Hatay haritada, Türkiye’nin Suriye’nin içine doğru girdiği, coğrafî olarak sanki hiçbir yere ait değilmiş gibi bir yer. Türkiye’nin bir ucu. Çok çeşitli etnisitelere, dinlere geçiş alanı gibi. Yayladağı da Hatay’ın bir ucunda, Suriye sınırında bir ilçe. Yayladağı’nın da en güney ucunda Güveççi köyü var.
Taha Duymaz 1 Eylül 2003 tarihinde bu köyde doğmuş, 2023 yılının Şubat ayının başlarında halasının Hatay’daki evinde 2 kardeşi ve başka akrabalarıyla birlikte enkaz altında kalıp öldü. 20 yılı bulmayan bir ömür…
Aslında hâlâ köyde yaşıyormuş ama bir süreliğine Yayladağı’ndaymış. Son birkaç yıla kadar neredeyse köyünden çıkmadan yaşamış. Malûm yol parası az değil, zaten arabaya binmekten de korkuyormuş. Videolarında bunu nasıl aşıp da İstanbul’a gidebildiğini soranlara cevap veriyor: “Ben de bilmiyorum, işte nasıl olduysa oldu. 18 yaşımdan sonra biraz tedavi gördüm. Hâlâ korkuyorum ama artık arabaya, uçağa, taksiye, otobüse binebiliyorum.” Nedense hep her şeyi açıklamak zorunda…
Aynı anne babadan 12 çocuklu bir aile. Taha Duymaz 11’inci. Hacer Foggo’nun yoksulluğun en dibindeki hâli anlatabilmek için kullandığı “derin yoksulluk” içinde, hiçbir geliri, sigortası vs olmayan tamamen güvencesiz bir ailede büyümüş. Evde “çalışan” hiç kimse yok. Bir süre önce aileye bağlanan bir maaş var, 800 lira. Devlet gücünü göstermiş yani. Belki şu anda zam da gelmiştir. 12 kişilik ailede kişi başına 100 liraya falan geliyordur belki. Bir de boşanıp geri gelen ablasının çocukları eklenmiş ev halkına. Niye o kadar çok çocuk yapmışlar, niye kimse çalışmıyor, bu “hâlden anlamaz” soruları duymaktan da gına gelmiş belli ki. “Bilmiyorum” diyor geçiyor. Zaten cevabı olan sorular değil bunlar, maksat anlamamak.
Annesiyle köyün çevresindeki tepelere, tarlalara gidip ot toplayıp sattıklarını ya da bu otlarla yemek yaptıklarını anlatıyor videolarında. Çalı çırpı toplayıp yakıyorlar ısınmak için. Çöplerden topladığı tenekeleri satıyormuş, çay ve şeker alıyormuş bakkaldan, unla süt de alıyormuş, öyle diyor röportajlarında.
Papatya görünce, “bakın ne güzel” diyor, telefonunun kamerasını papatyalara çeviriyor, biz izleyiciler görüyoruz güzel papatyaları, hemen aklına geliyor sonra: “Toplayıp papatya çayı mı yapsak?” Uzaklardaki tarlaları gösteriyor, oraların ne kadar güzel olduğunu anlatıyor, sonra hemen ekliyor: “Yazın oralarda karpuz falan olur, gider yeriz biz de.” Sıfır lira ile yaşamanın incelikli yöntemlerini bulmaya çalışmışlar hep. Son birkaç yılda sosyal medya fenomeni olarak kazandığı parayı saymazsak, sıfır lira yöntemleri işe de yaramış ki, ailecek bir şekilde yaşamaya devam etmişler. Deprem olmasaydı, ellerinin bollaştığı bu dönemlerde, en sevdikleri yemekleri, örneğin mangalda tavuk, yapıp evin çatısında ailecek yemeye devam edeceklerdi, bir şölen havasında. Doğumgünü pastaları yapıp mumlar üfleyeceklerdi. Annesi utangaç utangaç gülümseyecekti.
