Deprem Suriyeliye farklı, Türk’e, Kürt’e, Arap’a farklı davranmadı. Doğa, hepimize ayrım gözetmeksizin ağır bir ceza verdi. Dünya acımıza ortak oldu. Kurtarma ekipleri dört bir yandan yardımımıza koştu. Yunanistan devlet televizyonu deprem sabahı yayına “Hepimiz Türküz” sözleriyle başladı. Şevval Sam’ın türküsü eşliğinde dostluk öne çıktı. Bu ilgi onca sıkıntı içinde bizlere ilaç oldu. Ancak “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diyen içe kapanmacı ötekileştirici yorumlardan da kurtulamadık.
Mesela Türkler Antakya’yı terk ederse, Suriyeli göçmenlerin eline geçebilir, yorumları yapılıyor. Zaten öfke ve çaresizlik içinde olan bölge insanını gerilime sokmasından korktuğum bu yorum, bazı çevreleri de heyecana sevk etti. İnsanlar can derdindeyken bir de “Vatan toprağı elden gidebilir” hissiyatını ayağa kaldırmanın kime ne faydası var? Suriyeli sıgınmacılar, bir mesele olarak gündemimizde. Nasıl çözüleceğini bilemediğimiz karmaşık bir sorun. Buraya çaresizlik içinde sığınmış ve giderek kalıcı hale gelmeye başlamış bir topluluktan söz ediyoruz.
Tabii, bu kadar yüksek oranda göçmenin gelmesi, bölgenin demografik yapısını bozar. Bu tablo, bilmediğimiz değişik sorunları beraberinde getirir. Ancak bunun doğru bir çözümü aranmalı ve bulunmalı. Şimdiye kadarki deneyimler gösteriyor ki toplu göçlerin geriye dönüşü pek olmuyor. Çoğunluk dönmüyor. Bütün siyasi partiler de biliyor ki bu gerçekliği tersine çevirme projeleri, vaat edilen oranda sonuç vermeyecek. Ama toplumun göçmenlere olumlu davranışları, siyasetçileri de etkiliyor. Bu tepkinin içinden çıkan ırkçı partiler marjinal olarak kalıyor.
Daha özenli bir dil
Irkçılık, güçlü bir demokrasi düşmanlığıyla ve despotizmle el ele yürüyor. Toplumun zayıf yönlerini harekete geçirebiliyor. Depremde yüzlerce Suriyeli göçmen de yaşamını yitirdi büyük olasılıkla. Zaten ev, bark, geçim derdindeyken, daha da büyük bir felaketin ortasında kalıverdiler. Onların acısı, insan olarak hepimizin acısının bir parçası.
Bu yüzden şu ortamda daha özenli bir dil kullanabilir, toplumsal öfkeyi başka topluluklara yöneltmekten kaçınabiliriz. Kanaat önderleri, siyasetçiler ve biz gazeteciler… Lafımızı, sözümüzü, böyle zamanlarda, daha bir tartarak kullanmak zorundayız. Doğal afetler, büyük zihinsel altüst oluşları da tetikleyebiliyor.