Yahya Kemal’in 1957 yılında Hürriyet gazetesinde altı bölüm halinde yayınladığı ve eski harflerle kaleme aldığı Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirindeki bir mısra ancak ölümünden sonra toparlanan şiirlerinin yer aldığı ünlü kitabın da adı olmuştu: Kendi Gök Kubbemiz…
“Malazgirt’ten beri bütün ölülerle birlikte yaşıyorum” diyen Yahya Kemal, Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda o ölülerin hepsini bayram namazında Süleymaniye’nin gök kubbeleri altında tasvir etmişti:
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Fransa’da yaşarken okuduğu “Fransız milletini bin yıldır Fransa toprağı yarattı” cümlesinden etkilenen Yahya Kemal’in milliyetçiliği toprak ve kültür milliyetçiliğiydi, Türklük için miladı da Malazgirt’ti.
Beşir Ayvazoğlu’nun tabiriyle “Bozgunda fetih rüyaları gören” bir şairdi ama herhalde şiirlerindeki kültürel ve tarihi referansların derinliği ve kullandığı elit estetik dil, onun popülist, yayılmacı, üstünlükçü ilkel dürtülere hitap etmesini engellemişti.
Mesela bir Necip Fazıl etkisi yaratmamıştı.
Hayatıyla olmasa da fikirleriyle gerçek bir muhafazakardı. Ama şehirli, estetik bir muhafazakarlıktı bu. Bu yüzden ne milliyetçilerin ne İslamcıların bayrak yaptığı bir şair, kötülenen geçmişe övgüsü yüzünden de Kemalistlerin favori şairi olamamıştı.
Muhtemelen geçen sabah Süleymaniye Camii’ndeki bayram namazını görse İstanbul’un yeni kozmopolitliği onu ürkütebilirdi.
Camiyi yakın semtlerde yaşayan Suriyeliler, Afganlar, Tacikler, Kırgızlar, Türkmenler, Pakistanlılar, bayram için özel renk renk kıyafetler giymiş Afrikalılar doldurmuştu.
Neyse ki Türkçeleri imam efendinin vaazında söylediklerini anlamalarına muhtemelen yetmedi.
Yoksa seçime beş kala çaktırmadan siyasi mesajlar vermek isteyen imam efendinin “Ümmet bu milletten çok şey bekliyor” cümlelerinden alınabilirlerdi.
Ümmetin diğer milletlerinden insanların doldurduğu camideki bayram sabahı neşesinin içinde sakil duran hamasi vaazında imam efendi bir ara “Kimse kazandığına razı gelmiyor. 1 liralık olan şeye 10 lira diyor” diyerek ekonomiye bile girdi.
Neyse ki çocuklarını o havayı teneffüs etsin diye Süleymaniye’ye getirmiş insanlar içinden kimse çıkıp “Buna enflasyon deniyor” diye bağırarak caminin adabını bozmadı.
Fakat yine de onun bu amatörce propaganda çabası birkaç kilometre ötede yaşananların yanında gayet masum kaldı.
Süleymaniye’den birkaç kilometre ötede uzun süredir restorasyonda olan Sultanahmet Camii, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bayram sabahı açıldı.
Erdoğan, bayram namazını Ayasofya’da kıldı. Sonra da Sultanahmet’e geçip caminin bahçesinde kurulmuş kürsüden toplanan kalabalığa konuştu.
Bu, Türkiye siyasi tarihinin ilk bayram sabahı mitingi olarak tarihe geçti.
Sultanahmet Meydanı çok tarihi mitinge ev sahipliği yaptı ama kimse Sultanahmet Camii içinde miting yapmaya kalkmamıştı.
Yine de bayram ve restore edilen Sultanahmet Camii hakkında bir konuşma yapsaydı bu kadar göze batmayabilirdi.
Ama anlaşılan Cumhurbaşkanı için seçime giderken caminin liman liman gezdirilen savaş gemisinden, il il dolaştırılan yerli arabadan bir farkı yok.
Camii, bayram dinlemeden Aziz Nesin romanlarındaki klişe bir “din elden gidiyor” popülizmiyle siyasete daldı:
“Muhalefet ne diyor, gelince Diyanet’i kaldıracaklarmış. Yerine inanç bilmem ne başkanlığı diye bir şey kuracaklarmış.”
Cumhurbaşkanı böyle yapınca, cemaat ne yapmaz?
Tam burada bir bayram sabahı, tarihi bir caminin içinden “Yuh” sesleri yükseldi.
Kalabalığın bu yakışıksız aşırılığı karşısında iyi bir dindar olan Cumhurbaşkanı’ndan beklenen caminin bahçesinde “Yuh” çekilmesini engellemek, ayıplamak olurdu.
