Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Sosyalistiz, Elhamdülillah”: Zohran Mamdani, New York seçimlerini nasıl kazandı?

“Sosyalistiz, Elhamdülillah”: Zohran Mamdani, New York seçimlerini nasıl kazandı?

34 yaşında. Uganda doğumlu. Hint asıllı Şii bir Müslüman. Ücretsiz kreş ve ulaşımı, kadın ve eşcinsel haklarını destekleyen örgütlü bir sosyalist. Cesur bir Filistin aktivisti. Suriye asıllı karikatürist eşiyle dating uygulamasında tanışan cool bir rapçi. Annesi solcu bir yönetmen, babası Marksist bir akademisyen. Hayır, bu Serbestiyet’teki yazılarıma konu bulmak için uydurduğum biri veya Netflix karakteri değil. %50 oyla New York’un ilk Müslüman belediye başkanı seçilen sosyalist Zohran Mamdani. Zohran Mamdani, sadece Trump’ı, Elon Musk’ı, elitleri, iş insanlarını, aleyhine harcanan milyonlarca doları, İslamofobi’yi, İsrail lobisini alt etmedi, aynı zamanda dünyaya yeni bir siyasetin mümkün olduğunu da gösterdi.

32 yaşındaki Hint asıllı yönetmen Mira Nair, 1989 yılında Uganda’nın en prestijli okulu Makerere Üniversitesi’nin kapısından içeri girerken çok heyecanlıydı, fakat yine de hayatının aşkını bulacağından habersizdi.

Mira Nair, post-kolonyal çalışmarıyla gündeme gelen sol görüşlü bir Marksist akademisyen olan Mahmood Mamdani ile görüşmek için uzun bir yol katetmişti. Mahmood Mamdani, Uganda doğumlu ama Hint asıllı bir Müslüman’dı. Azınlığın azınlığı olan bu genç karizmatik akademisyenin hayatı da en az kimliği kadar ilginçti. Mamdani ve ailesi, 1972 yılında Uganda diktatörü İdi Amin’in Asya kökenli Ugandalıların 90 gün içinde ülkeyi terk etme emri üzerine vatansız kalmış ve İngiltere’de bir mülteci kampına yerleşmişti.

Britanya sömürgeciliğine yönelik tepkisini geçmişte ülkeye göç eden ve ekonomiye katkı veren Hint azınlığa yönelten İdi Amin’in öfkesinde kaçan Müslüman Hintler yıllar önce geldikleri Hindistan’a Hindu köktenciliğinden ürküp dönmeye çekindiği için mecburen İngiltere’deki mülteci kamplarına sığınmıştı. Büyük ihtimalle kaldığı mülteci kampındaki en eğitimli insanlardan biri de Mahmood Mamdani’ydi. 9 yıl önce özel bir burs programıyla Amerika’ya gitmiş, Pittsburgh Üniversitesi’nde siyaset bilimi okumuş, ardından Tufts Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmıştı. Doktorasını Harvard’da yapmasına rağmen hem tez araştırmasını yapmak hem de doğduğu topraklarda üniversite hocası olma rüyasıyla ülkesine geri dönmüştü. Fakat Harvard’dan hevesle döndüğü ülkesinin kendisine hediyesi maalesef 1972 tehciri olmuştu.

Yaşanan bu kişisel dram Mamdani’ye hayatı boyunca ilham olmuş, sömürgecilik, milliyetçilik, azınlık hakları üzerine en özgün eserler vermesini sağlamış, 1986 yılında da belki de inadına ülkesine geri dönüp tekrar üniversitelerde çalışmasına vesile olmuştu. Sömürgecilik karşıtı bir Ugandalı siyasetçinin emriyle ezilen bir azınlığa mensup olmak Mamdani’ye eşi benzeri bulunmaz bir bakış açısı vermiş, ezberleri kırmasını kolaylaştırmıştı. Mamdani’ye göre sömürülen bir halk da bir başka halkı ezebilir, haklarını ihlal edebilir, yeri geldiğinde “mağdurlar” da “fail” olabilirdi. Ugandalı Hintlerin tehcirini anlattığı ve kaldığı mülteci kampında kaleme aldığı “Vatandaştan Göçmene” kitabını da işte bu bakış açısıyla yazmıştı.