Hepimizde olan ya da olabilecek sosyal fobileri varmış, anlatıyor bunları. Arabaya binemediği için, okula bile gidemediği için (ilkokul 4’ten terk) olduğu yerde, Güveççi’de yapabileceklerine odaklanmış. Fobi miydi hobi miydi, karıştırıyor kelimeleri… İşte bir şeyler geliştirmiş, kulaklığını takıp çoğunlukla acıklı pop şarkıları dinliyor, “baraj”ın oraya gidip kayanın altında oturuyor, her gün baraja gitmekten kendini alamıyor, bazen, hatta sık sık “gözyaşları bitene kadar kendini ağlatıyor”muş, kendi ifadeleri bunlar.
Ama çok küçük yaşlardan itibaren en çok sevdiği şey yemek yapmak. Çok küçükken annesiyle tandırda ekmek yaparak başlamış işe. Yumurta kırmak kadar kolay bir şey onun için ekmek yapmak, evde un ve maya varsa o iş tamam. Annesini beklerken aç aç oturacaklarına hemen ekmek yoğuruyor, kardeşleriyle birlikte yiyorlarmış. Malzeme neyse elindeki, onunla nefis yemekler yapıyor “2 metre karelik mutfakta”.
Sonra, 2015 yılında, 12 yaşındayken falan, köye gelip giden bir tanıdığının verdiği harçlıkları biriktirip 15-20 liraya bir tavuk alıyor, kuluçkaya yatsın ya da “yumurtaya kurk otursun” diye, tavuğun altına çok sayıda yumurta koyuyor ve civcivleri oluyor. Yetiştirdiği tavuklarla civciv sayısını artırıyor, horozları da satıyorlar vs. Bu sayede, arkadaşının eski telefonunu satın alıyor. Çünkü aklında yemek videoları yapmak var.
İlk videolar pek izlenmiyor, bilemediği bir nedenle siliniyor YouTube’tan. Böyle birkaç başarısız girişim… Sonra Instagram’ı, daha da önemlisi TikTok’u keşfediyor. 2019 yılına gelinmiş bu arada. “10k izlenmem olsa” diye hayal kurarken, neredeyse aniden, 10k’nın çok çok üstüne çıkıyor izlenme sayıları. Gülben Ergen’in de çok yardımcı olduğunu anlatıyor. Ailecek çok sevdikleri “Gülben abla”yla yaptıkları bir programdan sonra takipçi sayısı iyice artıyor. Sonrası sosyal medya dünyasının benim pek de anlamadığım incelikleri, belki tuzaklı yolları… Artık ezilmemeye karar vermiş, gereğini yapmaya çalışan Taha Duymaz var karşımızda. Gerçek bir fenomen…
İlk videosu ekmek tarifi, ikincisi muhallebi. Plastik leğenlerde hamur yoğuruyor, eski tencerelerde yemek yapıyor. Kısa sürede birtakım “yemek videosu” gereklerini de yerine getirmeye başlıyor, tabii ki hemen öğreniyor sezgileriyle. Bir elinde bir bardak süt, diğerinde bir bardak un, dans eder gibi hareketlerle tencereye aynı anda döküyor. Yemek yaparken, video çekerken kendinden memnun, ama ağlama krizleri devam, “içimden atamıyorum” diyor, “çok duygusalım”.
Ekmek, içli köfte, künefe, tepsi kebabı gibi tariflerde kendine güveni tam. Maharetini sergiliyor hakikaten. Bir de “kolay sushi”, “çikolatalı marşmelov”, “white chocolate mocca” gibi fenomen hayatına ait tarifler var. Bunları da anlatıyor ama arada bir “bu da nasıl bir şeyse” gibi şaşkınlık ifadelerini dile getirmekten kendini alamıyor.
Şubat 2023 itibarıyla Instagram’da 1.5 milyona, TikTok’ta 2 milyona yakın takipçisi, Youtube’ta 262 bin abonesi var. Instagram’da yemek videoları 10 binlerce “like” alıyor, bazen 100 binlere ulaşıyor. TikTok’ta bu sayıların birkaç katına ulaşıyor. Ama kişisel şeylerden bahsettiği videolar çok daha büyük bir ilgiyle izleniyor. Ayrıca “haftalık yüz bakımı”, “günlük bakım” vs videoları ve şarkı söylediği klipleri de çok izleniyor.
Ne yapsa çok izleniyordu anlayacağınız. Sık sık, günde birkaç defa video yüklemek gerekliliğinden bahsediyordu bu konuda ilerlemek isteyenlere. Sosyal medyada çok izlenmenin sırlarını anlatıyordu. Çünkü artık o bir fenomendi. Hem Instagram’da, hem Tiktok’ta, hem de Youtube’ta.
