6 Şubat depremlerinin hemen ardından hem muktedir hem de muhalif çevrelerden “Siyaseti bu işe karıştırmayalım” sesleri yükseldi. Türkiye büyük bir afetle karşı karşıyaydı; bunu bir siyasi rekabet konusu yapmaktan imtina edilmeliydi, meseleye siyaset üstü bir bakışla eğilmek icap ederdi. Enkazın üzerinde çekişmenin hiç kimseye faydası yoktu, ihtilafları bir süreliğine de olsa bir yana bırakmak gerekirdi. Nihayetinde gün, siyasetin günü değildi.
Son derece tabii, hatta olması gereken bir tonla dillendirildi bu sözler. Oysa başlıca üç sebepten ötürü bu yanlıştı, bunun ne imkânı vardı ne de gereği.
İlki, genel ve siyasetin doğasıyla ilintili. Siyaset, insanların toplu olarak yaşamaları mecburiyetinden doğan sorunları çözmek ve birlikte yaşamayı mümkün kılmak için yapılan faaliyetleri ifade eder. İnsanların hayatlarına tesir eden her eylem, her işlem siyasetin alanı içinde kalır. Dolayısıyla siyaset gündelik hayatın her boyutunu kapsar; hiçbir alan yoktur ki siyasetle doğrudan ya da dolaylı bir şekilde bir irtibatı kurulmasın.
Deprem de bu manada, baştan aşağıya, siyasidir. Zira depremin gerek öncesinde ve gerek sonrasında, olası ya da vaki bir yıkımın hasarını asgari düzeyde tutmak için alınması gereken birçok tedbir ve verilmesi gereken birçok karar vardır.
Mesela, bir şehir nereye kurulacaktır? Hangi semtte kaç kata izin verilecektir? Verimli tarım alanları imara açılacak mıdır? Ortak kamusal kullanım mekânlarına mı yoksa ticari alanlara mı öncelik tanınacaktır? Kaçak yapılaşma ile mücadele edilecek midir? İmar afları çıkarılacak mıdır? Arama-kurtarma ekipleri ve donanımları yeter miktarda mıdır? İletişim altyapısı sağlam mıdır? Afet sonrası müdahale edecek kurum ve kuruluşların görev ve sorumlulukları belli midir? Ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri ile sağlıklı bir koordinasyonu mümkün kılacak bir mekanizma kurulmuş mudur?
Bütün bu tedbirler ve kararlar siyasi sahada cereyan eder. Siyasi aktörler, birey ve toplum tasavvurlarına göre, bütün bu meselelerde bir tercihte bulunurlar. Tercihlerinin isabet nispeti, bir afet anında kendini gösterir. Binaenaleyh her bir tercih milyonlarca insanın hayatının içinden geçer. Her bir karar ortak yaşam üzerinde derin izler bırakır. Deprem, bu nedenle, tamamen siyasidir; siyasetten bağımsız bir şekilde konuşulmaz, konuşulamaz.
“Not etmek”
İkincisi, depremin kaçınılmaz olarak siyasi neticelere yol açmasıdır. Bir afetin öncesinde lazım gelen önlemleri alan, afet sonrasına etkili bir şekilde müdahale eden, mağdurların acil ihtiyaçlarının karşılaması için çözümler üreten ve hayatın tekrardan rayına girmesi için gerekli düzenlemeleri yapan bir siyasi performans, sahiplerine toplum nezdinde itibar kazandırır. Buna mukabil deprem karşısında aciz düşen, yanlışlarının ve yetersizliklerinin üstünü örtüp sorumluluğu sürekli başkalarının sırtına yüklemeye çalışan bir siyaset ise, güven erozyonuna uğrar.
“Not ediyoruz”, “Hesabını sonradan sormak üzere kayda alıyoruz” vb. cümleler son günlerde çok sarf edildi, ediliyor. Vatandaş da not eder, kayıt alır ve vakti gediğinde yapılanların ve yapılmayanların, söylenenlerin ve söylenmeyenlerin hesabını görür. Nitekim 2002’de Türkiye siyasetinin merkez sağ ve merkez sol partilerinin halk tarafından tasfiye edilmesinin en önemli nedenlerinden biri, bu siyasi anlayışın 1999 Gölcük depreminin altında kalmasıydı. “Nerde bu devlet?” sorusuna verilemeyen cevap, dönemin siyasetçilerini tarihe gömmüştü. Fiziki deprem, bir siyasi depremi de beraberinde getirmişti.