Nitekim bu kitap Uganda’dan tehcir edilen ve sonrasında Amerika’ya yerleşen Hint asıllı bir ailenin kızı ile siyah bir Amerikalı’nın etnik gerilimlerden dolayı hoş karşılanmayan “yasak” aşkını anlatan “Mississippi Masala” filmi için araştırma yapan Mira Nair’in dikkatini çekmiş; genç yönetmen, Mamdani’den çok etkilenmişti. Harvard mezunu Mira Nair de Mahmood Mamdani gibi post-kolonyalizm ve Marksizme ilgiliydi. İlk filmi bol ödüllü “Salaam Bombay!”’da sokak çocuklarını işlemiş, derin yoksulluğu ekranlara taşımıştı.

Uganda’da çekeceği film için başkent Kampala’ya gelen Mira Nair ve  Mahmood Mamdani sadece film senaryosu veya mekan seçimi için birlikte çalışmakla yetinmedi; iki Harvardlı genç solcu hızlı bir şekilde aşık oldu, film seti için seçtikleri evde yaşamaya ve hayatı paylaşmaya başladı, iki sene sonra da evlendi.

Uganda’ya yerleşen çift, 1991’de doğan erkek çocuklarına siyasi mücadelelerine yakışır bir isim koymuştu: Zohran Kwame Mamdani. Kwame, Gana’nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra ilk başbakan olan sosyalist Kwame Nkrumah’un ismiydi.

Mamdani ailesi, Zohran beş yaşındayken önce Güney Afrika’ya, iki sene sonra New York’a taşındı. Bütün kitap ve filmlerinde Batı’ya eleştirel bakmış bu entellektüel çiftin uzun bir “dünya vatandaşlığından” sonra New York’a demir atması aslında pek de çelişkili değildi. New York, 90’lı yıllarda kentteki Columbia, NYU gibi üniversitelerle post-kolonyal çalışmaların yoğun yapıldığı, dünyanın dört bir yanından en başarılı öğrencilerin eğitim almaya geldiği, solcu akademisyenlerin ezber bozmak için birbiriyle yarıştığı beynelmilel bir vahaydı.

Zaten Zohran’ın babası Mahmood Mamdani de Marx ile ABD’de tanışmıştı. Öğrencilik yıllarında Martin Luther King Jr. ve arkadaşlarının ırkçı beyaz eyalet yöneticilerine karşı başlattığı Selma yürüyüşüne katılmak için otobüse binerken gözaltına alınan Mahmood Mamdani, kendisini sonrasında kurtaran Uganda Büyükelçiliği’nin “karışma böyle şeylere, sen yabancısın” ikazına “buradaki siyahlar bizim bağımsızlık mücadelemize benzer bir savaş veriyor, anlamıyor musunuz?” yanıtını verdikten sonra özgürlüğüne kavuşmuş, fakat iki hafta sonra yurt odasında FBI’nin “kibar” bir ziyaretine maruz kalmıştı. FBI yetkilileri genç öğrenciye “Marx’ı sever misin?” diye sormuş, Mamdani ise “kendisiyle tanışmadım kim ki o?” demişti, FBI yetkilileri ise bıyık altından gülerek Marx’ın “fakirlerin neden fakir kalmaması gerektiğini yazan bir filozof”  olduğunu söylemiş, Marx’ın kim olduğunu bile bilmeyen genç adamı rahat bırakmıştı. Fakat bu ziyaret amacına ulaşamamış, hatta ters etki yaratmış, Marx’ı inadına merak eden Mamdani’yi Marx ile tanıştırmış, Mamdani Marx’ın bütün eserlerini okumuş, bütün eserlerine sirayet edecek kadar etkilenmişti.

Aradan geçen onlarca yılda Mahmood Mamdani kitap ve makalelerini yazmaya, Mira Nair de filmlerini çekmeye devam etti. Bir ayağı New York, diğer ayakları dünyanın dört bir yanında olan bu pergel çiftin evi yazarlar, gazeteciler, akademisyenlerle, siyasetçiler, yönetmenlerle dolu entellektüel akşam yemekleriyle, partilerle, okuma gruplarıyla, Marksizm-sosyalizm tartışmalarıyla doldu taştı. Mamdani’ler New York’taki evlerine dünyayı sığdırmış, oğulları Zohran Mamdani de işte böyle bir vahada büyümüştü.

Nitekim bu entellektüel çiftin dünya çapında en çok ses getiren eserleri ne kitapları ne filmleri oldu.

Kitapların, filmlerin, sol içi tartışmaların arasında büyüyen Zohran Mamdani; belki düzgün bir iş bulamadı, ama dünyanın en çok ses getiren siyasetçilerinden biri oldu.