“Çok şükür” ama hiçbir zaman kendisini rahat hissettirecek, ailesinin yükünü hafifletebilecek yeterli parayı kazanamadı. Markaların kendisiyle çalışmak istemediğini anlatıyordu videolarında. Nedenini merak ediyordu tabii, bunca takipçi sayısıyla tuhaf buluyordu.
2022’de burun ve kulak ameliyatları geçirdi. Bence, yüz ifadesi çok büyük ölçüde değişti. Bir adım daha İstanbul hayatına yaklaştı, daha sık sık İstanbul’a gelirken, ilk zamanlarıyla arasına daha çok mesafe girdi. Videolarda biraz daha sıradan bir “ünlü” izlenimi vermeye başladı. Ama Armağan Çağlayan’ın da söylediği gibi “ürkekliği” devam ediyordu. Uzun yıllar da yaşasaydı, geçmeyecekti tabii bu ürkeklik, belki başka şeylere dönüşmüş gibi görünecekti ama hep Taha Duymaz’ın korkularını, içine attıklarını hissettirecekti bize. Şefkat duymayıp da ne yapılır böyle durumlarda, bilmiyorum.
Bu maddi imkânsızlıklar içinde o burun, kulak estetiklerini nasıl yaptırmış peki? “Sağ olsun o doktor abi para almadan yaptı.” “Kocaman bir burnum vardı, Allah affetsin, çok çirkindi.” Köyde rezil olmak var işin ucunda, annesi babası hiç istemiyorlar bu ameliyatları ama “hayat benim hayatım yani” diyor. “Bir gün ölüp gideceğim, ne zaman öleceğim belli değil, belki büyümeyeceğim, belki 19, 20, 25 yaşında öleceğim yani, yaptırayım da mutlu mutlu gideyim… Hepimizin ömrü kelebek gibi, gelip geçiyor”. Ölümünden sonra bu ifadeleri çok paylaşıldı. Benzer başka ifadeleri de vardı: “Nedense çok uzun yaşayacağımı zannetmiyorum.” Bunda bir keramet bulduğum için değil, belki vardır ayrıca ama Taha Duymaz’ın halet-i ruhiyesini daha iyi anlayabiliriz belki diye yazıyorum bunları.
Köyünü anlattığı videolarında uzaktan Türk bayrağı görünce, “canım bayrağım benim” diyor, birkaç öpücük gönderiyor. Her türlü lince karşı refleks geliştirmeyi, kısa sürede hepimizden daha iyi öğrenmiş. Çünkü buna hepimizden daha mecbur hissediyordu, hâliyle.
Fakir olmakla da, fakirlik edebiyatı yapmakla da suçlandı ve “linç yedi”. Gereksiz yere ve mesnetsiz şekilde, nasıl bir gereklilik ya da mesnet bulunabilirse zaten, cinsel eğilimlerine karışıldı. Hatay’ın Suriye sınırındaki bir köyden gelmişse, öyle kalsın istendi. Bir nev’i “haddini bilsin” hıncı. Nasıl olur da, ıpıssız bir çocuk o kadar takip edilir? Aslında tam da o çocuk o kadar takip edilir diye düşünüyordum ben. Zayıflıklarını hep hatırlatan ama çabalamaktan vaz geçmeyen hâli çok cazipti muhtemelen. Bilmiyoruz tabii. Ne de olsa hayat çok geniş, kaybedilecek bir şey yok. Şeytan tüyü diye de bir şey var üstelik.
4 Şubat’ta, depremden hemen önce attığı son tweet’te “Ulannn hayattttt” diye yazmıştı, arkasına dört tane gülmekten gözünden yaşlar gelen adam emojisiyle.
Hepimiz gibi, ama hepimizden daha da can yakıcı bir dürtüyle, çok sevilmek, hiç unutulmamak istiyordu. Bu isteklerine bir ölçüde ulaştı bence. “Yaşasaydı neler olurdu?” diye hep merak edeceğim ünlülerin arasına katıldı. İçimizi burkan ve erkenden gidenlerle dolu bir liste bu. Taha Duymaz burada baş köşede yerini aldı.