstri Devrimi, zanaatkârlık yöntemleri ile tekrarlanan, geliştirilen ürünler değil, bir modelden (prototipten) kopyalanan, dizisel olarak ortaya konan ürünler demek. Bunlar da tekrarlanan imgeler değil, yeni, tasarlanan nesneler. Pres makineleri yeni üretim biçimine, köklü bir değişime işaret eden üretim araçları. Bu yeni üretimin çıktıları da preslenen, kalıplarla şekil verilen, gündelik hayatta yaygınlaşan metal eşyalar.
Hasköy’ün sokaklarında yürüyorum. Binaların çoğu bakımsız. Hasköy yaşlı bir insanın ağzındaki tek tük çürümüş dişlere benzeyen yapılarla dolu. Ağızda kalan dişlerin üzerine yılların izleri yapışmış, bunların da. Belki “gidici” olduklarını düşünüyorlar. Ama son nefeslerini vermeden önce çalışmaya devam ediyorlar. Belki de yıkımlardan sonra süslü rezidanslara dönüşecekler. Cadde kenarındaki Salih ustanın atölyesi de bunlardan biri.
Makine mucidi Salih usta
Bu küçük atölyede Salih usta pres makineleri yapıyor. Fotoğrafta gördükleriniz 35 tonluklar. Daha büyüklerini de (70 tonluk) yapıyormuş. Bu makinenin volanı, egzantriği, silindirleri… Bunların hepsi bu küçük atölyedeki tornadan çıkıyor. Ayrıca makinenin kalın saçtan kesilmiş ve birleştirilmiş taşıyıcı parçaları ilginç bir mühendislik tasarımı. Pres makinesi yapmak kolay bir iş değil. Bunları kimler alıyor? Kendi atölyelerini, fabrikalarını kuran girişimciler.
Salih ustanın pres makineleri ile yapılan ürünler saymakla bitmez: Kürekler, kepçeler, çeşitli el aletleri, çatal-kaşık-bıçak takımları, tepsiler, motor kapakları, kutular, havalandırma ve kablo kanalları, elektrik panoları, yağ ve hava filtresi muhafazaları… Aklınıza ne gelirse. Hatta otomobil kaportası parçaları. Salih usta geçmişte buradaki atölyelerdeki pres makineleri ile Ford Transit minibüsünün saç kaporta parçalarının üretildiğini söyledi.
Endüstri Devrimi ile ortaya çıkan yeni malzemelerle, saç levhalarla başlangıçta, “manifaktür” adı verilen üretim biçiminde otomobiller de faytonlar gibi kıvrılmış saçlardan, ahşap iskeletli kaportalarla yapılıyordu. Ama pres makinelerinin ve teknolojisinin gelişmesiyle köklü bir değişim yaşandı. Otomobiller örneğin tümüyle preslenmiş saçtan yapılmaya başlandı. Buna karşılık el ile, zanaat teknikleriyle yapılan üretim daha çok tamirat, tadilat işlerine dönüştü.
Hasköy’de geçmişte bu atölyeler bir ağ oluşturuyordu, onların burada yan yana gelişlerinin de bir anlamı vardı. Kalıpçı, tornacı, sıvamacı, presçi… Bu atölyelerin oluşturduğu ağlar içinde oldukça yenilikçi ürünler ortaya çıkabiliyordu. Küçük üretim yapısı, büyük endüstrinin ihtiyaçlarını karşılıyor, kimi zaman da rekabet edebiliyordu.
Ayakkabı hünerbazı Eli
Eli güleryüzlü, nazik bir İstanbul beyefendisi, ayakkabı imalatçısı. Hasköy sahilinde büyük bir atölyesi varmış. Eli’yle dostluğum onun Hasköy’deki küçük ayakkabı dükkânında başladı. Hasköy’den taşındıktan sonra Serdarı Ekrem Caddesi’nde, Galata’da yaşamıştı.
Eli’nin Hasköy’de sahilde büyük bir binası varmış. Sonra bu küçük dükkâna elindekilerle yerleşmiş. Kıyıyı işaret ederek bana şunları söylüyor: “Bir gün dozerler geldi, yıkmaya başladılar. Makineler ve malzemeler içinde kaldı. Bana bir yer göstermediler. Apar topar bu küçük dükkâna yerleşmek zorunda kaldım. Bu ayakkabılar atölyeden kurtarabildiklerim.”
Beni en çok etkileyen şey dükkânını kapatmaya karar verdiğinde bu kaliteli ayakkabıları gelene gidene parasız dağıtmasıydı. Alacak defteri tutuyordu, ama kim hatırlayacak? Dükkân kapanınca onu nereden bulacaklar? Ayakkabılara şöyle bir bakıyorum. Bunlar o sıralar ithal edilen tanınmış İtalyan markalarından hiç farklı değil. Hatta daha kaliteli.