FBI eliyle Marx ile tanışan bir babanın henüz 34 yaşındaki bir Filistin aktivisti Müslüman demokratik sosyalist göçmen oğlu ABD’nin en büyük metropolünün belediye başkanlığını %50.5 oyla kazandı. Şehrin ilk Müslüman ve Hint asıllı belediye başkanı olarak tarihe geçti. 

Devrimci Marksist nepo-baby

İlkokula Güney Afrika’da başlayan, ortakokulu ve liseyi New York’taki iyi okullarda okuyan Zohran Mamdani lisans eğitimini Maine eyaletindeki özel bir üniversite olan Bowdoin’de Afrika çalışmaları alanında tamamladı. Zohran Mamdani, bugün kendisini eleştirenlerce ünlü çiftlerin kayrılan ve ciddi bir işte çalışmak zorunda olmayan çocuklarına takılan “nepo-baby” lakabını almasına sebep olacak şekilde üniversiteden sonra hiçbir ciddi bir işte çalışmadı. Fakat her zaman siyaseti hedeflemiş olsa gerek ki üniversite yıllarından itibaren sosyalist örgütlerde ve Filistin hareketi içerisinde yer aldı. New York’ta yerel siyaset yapan sosyalistlerin kampanyalarında çalıştı, kirasını ödeyemediği için evden çıkarılmak istenen kiracılara gönüllü danışmanlık yaptığı STK’lara yazıldı. Sadece siyaset değil, müzikle de ilgilendi, Hint kültürünü ti’ye aldığı bir rap şarkısı yayınladı, annesinin bir filminde cast danışmanı olarak çalıştı, New York’un kültür-sanat dünyasının içine girdi.

Nihayetinde 2017 yılında uzun bir süredir New York’ta faaliyet gösteren Amerika Demokratik Sosyalistler (DSA) partisine katıldı. DSA özellikle 2016’dan beri Demokrat Parti içindeki önseçimlerde sosyalist adayları destekleyen ve Demokrat Parti’yi içeriden değiştirmeye talip örgütlü bir sosyalist hareket. Her ne kadar ayrı bir parti olsa da ve yeri geldiğinde merkez kanat Demokratların karşısına başka adaylarla çıkabilse de Cortez, Sanders gibi sosyalist siyasetçilerin seçilmesi için Demokratların önseçimlerinde çalışıyor, bağış topluyor, kapı kapı geziyor ve oy veriyorlar. Mamdani önce bu sosyalist hareket içerisindeki diğer yerel siyasetçilerin kampanyalarında çalıştı, bu kişilerle dostluk kurdu ve yakın bir çekirdek ekip oluşturdu. Ardından sıranın kendisine geldiğini düşünerek 2019 seçimlerinde Black Lives Matter eylemlerinin beslediği Trump karşıtı rüzgarın da etkisiyle şehir yaşamında yasa yapmak gibi kritik rollere sahip kent meclisine adaylığını koydu. Kendisi gibi Asyalı ve Müslüman göçmenlerin yoğun yaşadığı Astoria bölgesini temsil etmek için çıktığı bu siyasi macerada, çok başarılı bir saha çalışması yürüttü, ciddi bağış topladı, Müslüman seçmenleri normalde gitmedikleri sandığa taşımak adına Ramazan ayında ekibiyle birlikte 12 bin iftar paketi dağıttı, çetin bir önseçimin ardından Demokrat Parti adaylığını kazanıp kent meclisine girdi.

Çok değil sadece yedi sene önce 2018’de Amerikan vatandaşlığı alan Zohran Mamdani, kent meclisinde öncülük ettiği yasa tasarılarından ziyade, konuşmaları ve sosyal medya kampanyalarıyla öne çıktı, New York’ta güçlü olan sosyalist kanat ile bağlarını ciddi bir şekilde pekiştirdi. Özellikle 2021 yılında taksicilerin ağır banka kredileri altında ezilmelerini protesto etmek için başlattıkları açlık grevine verdiği destekle gündeme geldi, şehrin sembolü olan taksi şoförleriyle çok başarılı bir saha dayanışması gösterdi.

Zohran Mamdani için bir diğer dönüm noktası ise 2024 yılında henüz kimsenin ismini bile doğru düzgün telaffuz edemediği, anketlerde %1 gözüktüğü bir dönemde New York belediye başkan adaylığını açıklaması ve Demokrat Parti’nin belediye başkan adaylığı önseçimleri için kolları sıvaması oldu.

