Futbol, akılla oynanan bir oyun; eğer oyunun içinde akla ihanet eder veya bir an için onu tatile gönderirseniz ceremesini çeker, gönlü sizde olanları da mahv-u perişan edersiniz. Mesela, maçın uzatmalarının son saniyelerindesiniz. Hakem son düdüğü çaldı çalacak. 2-1 öndesiniz, rakip tekniği taktiği boş vermiş can havliyle saldırıyor. Defanstan bir top şişiriliyor; ceza sahasının önünde, rakip forvetin sırtı kaleye dönük ve iki kişinin markajı altında. Normal şartlarda -yani karşınızdaki Maradona değilse- bu pozisyondan bir tehlike doğmasının imkânı yok. Ama siz, vaziyet bu iken kalkar da bir faul yapar ve rakibe bir duran top şansını verirseniz, epey ağır bir ceza ödersiniz.
Arjantin ile Hollanda arasındaki çeyrek final maçında tam da bu oldu. 2-1 öndeyken Arjantinliler gereksiz bir faulle Hollandalılara bir hediye sundular. Hakemin bitişi ilan etmesine ramak kala takımımın yaptığı anlamsız hareketler beni her zaman hem sinirlendirir hem de korkutur. Ve çoğu zaman korktuğum da başıma gelir. Nitekim Portakallar da Tangocuların hediyesini geri çevirmedi ve -haklarını teslim etmek lazım- üzerinde çalışıldığı belli, ince tasarım ürünü çok şık bir serbest vuruş organizasyonuyla beraberliği yakaladı ve maçı uzatmaya götürdü. Akılsız başın cezasını, bir otuz dakika daha, ayaklar çekti!
Evet, o son hata gerçekten büyüktü ama doğrusu Mavi-Beyazlılar, daha oraya varmadan, maçı koparabilirdi, koparmalıydı. Zira Turuncular, 2-0 geriye düştükleri dakikaya kadar futbol adına ortaya hiçbir güzellik ortaya koymadılar. (Zaten turnuva boyunca, tabir-i caizse çok uyuz bir topları vardı; ABD’nin deneyimsizliği olmasa, evlerine daha erken dönmeleri işten bile değildi.) Van Gaal, artık maçın gittiğini gördüğünde, herkesin ilk aklına geleni yaptı: Elinde ne kadar uzun futbolcu varsa sahaya saldı ve doldur-boşaltlarla gol aradı. Artık Allah ne verdiyse!
Arjantin ise o ana kadar yaptığı gibi rakibini ikinci veya üçüncü bölgede karşılamak yerine, kendi ceza sahasına ve ceza sahasının önüne gömüldü. Taktik bir tercih miydi yoksa skoru koruma psikolojisinin futbolculara galebe çalması mıydı bilmem ama bu geri çekiliş Scaloni’nin ekibine ağır sert bir fatura çıkardı, Hollanda 2-2’yi buldu. Uzatmalarda Arjantin tekrar üstünlüğü ele aldı ama bu kez de şans onu terk etmişti. Toplar defansa çarptı ya da direğe takıldı, bir türlü ağlarla buluşmadı ve maç da penaltılara kaldı.
Daha ısırgan daha dirençli
Sekiz sene önce de futbolseverler benzer sahnelere tanık olmuştu. 2014 Brezilya’da iki takım Cüneyt Çakır’ın yönettiği maçta final için kapışmalar, normal sürede ve uzatmalarda eşitlik bozulmayınca, finalisti penaltılar belirlemişti. Hollanda’nın başında yine Van Gaal vardı. Arjantin penaltılarda hata yapmamış ve gülen Messi olmuştu. 2022 Katar’da da aynısı oldu; Messi yoluna devam ederken Van Gaal kupaya da takımına da veda etti.
Menzile ulaşmak için artık kazanması gereken sadece iki maçı kaldı Arjantin’in. Aslında macera pek tatlı başlamamıştı bildiğiniz üzere. 35 maçlık yenilmezlik serisiyle geldikleri Katar’da, İtalya’nın 37 maçlık rekorunu kırmayı düşlerken, ilk maçta Suudi Arabistan’a yenilmiş ve herkesi şoke etmişti. Arjantin taraftarlarının da sinirleri gerilmiş, kaşları kalkmıştı.
Ancak Scaloni takımı çabuk toparladı. Solda Tagliafico ve forvette Lautaro Martinez’i kesti, onların yerine Acuna ve Julian Alvarez’i monte etti. Orta sahayı tamamen değiştirdi; Parades ve Papu Gomez’i kenara çekti; Mac Allister, Enzo Fernandez ve De Paul üçlüsüyle mücadeleci bir orta saha oluşturdu.
Messi’nin hikâyesi
Arjantin böylelikle ileride ve ortada daha ısırgan ve daha dirençli bir karakter kazanınca Messi de yeteneklerini daha rahat sergileyeceği alanlar buldu. Hem kendi daha işlevsel bir oyun oynamaya hem de arkadaşlarının maça tesir etme olanaklarını artırmaya başladı. Hollanda karşısında Arjantin’in bulduğu ilk golde yaptığı asist, bir sanat eseri gibiydi; bir taraftan çalımlarıyla rakip defansın dengesini alt üst etti, diğer taraftan milimetrik bir pas attı, ne uzak ne yakın, ne hızlı ne yavaş, tam kararında!
Taraftarlığın gözü kör eden bir boyutu var. Kabul. Ama her ne kadar gözümüzü Mavi-Beyaz çubuklu forma bürümüş olsa da, takımımızın kadro kalitesinin bir Brezilya, bir Fransa, bir İngiltere ve hatta bir Portekiz kadar parlak olmadığının idrakindeyiz. Gerçekten de mevki mevki bakıldığında, diğer dört takımın Arjantin’den çok daha güçlü alternatiflerinin olduğu, şüpheye yer bırakmayacak derecede aşikâr.
Mamafih Arjantin de, kendisini onlara nispetle daha kuvvetli kılan bir dinamiğe sahip: Messi’nin hikâyesi. Dünyada birçok farklı coğrafyada milyonlarca insanın mutlu sonla bitmesini istediği bir hikâyesi var Messi’nin. O da arkadaşları da bunun farkında; o nedenle hikâyeye sıkı sıkıya sarılmışlar, sahada varlarını-yoklarını döküyorlar ve zahmetli de olsa o güzel sonu gerçek kılmaya çalışıyorlar. Messi’yi Maradona’nın yadigârı olarak bilen biz Mavi-Beyaz tutkunları da nefesimizi tutmuş, bu yolculuğa eşlik ediyoruz.
Sonu selamet ola!