Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITanrı'nın Ölümü, İnsanın Ölümü

Tanrı’nın Ölümü, İnsanın Ölümü

Tanrı'nın arkeolojisini yapınca karşınıza insanın insaniyet hakikati çıkıyor. Ya ikisini birden kaybediyorsunuz, ya da birini kazanmaya çalışınca ikinciyi de yeni bir şekilde kurmakla meşgulsünüz.

Özgür olma cezasına çarptırılmış insan, kendi dışına nispeti içinde varolabilen insan, medeniyete mecbur olan bir hayvan olarak insan, bütünlükten kopuş gurbetini konuşarak gideren insan ile en büyük özelliği öğrenmek yani kainatı kendine katmak olan insan aynı insandır. İnsanı bir şey zanneden yaklaşımlar insanı anlamaktan uzaktır. İnsan varlıklardan bir varlık değil, varlığı görünür kılan bir nevi boşluktur. İnsanın kendi dışıyla ilişkisi ister beyinle ister kalple tanımlansın, her halükarda sonsuza uzayan bir genişlik ve genişlemeyi gerektiriyor. Yapay zeka birikmesi bunun yansımalarından sadece biridir. Bütün kainatın ve Tanrının bile insana sığması bir tesadüf değildir.

İnsanın insana ihtiyaç ve nispeti sürdükçe tanrı vardır. İnsan sönerse, tanrı ölür, Tanrı ölürse insan da ölür. Ölen her tanrıdan sonra insanlık yeni bir tanrı doğurmuştur. Tanrının şekli insanın keyfine bağlıdır ama Tanrının varlığı değil. Çünkü o doğrudan insan olmaya bağlı.

Demek ki insan tanrısız yapamaz. Tanrısız insan ya tanrıdır ya da hayvan. Çünkü iman ihtiyacı, toplumsallığın diğer adıdır. Eskiden beri iman etmeyenin toplumdan dışlanması bu nedenle bir ‘hak’ olarak görülür. Dinin veya dine karşıtlığın ürettiği ucuz formüllerde boğulmayıp düşünebilenler bilir ki Tanrı insan’ın bahanesidir, insan olmasının vesilesidir. Eğer Tanrı olmasaydı, insan yine de onu icad edecekti. Bu zaruret Tanrı’dan değil insandan kaynaklanan bir zaruret. Tanrı bu yüzden insanın keyfine bağlı değil ama aynı zamanda insandan bağımsız da değil.

Evet, Tanrının temelinde insan var. Tanrı’yı varlığa doğuran şey insanın imanıdır. İnsanın insan olma şekli iman lüzumunun içinden geçtiği için Tanrı doğar. Çünkü Tanrı, insan olabilmek için iman edilen şeye verilen isimdir. Ya Kemal’in adıdır, ya da Kamil Olan’ın. Bu açıdan bakılınca insanın iman ihtiyacı, insanın toplumsallığı ve insanın kemal ihtiyacı aynı şeydir. “İman insanı insan eder” tezinin temelinde yatan sır budur.

Tanrıyı şu veya bu dinin tanrı anlayışına hapsedenler gerçek putperestlerdir. İşaret edilen yere değil parmağa bakarlar. Mecazı hakikat sananlar iki kısımdır. Cahil kısmı ki mecazî olanı kelime anlamıyla anlayarak hata eder. Kendini akıllı sanan kısmı ise mecaz hakikat olmadığı için mecaza konu şeylerin hakikatle bir bağının olmadığını sanır.  Biri mecazın müminidir. Diğeri mecazın kafiri. Biri sembolü put edinir, diğeri sembolün “keyfiliğini” onun batıllığına delil sayar, sembole savaş acar. Bu iki putperestin ikisi de semboliklik gerçeğinin cahilidir. Militanlıkları Tanrı’yı puta çevirir.

Halbuki put(laşan) her şey, Tanrı’nın hapishanesidir. Devrilen her put bir tanrı adına devrilir. Putkırımında lağvedilen şey tanrı değil tanrılığın içine sokulduğu (o an için artık yetersiz) formdur. Dünün tanrıları bugünün putlarıdır. Yarının tanrıları da öbür günün putları olabilir. Bu nedenle, eski putlara karşı olmak yeni putlara teslim olmamanın garantisi değildir. Aynı şekilde dünün tanrıları put çıktı diye tanrıdaki değişkenlik tanrının lağvına gerekçe olamaz.

Tanrı’nın arkeolojisini yapınca karşınıza insanın insaniyet hakikati çıkıyor. Ya ikisini birden kaybediyorsunuz, ya da birini kazanmaya çalışınca ikinciyi de yeni bir şekilde kurmakla meşgulsünüz. “Tanrı öldü” sloganıyla tanrı katilliğine ismi indirgernen Nietzsche Tanrı’nın ölümünü çocukça bir sevinçle duyuran bir haberci değildi. O, Tanrı’nın ölümünün aynı zamanda insanın ölümü olacağını gören ve insanı korumak için gerekli nuru başka yerden yeniden yeşertme lüzumunu farkeden bir insandı.

- Advertisment -