Belediye başkan adaylığı Zohran için dünya vatandaşı bir ailede edindiği çokkültürlülüğü, sağlam bir ideolojik altyapıyı ve sosyalist bir örgütte öğrendiği dayanışma adabını pratik etmek için mükemmel bir fırsattı.

Nitekim Zohran Mamdani bu fırsatı tepe tepe kullandı ve sadece %1’lerden zirveye çıkmakla kalmadı, New York siyasetinin, Trump’ın ve sanırım da yakın gelecekte dünyanın dengelerini altüst eden siyasi bir devrim başlattı.

Bir Cuma hutbesi olarak sosyalizm

Zohran, daha önceki kampanyalarda tanıştığı solcu New Yorklu aktivist arkadaşları ve yoldaşlarıyla pes etmeden adım adım kampanyasını büyüttü, sendika sendika, mahalle mahalle gezerek ekibini çeşitlendirdi. Böylece 50 bini aşkın genç bir saha ekibiyle birlikte kapı kapı gezerek vaatlerini anlattı. Seçimden önce bir günde ziyaret edilen ev sayısı 150 bine çıkmıştı. Zohran’ın en başından beri hiç vazgeçmediği şey, 1 milyonluk nüfusa sahip olmalarına rağmen sadece %7’sinin sandığa gittiği Müslüman New Yorklulara ulaşmak oldu. Özellikle ABD’nin siyasi destek ve askeri yardımla ortak olduğu Gazze soykırımına tepkili Müslüman Amerikalılar, Cumhuriyetçi ve Demokratların İsrail konusunda ortak duruş sergilemeleri karşısında sandığa daha da küsecekken karşılarında Cuma namazında saf tutup namazın ardından cemaat ile konuşan, destek isteyen genç bir Müslümanı buldu. Zohran, böylece ilk kez kendilerinden birini pusulada gören binlerce Müslüman New Yorkluyu heyecanlandırmış, Asya göçmenleriyle birlikte Müslümanları da sandığa taşıyacak uzun soluklu bir kampanya başlatmıştı.

Bernie Sanders gibi klasik solcular ırksal ve dini kimliklere mesafeliyken, Zohran kimliğin siyasi tercihlerdeki etkisini küçümsememiş, Müslümanların siyasi bir kimliksizlik yaşadığı bir dönemde temsil edilme güdüsünü önemsemiş, Müslümanlara ve Asya göçmenlerine özel bir kampanya yapmıştı.

Fakat dini ve etnik kimliklere seslenmek adına kendisinden de taviz vermemişti. Camilerde yine sol vaatlerini anlatıyor, farklı mecralardaki konuşmalarında odak değişse de gündelik hayattaki geçim sıkıntısının çözülmesi olan ana mesaj değişmiyordu. Nitekim tam da bu nedenle çok farklı kesimlere aynı vaatlerle ulaşmayı başardı. Cami cemaatlerine de trans bireyler için düzenlediği özel mitinginde de ücretsiz kreş, belediye marketi, ücretsiz otobüs gibi vaatlerini anlattı, farklı kesimlerden insanların ortak dertlerini kürsüye taşıdı, konuştuğu yerler değişse de mikrofondan yankılanan ses ve mesaj değişmedi.

Mamdani’nin ilk aşamada bu denli heyecanlı bir saha ekibini oluşturmasının esas sırlarından biri de Gazze konusundaki duruşuydu. İş insanları ve İsrail’i destekleyen siyasetçileriyle İsrail lobisinin güçlü olduğu New York kenti, sıradan halkın, gençlerin ve azınlıkların İsrail’e tepki duydukları bir tabanı bünyesinde barındırıyordu. Mamdani, taban ile tavan arasındaki bu zıtlığa karşı öfkeyi arkasına aldı. Net bir şekilde Filistin’i ana gündem haline getirdi, İsrail ile ticari bağların kesilmesini, Netanyahu’nun kente adım attığı anda tutuklanmasını savundu. Kendisine “intifada” sloganını kınayıp kınamayacağı sorulduğunda gelecek tepkileri göğüslemek uğruna bu kelimenin Holokost Müzesi’nde bile “isyan” anlamında olduğunu, Yahudilere yönelik şiddet anlamına gelmek zorunda olmadığını belirtti, bu sloganı kendisi atmayı tercih etmese de kınamadı. Belediye başkanlık münazarasında sanki New York değil Tel Aviv belediye başkanı seçiliyormuşçasına adaylar ilk ziyaretlerini İsrail’e yapacaklarını söylerken, Mamdani New York’ta kalacağını belirtti, moderatör ise belediyenin yetki alanıymışçasına Mamdani’ye “İsrail’in var olma hakkını tanıyor musunuz?” diye sordu. Mamdani “demokratik bir devlet olarak, Evet” diyince Cuomo gibi İsrail destekçilerince antisemitist ilan edildi. Seçilmemesi için 40 milyon dolarlık özel bir fon kuruldu, günün sonunda halkın iradesi milyonlarca doları da ezdi geçti.

