Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISuriyeliler podcast serisi: Ne Suriye’ye ne Türkiye’ye sığabilenler…

Suriyeliler podcast serisi: Ne Suriye’ye ne Türkiye’ye sığabilenler…

Gazeteci Aygen Aytaç, geniş bir yelpazedeki konularda çeşitli konuklarla herhangi bir rating, beğeni kaygısı olmadan sessiz sedasız podcast’ler yayımlıyor. Bu böyle güzel tabii, ama Aygen Aytaç’ın Suriyeli psikolog arkadaşı Nur ile birlikte hazırladığı bir “Suriyeliler” serisi var ki, onların bir köşede kalmasına insanın gönlü el vermiyor. Suriyeliler serisinin birincisinin başlığı “Biz kim için öleceğiz?”

Televizyon yaygın olarak kullanılmaya başladığında radyoya karşı net bir zafer kazanmıştı. Yine de radyo evlerde, kısık sesle de olsa çalar dururdu. “Yurttan Sesler Korosu” türküler söyler, saat başlarında “Ajans” haberleri dinlenir, “Arkası Yarın”lar takip edilirdi. Hayatımıza eşlik eden bir sesti radyo.

Yakın zamana kadar biz “radyo severler” hâlâ arabada, yürüyüşlerde kulaklıkla radyo dinlemeye devam ettik. Son yıllarda ise radyonun karşısında değil de dizinin dibinde büyüyen ciddi bir rakip çıktı: Podcast’ler…

Bildiğim tüm radyo severler artık radyonun yanısıra podcast dinliyorlar. İstediğimiz konuda, istediğimiz dilde dinleyebileceğimiz neredeyse sonsuz sayıda podcast var artık elimizin altında. Şu anda hangisini saysam diğerlerine haksızlık yapacağımı düşündüğüm ilginç seçenekler…

Bu seçeneklerden bir tanesi, benim de eski arkadaşım olan gazeteci Aygen Aytaç’ın kendi köşesinde geniş bir yelpazedeki konularda çeşitli konuklarla herhangi bir rating, beğeni kaygısı olmadan sessiz sedasız hazırlayıp yayımladığı podcast’ler.

Bu böyle güzel tabii, ama Aygen Aytaç’ın Suriyeli psikolog arkadaşı Nur ile birlikte hazırladığı bir “Suriyeliler” serisi var ki, onların bir köşede kalmasına insanın gönlü el vermiyor.

Suriyeliler serisinin birincisinin başlığı “Biz kim için öleceğiz?..”

“Anlamsız bir savaştan kaçışın, yabancı korkutucu bir ülkede, Türkiye’de anlam arayışının hikâyesi… Kaçışlar, kafa kesmeler, tecavüzler, tekrar kaçışlar, tekrar kavuşmalar, tanışmalar içeren çılgın bir hikâye bu.

Sadece haberlerde duyduğumuz ama muhtemelen “bu kadarı da olmaz”, “siyasî yalanlardır” diye geçtiğimiz, inanmakta güçlük çektiğimiz olaylar içeren, tam 12 yıl önce başlayan bir hikâye…

Ukraynalı sığınmacılar konuşulurken sürekli Suriyeli sığınmacılarla karşılaştırmalar yapılması, “Niye Ukraynalılar ülkelerini savunuyor da Suriyeliler kaçtı?” gibi yorumlar bu yaraya tuz biber ekiyor.

Ben de, bu vesileyle, bu konuya açıklık getirmeye ve Türkiye’ye ilk geldiği sıralarda henüz Türkçe bilmezken tanıştığım Suriyeli Psikolog arkadaşım Nur ile konuşmaya karar verdim. Aslında Nur ile konuşmayı uzun süredir istiyordum. Hem onun hem de onun tedavi etmeye çalıştığı savaş, tecavüz travması yaşamış Suriyeli kadınların hikâyelerinin bizim ön yargılarımıza çare olacağına inanıyorum.”

Beş bölümlük serinin birinci bölümü, Aygen Aytaç’ın diğer bölümlerde konuşulacak konular hakkında da ipuçları içeren bu ifadeleri ile başlıyor.

Suriye’de kim kimle savaşıyor? Kim nereden kaçıyor? Çeşitli ülkelerin ve örgütlerin hep kendi kafalarına göre top koşturduğu bir iç savaşta hayatlar birkaç saat içinde nasıl sonsuza dek değişti? Bu karmaşada “kadın başına” var olmak nasıl bir mücadeleyi gerektiriyor? Neyin cezasını çektiğini bilmeyen Suriyeli sığınmacıların Türkiye’deki hayatları bunca zorluk arasında nasıl bir hâl aldı? Peki, öyle ya da böyle, hayatın anlamı ya da amacı ne ve nerede?

Sorular bitecek gibi değil. Bu soruların cevaplarını kendi hayatından veriyor Suriyeli Nur. Yaşananları ilk ağızdan duymanın, olan biteni anlamak açısından ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz Nur anlattıkça.

İkinci bölümün başlığı, “Ağır geliyorsa anlatmayayım”. Bu podcast’te Nur kardeşini DAEŞ’in elinden kurtarma çabalarını anlatıyor, Aygen Aytaç’tan aldığı sinyallerle bir ara bu cümle de dökülüveriyor ağzından: “Ağır geliyorsa anlatmayayım”. Çünkü, bir yakınını kaybettikten sonra vücudunu tam olarak bulup toprağa verme “lüksü”nden bahsediyor. Çünkü, yaşadığı dayanılması güç olayların sonucunda gerçeklerle bağını koparmama yöntemlerini dinlemek gerçekten ağır geliyor insana. Ama işte hakikat orada duruyor. İsteyen istediği kadarını alsın, düşünsün, Nur anlatmaya devam ediyor.