Ama şöyle devam etmeyi tercih etti:
“Yuh yetmez, 14 Mayıs’a kadar gece gündüz çalışacağız ve onları siyasi mevta haline getireceğiz. Terör örgütüyle el ele olanlardan başka bir şey beklenebilir mi? 14 Mayıs bunların sonu olmalı.”
Evet, yanlış okumadınız. Bayram sabahı İstanbul tarihi selatin camilerinden birinin bahçesindeki açılış, siyasi bir mitinge döndü ve camide muhalefet yuhalandı. Muhafazakar cumhurbaşkanı ise bu yuhalamayı yeterli bulmadı, muhalefetin seçimlerde mevtaya çevrilmesi için çalışmak gerektiğini söyledi.
Üstelik yuhalanan iddia da doğru değildi.
Ne Millet İttifakı’nın ortak mutabakat metninde ne de ittifakı oluşturan altı partinin programında Diyanet’i kaldırmak diye bir vaad yok.
Muhalif partiler içinde sadece TİP ve Yeşil-Sol Parti’nin böyle bir vaadi var.
Ama Cumhurbaşkanı herhalde onları kastetmedi muhalefet derken.
En kötüsü Cumhurbaşkanı muhalefet derken kastettiği Millet İttifakı’nın Diyanet’i kaldırmak gibi bir vaadi olmadığını biliyordu.
Ama buna rağmen bayram sabahı bir camii açılışında bunu muhalefete karşı dini popülizm için kullanmaktan çekinmedi.
Konuşmasındaki “inanç başkanlığı” tabiri ise açılan Alevi tartışmasına bir girizgah gibiydi. İnşallah girizgah olarak da kalır.
Ayrıca Alevilerle ilgili İnanç Başkanlığı da bu yıl içinde Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla AK Parti iktidarı tarafından kuruldu.
Yani nihai bilanço şöyle oldu:
Bir bayram sabahı, Sultanahmet Camii’nin bahçesindeki açılışı siyasi mitinge çevirmek, toplanan kalabalığı Diyanet’i kapacaklar gibi sahte bir bilgiyle çoşturmak, cami içinde muhalefetin yuhalanması, bunun üzerine camii bahçesinde muhalefeti yuhalan vatandaşları teskin etmek yerine, bu yuhalanmanın da yetmeceğini söyleyip muhalefeti seçimde mevta yapmak için kalabalığı çalışmaya davet etmek…
Bütün bunlar dün yaşandı.
Ama hassas bir Müslümanı derinden üzmesi ve kızdırması gereken bu olay, muhtemelen Cumhurbaşkanı’nı İslam davası adına destekleyenleri pek de rahatsız etmeyecek.
Onları yanlışlıkla seccadeye basıp defalarca özür dileyen muhalefet lideri kadar bu görüntüler rahatsız etmeyecek.
Çünkü artık onlar için muhalefet İslam davasının, devletin, vatanın karşısında olan, dış güçlerin kontrol ettiği bir şey.
Sadece muhalif aktörler değil, muhalefet etmek bile hainlik, nankörlük suçlaması için yeterli.
Böyle bakınca bu uğurda bayram sabahı caminin içinde miting yapıp, muhalefeti gerçek dışı iddialarla suçlamak, yuhlamak ayıp, yakışıksız değil.
Depremde ölenlerin yattığı mezarlığa gelip Fatiha okuyan muhalefet liderine “Fatiha bilmez ki bu” diye bağırmak da, sahabe türbesinden kovmak da…
Son yıllarda böyle bakan büyük bir kitle yaratıldı. Onlar için din, devlet, Erdoğan, AK Parti birleşti.
Artık o nesille ve bu insanlarla diyalog kurmak bile kolay değil.
Ama bu kaba dini popülizmle ikna edilemeyecek başka bir muhafazakar kitle daha var.
İktidar yaptıklarıyla onlara, “Muhalefet daha mı iyi” den daha iyi bir argüman bırakmadı.
Ama günden güne her şeyi ehveni şer ile meşrulaştırmaya çalışmak da zorlaşıyor.
Mesela kendisine mezarlıkta dua ederken “Fatiha bilmez ki” diye bağıran vandallığa hakkını helal ettiğini söyleyen mi, cami içinde miting yapıp rakiplerini yuhalatan mı daha iyi?
Kendi gök kubbemiz altında Yahya Kemal’in şiirler yazdığı bir bayram sabahının huzurunu kaçıran yuh sesleri içinde karar vermek kolay değil:
Kim muhafazakar, kim değil?