Her ne kadar 1,9 milyonluk Yahudi nüfusuyla New York’ta böyle bir Filistin savunusuyla seçim kazanmak kentin sokaklarından bihaber olanlar için sürpriz olsa da aslında pek şaşırtıcı değil. Zira New York Hannah Arendt’ten bu yana İsrail karşıtı solcu seküler Yahudilerin güçlü olduğu bir kent. Mamdani’nin ekibinde de bu nedenle birçok solcu Yahudi çalışıyor. Nitekim tercihli oy sisteminin kullanıldığı önseçimde Mamdani’nin %50’yi aşmasını garantileyen de yarışı 100 bin oyla üçüncü bitiren Yahudi sosyalist Brad Lander’in kendi seçmenlerine “ikinci tercihinize Zohran’ı yazın” demesiydi. Müslüman bir sosyalistin zaferi böylece Yahudi bir sosyalistin omuz vermesiyle garantilendi. Zira Brad Lander, birçok söyleşi ve etkinlikte Zohran ile birlikte hareket ederek Zohran’a yönelik “antisemit” iddialarına da kalkan oldu. Genel seçim sürecinde de Brad Lander, Zohran’ı savunmaya devam etti.

Birçok solcu Yahudi Zohran’ın çekirdek ekibinde yer aldı ve Zohran özellikle genel seçime doğru Yahudi cemaatiyle bir araya geldi, İsrail’e mesafeli liberal sinagogların törenlerine katıldı ve nihayetinde şehirdeki en güçlü Hasidik Ortodoks cemaatlerden birinin de resmi desteğini kazandı.

Zohran’ın zaferini getiren bir diğer hikaye de net ve gündelik hayata dokunan bir ideolojisinin olması, fakat bunu zamanın ruhuna uygun bir şekilde pazarlamasıydı.

Sosyalizm bize dededen değil, TikTok’tan miras

Enflasyonun giderek arttığı, orta sınıfın bile yüksek kiraları karşılayamadığı New York’ta kendini kiracıların, evsizlerin hayat koşullarını iyileştirmek için çabalayan sivil toplumun ve sosyalist aktivistlerin içinde bulan Zohran’ın çaresi “demokratik sosyalizm” oldu. Her ne kadar demokratik sosyalizm Türkiye ve Avrupa’da klasik bir sosyal demokrasiye denk gelse de bu kavram tartışmasının ötesinde Zohran’ın mesajı çok net: Hayat pahalılığını düşürmek.

Zohran’ın kentin bel kemiğini oluşturan işçi sınıfına yönelik çok temel vaatleri vardı: Kira artışının sınırlandırılması, belediyenin sosyal konut inşa etmesi, hem polis şiddetini azaltmak hem de bir yandan toplu taşıma ve sokaklarda insanları tedirgin eden kişilere sağlıklı bir şekilde müdahale edilmesi için toplum güvenliği biriminin kurulması, artan gıda fiyatları karşısında belediyenin beş ilçede kamu süpermarketi açıp ucuz gıda satması, otobüslerin ücretsiz ve hızlı olması, belediye kreşleri ve çocuk bakım desteğinin sağlanması. Zohran Mamdani, bu sosyal refah vaatlerini New York’un kurumlar vergisini komşu eyalet New Jersey ile eşitleyip %11.5’a çıkararak ve New York’un en zengin %1’ine %2’lik bir gelir vergisi salarak hayata geçirmeyi planlıyor. Zira Zohran’a göre bu yeni vergiler bu tarz küçük artışlarla bile belediyeye 6 milyar dolardan fazla ek gelir sağlıyor. Fakat Zohran’ın sosyalizmi biraz farklı. Konut inşaatının kolaylaştırılması için bazı korumacı tedbirlerin ve yavaşlatıcı regülasyonların kaldırılmasını savunuyor; ayrıca Elon Musk’ın bir zamanlar başında olduğu Verimlilik Departmanı gibi devletin gereksiz harcamalarının kısılmasını sağlayan tedbirlerin alınması gerektiğini vurguluyor. Yani tipik bir sosyalistin veya Amerikan solcusunun aksine, devlet regülasyonlarına büyük ölçüde tepkili. Kamunun süpermarket açmasını savunuyor, fakat devletin girişimlerin önündeki regülasyonları kaldırması ve böylece ekonomik refahın engellenmemesi gerektiğini de söylüyor. Özellikle metroların hantallığı ve temiz olmaması konusuna da belediyeyi etkin çalışmamakla suçluyor ve böylece Amerika gibi özel sektöre tapıldığı, solcu olmanın Stalinci olmak gibi radikal görüldüğü kapitalist bir ülkede sol fikirleri kamu sektörünün hantallığını yok saymadan daha ikna edici bir şekilde savunabiliyor.