Üçüncü bölüm, “Bilmiyorum, öğrenmek istiyorum”… Öğrenmek isteyenler için, Suriyeli kadınların yaşadıklarından kesitler sunuyor Nur. Psikolog olarak deneyimledikleri, yardım etmeye çalıştığı çok sayıda gruptan kadınların/çocukların/erkeklerin neredeyse çaresiz görünen durumlarına çare bulma çabaları… Sonra Türkiye’ye üzerinde bomba olduğu sanılmasın diye giysilerini çıkarıp kaçışı ya da geri dönüşü. Daha da önemlisi burada karşılaştığı acımasız ön yargılar.

Dördüncü bölüm, “Her şeyi yutmayı öğrendim”… Bu bölümde ikinci gelişinde Türkiye’de kurmaya çalıştığı hayatı anlatıyor. Hep duyduğumuz, birazını bildiğimiz konular… Suriyelilerin burada yaşadığı zorluklar, hakları, statüleri, kimliklerinin tanınması, vatandaşlık alma sorunları ile daha can alıcı gündelik konular: Tacizler, dışlanmalar, nefret suçları ve bunlara karşı geliştirdikleri savunma mekanizmaları. Türklerle ilişkileri, Türkiye içinde daha rahat ettikleri yerler… Memlekete geri dönme umutları var mı?

Beşinci ve son bölüm ise, “İçimde çiçekler açtı”… Ezidilerin tecavüz çocukları hakkında aldıkları kabul kararının ona verdiği güç… Travmalarla nasıl başa çıkabiliriz? Travmayı geçmek değil ama yanına alarak hayata devam etmek… Kurban psikolojisine girme yerine ışığa doğru koşma tecrübesi. Karşılaştığı ve iyi ilişkiler kurabildiği Türkler sayesinde ön yargılarını nasıl aştığı, hayata nasıl tutunduğu ve nihayet evliliği. Ve tabii, sıla hasreti, ölüm aracılığıyla olsa bile memlekete kavuşma istekleri… Özlemler, hayaller, umutlar ya da yarım, eksik kalanlar… “Şam, hiç acı çekme Şam, sen hep içimde dolaşıyorsun kanım gibi…”

“… Sevgili psikologumuz Nur’un söylediği gibi, duyduğumuz acıyı kabullenip yola onunla birlikte devam ediyoruz. İşin güzel yanı, sığınmacılar, mülteciler ve hepimiz umut ışıkları, tünelin ucundaki ışıklar konusunda uzman oluyoruz. Karşımıza çıkan güzel insanlar, başımıza gelen olumlu şeyler daha bir değerli oluyor. Artık, hiçbir şeyi, hiç kimseyi eskisi gibi kolayca harcayamıyoruz. Çünkü her an, her şeyi, herkesi kaybedebileceğimizi biliyoruz. Bu yüzden hem sıkı sıkı sarılmayı öğreniyoruz hem de gerekirse gitmelerine izin vermeyi. Nur’la uzun uzadıya konuşmalarımızdan çıkardığım şu: Nur yabancı bir ülkede hayatın anlamını, sevgiyi ve mutluluğu sıfırdan inşa ederken, sahip olduklarının değerini eskisinden çok daha iyi biliyor. Değişerek, değişikliklere gülümseyerek…”

Aygen Aytaç podcast serisinin sonlarında Nur’un anlattıklarının, sığınmacıların, mültecilerin travmalarının, hepimiz açısından yol gösterici olabileceğini bu sözlerle anlatıyor.

İçinizden “Sahi Suriyeliler neler yaşadı?” diye bir soru geçiyorsa bu podcast’leri dinlemenizi öneririm. Bu bilgi kirliliği ve her cenahtan gelen ırkçı ön yargıların arasında, neredeyse her yazımda bahsettiğim insanî hikâyelerin gücünü, bu sefer Türkiye’deki Suriyeliler açısından anlamak için bundan daha iyi bir fırsat olamaz.

“Bu nasıl bir fırsat?” derseniz, bu sığınmacıları, mültecileri birer insan olarak anlayan bir ahlak tesis etmekten bahsedebilirim size. Ya da daha önceki bir yazımın sonunda yer alan Berat Özipek’in şu sözlerini yeniden buraya ekleyerek cevap verebilirim:

Rakel Dink’in muhteşem ifadesiyle “bir bebekten katil yaratan karanlığı” sorgulamalıyız. Her dönem kurbanları değişen nefretin kaynağını. İnsanlığın eski bir hastalığının bugünkü yeni tezahür biçimini.

Bu zor bir iş ve nasıl yapılacağını da bilmiyorum. Ama sanıyorum, en azından o ırmağa nefret dökmeyi özendirmeyecek, dökenin aramızda yeri olmadığını bilmesini sağlayacak bir ahlakı aramızda tesis edebiliriz.”

***

Serbestiyet’in notu: Güzin Sarıoğlu’nun bu yazısında tanıttığı gazeteci Aygen Aytaç’ın beş bölümlük ‘Suriyeliler’ podcast serisinin “Biz kim için öleceğiz” başlıklı birinci bölümünü şuradan dinleyebilirsiniz (Serbestiyet, serinin öbür bölümlerini de hafta içinde yayımlamaya devam edecek).

- Advertisment -