Sisifos’u bilirsiniz; hani şu, Yunan mitolojisinde büyük bir kayayı -sonsuza kadar- dik bir tepenin doruğuna kadar yuvarlamaya mahkûm edilmiş zavallı kralı! Hani şu, tepenin en yüksek noktasına eriştim derken kayayı elinden kaçıran ve her şeye yeniden başlamak mecburiyetinde kalan bahtı karayı!
Türkiye’de yaşamak, tam da Sisifos’un kaderiyle lanetlenmek gibi!
Bir konuda belli merhaleleri aştığınızı düşünüyorsunuz, artık arzu ettiğiniz bir neticeye varmanız işten bile değil! Ama her defasında bir şeyler oluyor ve siz yine başa dönmek zorunda kalıyorsunuz. Az gidiyorsunuz uz gidiyorsunuz, dere tepe düz gidiyorsunuz, sonra dönüp bir baktığınızda bir arpa boyu kadar yolu kat etmemiş olduğunuzu görüyorsunuz. Zirveye kadar tırmanıyorsunuz ama daima kendinizi en dipte buluyorsunuz. Kararlılıkla hareket ediyor, fakat en yükseğe varmaya ramak kalmışken tepe taklak yere yuvarlanıyorsunuz.
Maalesef hemen her konuda bu böyle! Alın, mesela ifade özgürlüğü meselesini. Daha uzağını bir yana bırakın; Tanzimat’tan bu yana ele alsanız bile, iki asırlık bir derdimiz.
Evet, bir yandan memleket büyük bedeller ödedi, kitlesel kıyımlar yaşandı, insanlar derin acılara maruz kaldı, çok ocaklar söndü, buna mukabil, ifadenin değerinin toplumsal kabulü de arttı, hatırı sayılır ilerlemeler de kaydedildi, mevzuata en özgürlükçü hükümler de konuldu. Lakin her seferinde, ışık hızıyla en yükseklerden en aşağılara düşüyoruz. Binbir zahmetle çıktığımız Everest Dağı’nda tutunamıyoruz ve kendimizi birden Mariana Çukuru’nun en altında buluyoruz.
Sonra da var gücümüzle o çukurdan çıkmak için debelenmeye başlıyoruz.
“Hükümet istifa”
Yine, o dönemlerden birindeyiz.
Malum, deprem sebebiyle ara verilen ligler yeniden başladı. Meşin yuvarlak döndü, taraftarlar statları doldurdu. Evvela Fenerbahçe-Konyaspor maçında, sonra da Beşiktaş-Antalyaspor maçında tribünlerden “Hükümet İstifa” sesleri yükseldi.
Her ne hikmetse, iktidarın tüyleri diken diken oldu. Depremde ortalarda görünmeyen Bahçeli, bütün haşmetiyle arz-ı endam etti. Depreme harcamadığı mesaiyi bu sesi bastırmak için harcadı, tweet üstüne tweet attı. Maçların seyircisiz oynanması gibi akla ziyan öneriler sundu. “Gerekli önlemleri alın” diye kulüp başkanlarına talimat yağdırdı.
İyi güzel de ne yapacak kulüp başkanları? Stada giren her seyircinin başına bir polis mi dikecekler? On binlerin ağzına bant mı vuracaklar? Sesini çıkaranın diline biber mi sürecekler?
Bahçeli’den sufle alan organize suç örgütü lideri Çakıcı sahneye çıktı ve tehditler savurmaya başladı. “Bu ihaneti(!)” (Hükümetin istifa etmesini istemek, ihanetmiş meğer!) organize eden ve bu ihanete katılanları asla unutmayacaklarını söyledi, gözdağı verdi. Maşallah, herkesin elinde bir not defteri, kayıt tutan tutana! O arada Kadıköy’de aynı sloganı atan TİP’liler gözaltına alındı. İçişleri Bakanı da eksik kalmadı racon kesmekten, “Mesaimizi bölmesinler, kalkanı kaldırmasınız biliriz, hodri meydan” diyerek vatandaşa gözdağı verdi.
Sıfır noktasından daha geri
Peki, ne var? Ne oldu da hassas hükümetimiz bu kadar celallendi? “Hükümet istifa” diye bağırmak suç mu?
Ayıptır söylemesi, ama değil. Hatta demokrasilerde bundan daha sıradan bir eleştiri cümlesi bulmak zor olur. Eğer “Hükümet istifa” diyemeyeceksiniz hiçbir şey söyleyemezsiniz. Siz çok başarılı olduğunuz zannedebilir, kendinizi bu milletin başına konmuş bir talih kuşu gibi görebilirsiniz. Ama başkaları da tam aksi kanıda olabilir. Karşıtlarınızın “bırak git” demesi bir suç teşkil etmez; tıpkı yandaşlarınızın “gitme, hep yanımızda, başımızda kal” demesi gibi!
Hak-hukuk meselesine giriş babındaki bu cümleleri yazmak insanı üzüyor haliyle. Ama gel gör ki ifade özgürlüğünde tekrar en başa dönmüş durumdayız. Hatta “Hükümet istifa” sözünden bir suç, bir güvenlik sorunu çıkartmak ve bunu söyleyenlerin üzerine mafyayı ve polisi sürmek, sıfır noktasından bile daha geri bir noktaya tekabül ediyor. Eksilerdeyiz artık!
Sisifosların bu kez daha fazla ter dökmesi gerekecek!