Zohran’ın kampanyasının başarısı sadece bu vaatlerin kendisi değil, bu vaatlerin halka aktarılması. Zohran bu vaatleri kısa cümleler ve çarpıcı renklerle posterlere taşıdı, bu vaatlerle istikrarlı bir şekilde konuşmalarını bitirdi, gündelik sıkıntıları duymayan elit siyasetçilerin karşısında bu vaatleri somut ve net bir şekilde dile getirerek fark yarattı. Yine en çok izlenen videosu 2024 seçimlerinin ardından Trump’a oy veren New Yorklularla yaptığı söyleşiydi. Demokratlar seçim hezimetinin etkisiyle Trumpçılar ile dalga geçip laf sokarken Zohran Mamdani bu seçmenlerle söyleşi yaptı, hayat pahalılığı gibi konulardaki öfkelerini dinledi. Bu söyleşinin ardından bu seçmenlerin göz hizasına inip kampanya yaptı. Nitekim bir sene sonra aynı mahalleye gittiğinde bu sefer coşku ve heyecanla karşılanmıştı. Amacına ulaşmış, seçmenle kavga etmek yerine onları ikna etmişti.

İşin ilginç yanı, Zohran’ın görsellerindeki font ve renk seçimi bile hikayesiyle uyumlu olması amacıyla bilinçli bir şekilde tasarlandı. Hem New York’taki renkli ve genellikle göçmenlerin sahibi olduğu kioskların fiyat ve ürün tanıtım tabelaları hem de Zohran’ın Hint kökenli olması sebebiyle Bollywood afiş ve renkleri tercih edildi, çarpıcı renkler ve büyük fontlarla Zohran’ın kişiliği ve hayat hikayesi de posterlere yansıtıldı. Zohran böylece ideolojisini bile font seçiminde gösterdi, fontları ideolojisine göre seçti. Zira bu grafikleri ve posterleri hazırlayanlar bile sosyalist. Yani kampanyanın her bir adımı ideolojik bir altyapı ve bakış açısıyla tasarlandı.

Mamdani’nin evliliği bile kişiliğinin sahiciliği ve özgünlüğünü yansıtıyor, ezber bozuyor. Suriyeli bir karikatürist ve çizer olan eşi Rama Duwaji ile nikah fotoğrafları bunun en iyi örneği. Hinge adındaki bir flört uygulamasında tanışan çift bu sene evlendi. Dubai’de balayı yapmalarına Cumhuriyetçilerin tepki gösterdiği çift, bu lincin ardından şehrin metro ve sokaklarında çekilen doğal fotoğraflarını paylaştı.

Bu fotoğraflar birbirinden farklı milyonlarca insanın yaşadığı New York’un bir özeti. Suriyeli bir karikatürist ve Hint asıllı sosyalist bir Müslüman’ın aşkı. Proje gibi gözüken, samimiyetsiz çiftlere nazaran sıradan kentlilerin de benzerini çekebileceği, aynı hayatı yaşayabileceği, aynı şeye öfkelenebileceği ve sevinebileceği bir sahicilik. Milyonlarca dolarının satın alamayacağı bir doğallık. Bu nedenle bu nikah fotoğrafları Mamdani’nin fikirlerinin çoktan önüne geçti, Mamdani’nin Suriyeli eşi Rama Duwaji sadece ünlü olmadı, aynı zamanda arka planda Mamdani’nin kampanyasına destek verdi, görsel seçimlerinde arkadaşlarıyla birlikte çalıştı.

