Türk sineması ve romanının, taşrayı anlatırken tamamen kırsala odaklandığını, taşradaki kent merkezlerinin gizeminin değerlendirilemediğini düşündüm geçen hafta Sivas’ın ara sokaklarını dolaşırken.
Sivas, bilmeyeni şaşırtan/ezberini bozan eğlence kültürüne sahip bir şehir değil. Ama düşünülen derecede muhafazakâr bir yer de değil. Şehrin gençleri, belki şehrin yaşlılarına kıyasla kısmen çekingen ve tedirgin bir görüntü verseler de Sivas’ta modern bir yaşam da yaşanıyor… Tam orta yerinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun kocaman resminin asılı olduğu bir kahvede az da olsa dekolteli bir genç kızın çalışabildiği bir şehir Sivas.
Merkez ilçede, son seçimlerde, Tayyip Erdoğan’ın oyu %76,4’tü. Bu %76,4’ü “Şehrin %76,4’ü muhafazakarlardan oluşuyor” şeklinde yorumlamak, bence gerçekçi olmaz.
Bu arada, filmlere, şarkılara, kitaplara konu olan Madımak Oteli, artık yok. Yerine, Bilim ve Kültür Merkezi yapılmış. Binanın üstünde, yaşanan olaya dair yazı veya işaret bulamadım. Tek-tük turistler hariç şehirde konuya büyük ilginin olduğunu söylemek zor.
Madımak Oteli’nin eskiden olduğu yerin etrafındaysa, Sivas’ın en iyi restoranlarının büyük bir kısmı var.
Yeme-içme, İstanbul’daki benzer yerlere oranla bir miktar ucuz olmakla birlikte Sivas halkı açısından pek ucuz değil. Şehirde, geçim sıkıntısından şikâyet, artıyor.
Hem Sivas’ın hem Anadolu’nun ruhuna damgasını vuran, Anadolu’yu İstanbul, İzmir gibi metropollerden ayıran kilit sosyolojik öğe, kentlerin kendine özgü yaşlı erkekleri mi yoksa? Anadolu, yaşlı erkeklerin, yaşlı erkekliğin, tam anlamıyla demlenip kendini bulduğu, tüm jest, mimik ve hareketlerini ortaya koyabildiği coğrafya galiba. Eğer Anadolu bir parkursa, bu parkurun en özgüvenli, en rahat, en heyecanlı, en atak yürüyüşçüleri, yaşlı erkekler sanki.
Öte yandan, Sivas’ta ve Anadolu’da hem örtülü hem de açık kadınların hayata katılımının arttığını görmek mümkün. Ancak şehrin karakteristiğinin bıyıklı yaşlı erkek olduğu noktasında ısrarcıyım. Sivas’ın, gelmişi, geçmişi, birikimi, en çok onların bakışlarında, bıyıklarında, rahatlıklarında, hayatı kabullenmişliklerinde ve özgün yürüyüş tempolarında yoğunlaşıyor.
Sivas’ta, muhafazakarlık, milliyetçilik ile çok belirgin şekilde karışık. Zaten, milliyetçilik ile muhafazakarlığın genel olarak iç içe geçtiği, adeta eşitlendiği bir dönemden geçiyoruz.
Bununla birlikte, Sivas bağlamında, milliyetçilik için (muhafazakarlığa kıyasla) daha “çıplak gözle görülür” denilebilir. Ülkücü bıyığı da yaygın sayılabilir. BBP’nin %10 oyu olan bir şehirden söz ediyoruz. Ülkücülüğe dair sosyolojik gözlem yapmak isteyenler için zemin gerçekten müsait.
Sivas’ta dövmeli genç de var metal gruplarının tişörtünü giyen de sevgilisiyle birlikte motosikletle gezen de (belli sınırlar içinde) dekolte giyen de. Sayıları görece az olsa bile.
Açık hava konserleri vb. beklentilere çok girmemek daha doğru olsa da Sivas’ta bir miktar canlı müzik var. Ancak “ozanlar diyarı” olarak tanınan, Aşık Veysel’in şehri olmanın yanında Selçuklu’nun da mirasçısı olan Sivas gibi bir kentten, biraz daha fazla kültürel aktivite bekleme hakkımızın olduğu kanısındayım.