Eli’nin dükkânına gelip gidenler ise semte taşınan yeni göçmenler. Bir an boş bulunup “bunlar bu ayakkabıların kalitesinden ne anlar” diye içimden geçiriyorum. Ama birkaç ziyaret sonrasında Eli’nin ne yapmak istediğini anlıyorum. Bu ayakkabılar onlardan son kalanlar. Onları satmaya kıyamamıştı, saklamıştı. Ama artık gidecekleri başka bir yer yok.
Eli zannedersem semtine son bir mesaj bırakmak istiyor. Bana anlattığı hikâyedeki gibi: Düğüne hazırlanırken ölen Yahudi kızın gelinliği ve çeyizi Hasköy’de nasıl bir Müslüman ailenin kızına verildiyse! Bu hikâyeyi Eli’den dinlemeliydiniz. Mekânın dönüşümünün hikâyesi sanki bu olayda bir kere daha yazılmış.
Kauçuk teknolojisi mucidi
Eli’den sonra başka arkadaşlarım da oldu. Bunlardan biri de doğal kauçuk makine parçaları üreten Naim usta. Bana şöyle anlatıyor: Bu teknoloji evet, asırlık. Atölye de öyle; antika makineleri olan küçük ölçekli bir fabrika gibi. Bir tarafta basınçlı ısıtma kazanı, diğer tarafta karıştırıcı kazanlar, presleme araçları… Bir tarafta duvara asılı yüzlerce numune. Buradaki atölyenin içindeki çeşitlilik de şaşırtıcı.
Gözüm takılınca “bu gördüklerinin her birinin ayrı bir işlevi var. Bu elimdeki mesela çeltik fabrikalarında pirincin kabuğunu ayıklamak için. Pirinç taneleri bu iki kauçuk silindirin içinden geçerken kabuğundan ayrılıyor. Bunu şimdi daha ucuz olsun diye plastikten yapıyorlar. Ama plastik sıyırma silindiri pirinci yakıyor, tadını bozuyor. Bu yüzden hâlâ doğal kauçuktan yapılan bu parçalar kaliteli oldukları için talep görüyor.”
Arka sokakta şimdi ismini unuttuğum bir usta ise eski-yeni kamyon motorlarını alıp onları deniz araçları için uygun hale getiriyor. Piyasada orijinal “marin” motorların çok pahalı olduğunu, oysa kendi imalatının çok daha elverişli olduğunu söylüyor. Hemen yanında ise deniz araçları için döküm pervane üreten bir atölye var. Metal zannedersem ya fuel oil ya da eski motor yağları yakılarak ısıtılıyor ve eritiliyor. Sonra orijinalinden sıkıştırılmış kömür tozuyla yapılan kalıba dökülüyor. Kalıptan çıktıktan sonra da son halini almak üzere tornacıya gidiyor.
Hasköy’deki bu sokaklar hâlâ eşsiz hünerlerin sergilendiği sihirli yerler:
Bir atölyeye giriyorsunuz, içinden sıcak su geçmesi için yapılmış vanalar üretiliyor. Meğer bunlar tanınmış bir çikolata fabrikası için üretiliyormuş. Bunların yanında gene aynı atölyede karmaşık parçalar görülüyor. Bunlar gene tanınmış bir makarna fabrikasının üretim araçlarıymış.
Sorun şu ki, şehrin neoliberal koşullardaki dönüşümü karşısında bu küçük üretim bugüne kadar emlak operasyonlarından pay alan siyaset kurumları, bilgi üreticileri ve büyük sermaye tarafından bastırıldı. Kimse onlara ellerini uzatmadı. Şehrin yaratıcılık ve yenilik vahası olabilecek yerdeki binlerce yıllık bu muazzam üretim birikimi imha edildi.
Haliç her yönüyle bir dünya şehri olan İstanbul gibi bir şehrin yaratıcılık vahası ya da yeniliklerin kuluçka merkezi olabilirdi. Bu fırsat bugün bile var.
Hasköy’de çeşitli döküm, dişli, vinç, kauçuk endüstriyel parçalar, deniz motoru, pervane, aydınlatma, ayakkabı, gıda sanayii, vs. için yüzlerce çeşit makine üreten atölyeler vardı. Bunların bir bölümü günümüze kadar geldi. Ancak Tersane’deki dönüşüm ve belediyelerin zorla atölyeleri boşaltmaya ve yıkmaya çalışması onların beline kazmayı vurmuşa benziyor.
Yıkıntıların arasında yaşamak da, çalışmak da, geleceği planlamak da, nefes almak da zor.