Tabii TikTok’u da ciddi bir şekilde kullandı. Seçim vaatlerini ve hayatını kısa ve komik kesitlerle, editlerle anlattı, çok aktif bir şekilde genç nesile sosyal medya akımlarıyla ulaştı. Her bir sosyal medya platformu için ayrı bir içerik üretti. Vaatlerini kısa ve net cümlelerle anlattı, hiç lafı uzatmadı. Her konuda oldukça netti.

Belki başka bir ülkedeki bir solcunun “ne işi var burada?” diyebileceği birçok ünlünün desteğini kabul etti, ünlü manken Emily Ratajkowski’yla bile birlikte video çekti, ünlü New York şeflerinin düzenlediği özel bağış galalarına katıldı, Vogue gibi bir dergiye poz verdi, uzun söyleşiler yerine alternatif medyaya, gençlerin dinlediği tematik podcastlere konuk oldu, özgün ve dinamik bir medya stratejisi benimsedi.

Zohran Mamdani seçime 24 saat kala bir gün içerisinde sabah kiliseye, öğleden sonra maratona, sonrasında beyzbol maçına, ertesinde Yahudi Hasidik cemaatine, akşamında cami cemaatine, gecesinde gay barda DJ’liğe giderken; Demokrat Parti önseçimini büyük bir farkla Mamdani’ye kaybettikten sonra vazgeçmeyip bağımsız aday olan Cuomo, İsrail lobisi ve Trump başta olmak üzere Cumhuriyetçiler Mamdani’ye antisemitizm, İslamofobi, teröristlik ile suçladı, “topal ördek” olacağını, radikal bir komünist olduğunu söyledi.

Ve her şeye rağmen nefret söylemi işe yaramadı. Cuomo’nun Zohran’ın 11 Eylül saldırılarını tekrarlayacağına dair şakaya gülmesi, Zohran’ı itici göstermek için sakallarını çoğaltarak afişlerde kullanması, antisemit olduğunu söyleyerek hedef göstermesi, seçilirse Hamasçıları belediyede çalıştıracağını iddia etmesi ikna edici olmadı.

Zohran Mamdani önce eyaletin eski valisi ve çok güçlü bir siyasi aileden gelen yine eski bir valinin oğlu olan Andrew Cuomo’yu önseçimde %56 ile yendi, ardından da belediye başkanlığı için yapılan genel seçimleri % 50.5 oyla kazandı.

Modern New York tarihinin en genç, ilk Filistin aktivisti, ilk Müslüman ve nadir sosyalist belediye başkanlarından biri olarak tarihe geçti.

Aslında bugüne kadar şehirden hakkını alamamışların hakkını da teslim etti.

Taksicilerin, sokak satıcılarının başkanı; kimsesizlerin kimsesi

Zohran Mamdani, New York’un 1 milyonluk Müslüman nüfusunun ilk yıldızı. Bugüne kadar genellikle taksicilik, düşük maaşlı işler, sokak satılıcığı yapan, çoğu yeni nesil göçmen olan Müslüman, Ortadoğulu ve Asyalı New Yorklular ilk kez kenar mahallelerden şehrin kalbine gelmiş durumda.

Bu aynı zamanda tarihin tatlı bir cilvesi.

Bir zamanlar New York’un kalbi Manhattan’ın güneyindeki Washington  Caddesi ile Battery Park’ın kesişiminde bulunan ve  Osmanlı döneminde New York’a göç eden Ortadoğulu çoğu Hıristiyan Araplara ev sahipliği yapan Küçük Suriye mahallesi nargile dükkanları, seyyar boza ve ayran satan esnafları ve Ortadoğu kültürünün canlı renkleriyle doluyken şehri adeta yeniden yıkıp inşa eden Robert Moses gibi yerel yöneticilerin kararıyla yıkılmış, Brooklyn’e doğru giden bir tünel inşa edilmişti.

Manhattan’ın ortasındaki Ortadoğu mahallesini kaybeden Araplar ise şehrin ve ülkenin dört bir yanına tekrardan kenar mahallerine dağılmıştı. Ne tuhaf ki  şehrin ilk Müslüman yerleşimcilerinden biri olan ve Hollandalı bir Hıristiyan denizciyken yakalanmasının ardından İslam’a geçen korsan Küçük Murat Reis’in oğlu Anthony Janszoon van Salee de 400 yıl önce aynı kaderi paylaşmış. “Türk” lakaplı Müslüman tüccar, 1627’de Manhattan’a yerleştikten ve arsa aldıktan sonra büyük ihtimalle Müslüman olması nedeniyle dışlanmış, sürülmüş ve birçok kez arsalarına el konulmuş, sık sık şehrin farklı noktalarında ticari ve tarım işlerine yeniden başlamak zorunda kalmıştı. New York, Ortadoğu’dan, Asya’dan gelen misafirlerini hep ötelemiş, kenara itmişti.