Hülasa deprem, bir siyasi maliyet üretir; 1999’dan çok daha büyük bir tahribat yaratan 2023 depremlerinin de siyaset sahnesindeki aktörlere bir siyasi fatura çıkartmaması mümkün değil. Tutulan notlar, seçim günü verilecek karneye işlenir ve her bir siyasetçinin külahı düşer keli görünür.
Depremin esir aldığı seçim
Üçüncüsü, konjonktürel bir sebep; 14 Mayıs’ta yapılması halinde seçime 70 gün kadar bir süre kaldı. İktidarın da muhalefetin de depremden bağımsız, depreme kör sağır bir seçim kampanyası yürütmesinin imkânı yok. Halkın gözü kulağı depremle ilgili gelişmelerde; bu itibarla seçmeni ikna etme ve kendine çekme sürecinde taraflar, mecburen en çok deprem temalı argümanlara başvuracak.
İktidar “Asrın Felaketi” karşısında yapılması gereken her şeyin yapıldığını ileri sürecek ve öncelikle deprem bölgesi olmak üzere ülkeyi en iyi kendilerinin inşa edebileceğini vurgulayacak. Muhalefet ise bir taraftan felaketin sorumlusu olarak iktidarı işaret edecek; diğer taraftan da memleketin ayağa kaldırılması için iktidar mührünün kendisine emanet edilmesini talep edecek. Tenkitler ve vaatler, karşılıklı olarak, bu minvalde ilerleyecek.
Yani deprem ister istemez seçim gündemini esir alacak. Hal bu iken “Depremde siyaset konuşmayalım” demenin bir manası yok. Ancak bu siyaset karşıtlığının manasının üzerinde durmak gerekir. Türkiye’de siyasetin, ne yazık ki, menfi bir algısı var. Halkın büyük bir kısmı, siyaseti kötü, yanlış ve gayri-ahlaki bir faaliyetler bütünü olarak değerlendiriyor.
Siyasetçi denildiğinde halkın aklına; yalan atan, yolsuzluk yapan ve menfaati için ahlak dışı yollara sapmaktan kaçınmayan bir tip geliyor. O nedenle davranışlarını hoş bulmadığı kişilere rahatlıkla “Siyaset yapma!” ya da “Yoksa sen de mi siyasetçi olacaksın” demekte bir beis bulmuyor.
Milli meselelerde siyaset olmaz!
İşin tuhafı, siyaset erbabının kendisi de bu negatif algıyı besliyor. Kritik bir konu olduğunda “Aman bunu siyasete alet etmeyelim” veya “Bu, milli bir meseledir, siyasi bir mesele değildir” cümlelerini kurabiliyor. İçinde yer aldığı ve emek verdiği bir alanı bizatihi kendisi değersizleştiriyor. Siyasetçinin bizatihi kendisi siyasetten uzak durulmasını salık veriyor. Garip!
Elbette siyasetin meleklerin cirit attığı bir saha olmadığının farkındayız; siyasetçilerin de pirüpak, günahsız ve masum insanlar olmadıkları herkesin malumu. Her coğrafyada yalana, dolana, yolsuzluğa, hırsızlığa batmış mebzul miktarda siyasetçi örneği verilebilir. Lakin bu, siyasetin bir bütün olarak olumsuz ve hayırsız bir uğraş olarak nitelendirilmesini, siyasetin kapı dışarı edilmesini gerektirmez.
Çünkü bir toplum olmak ancak siyasetle mümkün olabilir. Mesele ister deprem olsun ister futbol, toplumsal yaşantı siyaset olmadan tanzim edilemez. Siyaseti devre dışı bırakarak ne bir kamu oluşabilir ne de bir kamusal yarar gerçekleştirilebilir. Velhasıl toplumsal bir varlık olarak insan, siyasete muhtaçtır. O halde salt bugün değil her gün siyasetin günüdür ve sadece şimdi değil her daim siyaset konuşmak gerekir.
Perspektif, 3 Mart 2003