Tam merkezdeki İnönü Caddesi’nin, yaz akşamlarında, İstanbul’un Bağdat Caddesi gibi caddelerinden farkı kalmıyor. Yazları akşam vakti hava çok ciddi düzeyde serinlediğinden, insanlar yazın esas olarak akşam dışarı çıkıyor. “İstasyon Caddesi” olarak da bilinen İnönü Caddesi’nden akan arabaları izlerken Bağdat Caddesi’ni bile aşan bir “gece ışıkları” (“city lights”) duygusuna kapılmak mümkün.
Bu cadde, Türkiye’nin en geniş caddeleri arasında olmasıyla ünlü. Genişliğinden ötürü Doğu Avrupa’yı andıran bir aurası da var. Havanın akşama doğru aniden serinlemesiyle, bu cadde daha da Avrupai havaya bürünebiliyor. Akşamın tadını çıkartmak isteyenlere, “Noche” adlı sık sık İspanyolca müzik çalınan mekânı önerebilirim.
Sivas’taki batılılaşmaya gurbetçilerin de bir miktar katkısının olduğu yadsınamaz. Ancak son dönemde gurbetçilerin Sivas’ta az zaman geçirdiği, kısa süre kaldıktan sonra güneye, deniz kıyılarına geçtikleri söyleniyor.
Sivas’ın Atatürkçülük bağlamında simgesel bir merkez olduğuysa, bazen unutuluyor. Sivas Kongresi’nin yapıldığı bina, tıpkı Gök Medrese ve Çifte Minareli Medrese gibi kentin simgeleri arasında. Bu binanın yanındaki merdivenlerde, yaz akşamlarında, gençler oturuyor.
İnönü Caddesi’nden çarşıya geçince daha farklı bir atmosferle, “geleneksel Anadolu atmosferi”yle karşılaşıyoruz. Bu atmosferin vazgeçilmez baharatı, baloncular. Aslında bir Anadolu kenti baloncusunun maceralarını anlatan gerilim veya korku filmi, ilginç olabilirdi.
Türkiye hemen hemen tüm bölgeleriyle nüfus yoğunluğu yüksek bir ülke olsa da Orta Anadolu’daki birçok kent merkezi hala boşluk ve bozkırın ortasındaki birer adacığı andırıyor. Sivas, Afyon, Konya, Malatya, Kayseri, Erzurum… Tabii, Sivas, şehir merkezinin azıcık dışına adım atanın kendini anında bozkırda bulması bağlamında uç bir örnek. Sivas’ın AVM’si bile bozkırın tam ortasında gibi. Kızılırmak ise şehir hayatının epey dışında.
Hızlı trenler ve havaalanları sayesinde, kentler yaklaşıyor. Artık Sivas-Ankara arası hızlı trenle 2,5 saat. Aktarmayla İstanbul’a devam etmek de kolay. Üstelik hızlı trenler çok dakik. Ama aşırı kalabalık olmaları nedeniyle biraz konforsuzlar. İç Anadolu’nun “adacık”larının birbirine yaklaşmasının, uzun vadede, muhafazakarlığı yumuşatan etki yapması, yani etkileşimin önümüzdeki yıllarda hızlanarak artması, beklenebilir.
Güneşli ve gölgeli sokaklar… Yüzlerdeki beklentiler, umutlar, dengeler, endişeler… Ruhlardaki hızlanmalar, yavaşlamalar… Hayatın farklı açılardan akıp yüzlere çarpıveren maddi ve manevi, soyut ve somut yükleri… İç dünyamızı anlamanın yolu, İç Anadolu’yu anlamaktan geçiyor.
Sivas’ın (başka İç Anadolu kentlerinde de olduğu gibi) kendine özgü büyüsünün bir yönünü, şehir merkezindeki eski tabelalar oluşturuyor. Örneğin çeyizci tabelaları… Eğer uzak geçmişin ruhu medreselerde (bkz: Gök Medrese) yaşıyorsa, yakın geçmişin ruhu da tabelalarda yaşıyor. Son olarak şunu ekleyelim: Sivas, kangal köpeğiyle ünlü olsa da sokaklarda ne İstanbul’daki kadar köpek var ne de insanlar İstanbul’daki kadar köpeklere ilgili.