Zohran Mamdani’nin, İsrail lobisinin New York’un en iyi üniversitelerini boğduğu, en parlak öğrencilerin Filistin eylemlerine katıldığı için vizelerinin iptal edilip Manhattan sokaklarından kaçırıldığı, Filistin’i savunanların susturulmaya çalışıldığı, herkesin antisemit ilan edildiği bir dönemde İsrail lobisinin başkentinde seçimleri bir Müslüman olarak, kapitalizmin, iş insanlarının ve Zohran seçilirse yüksek vergiler nedeniyle şehri terk edip Florida’ya taşınacaklarını söyleyenlerin kalbinde bir sosyalist olarak kazanması bu nedenle önemli.

Geçmişte camilerine, aile sofralarına, evlerine gizli kimlikli muhbirlerle girilen, her sakallı New Yorkluya olası bir terörist gözüyle bakılan günlerin ardından herkesin farklı kimlikleriyle, farklı hayat tarzlarıyla yan yana yaşadığı bu kentin insanları belki de Amerika’nın en karanlık günlerinde uzun soluklu ve sahici bir çözüm buldular.

Evet, devir Trumpların devri. Ama her fırtınanın bir sonu, her gecenin de bir sabahı var.

İşte New York’un da sabahı, Farsça “güneş gibi parlak/açan çiçek” anlamına gelen  Zohran adındaki 34 yaşındaki Müslüman sosyalist Filistin aktivisti Uganda doğumlu Hint kökenli genç bir adam oldu.

Belki uzaklardan, özellikle New York’un karmakarışık, herkesi birbirine yakınlaştıran o kaotik sokaklarından ziyade insanları birbirinden ayıran uzun mahalle duvarlarından bakınca anlaşılması zor bir güneş bu.

Fakat New Yorklular için bu durum böyle değil. Bir kulüpten veya tiyatrodan veya jazz club’tan gece vakti çıkıp eve yürürken acıkınca ayaküstü yenilen “drunk food”un (sarhoş yemeği, gece kaçamağı) bile şehre gelen işçi sınıfı göçmenlerle değiştiği, Yahudilerin deli sandviçlerinden, İtalyanların dilim pizzasına, bugün ise Müslüman ve Asyalıların kebaplarına döndüğü, dinamik akışının  sokağın her bir noktasına sirayet ettiği bir kent için Zohran’ın sırrı “griliğinde”. 

Bu grilik, yeri geldiğinde Cuma cemaatine hadislerle, gençlere Lady Gaga şarkılarıyla, dikkat süresi bir dakika olanlara TikTok videolarıyla derdini anlatmak, hiçbir zaman seçmeni aşağılamamak, küçümsememenin sonucu.

Kimsenin hayat tarzına karışmadan, kimseyi bastırmadan, ortak bir yaşamı hakkaniyetli bir şekilde inşa etmenin kavgası.

Zohran’ın griliğini New York’a anlatması üç sene sürdü. Bunun için milyonlarca doları, sahte videoları, karalama kampanyalarını yıkıp geçmesi gerekti. Bu griliği hayatı boyunca aramamış olanların, görse ürküp arkaik mahalleciliğine döneceklerin ürkeceği bir zorluk.

Fakat şimdi önünde çok daha büyük bir yol var.

İsrail uğruna demokrasi ve insan hakları gibi değerleri ayaklar altına alan Batı’ya ve bu fırsattan istifade bir tekmeyi de bu değerlere hevesle savuran Doğu’ya inat yeni bir yol çizmek. Başkalarına ilham vermek, örnek olmak.

Bugüne kadar ciddi bir işte çalışmamış Zohran’ın vaatlerini gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğinden, çöpleri iyi toplayıp toplamayacağından emin olmak zor. Fakat bunun pek önemi de yok. Zira Zohran’ın çok daha önemli bir yolu var ve bu ışıklı yolu tek başına yürümeyeceği de kesin.

Tamam, inşallah.

- Advertisment -