Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Teröristlerin” Oscarı

“Teröristlerin” Oscarı

Brezilya ve Filistin, tarihlerindeki ilk Oscarlarını kazandı. En İyi Yabancı Film ödülünü Brezilya yapımı I’m Still Here, En İyi Belgesel ödülünü Filistin-İsrail yapımı No Other Land kazandı. Brezilyalılar askeri cunta dönemindeki faili meçhul cinayetleri anlatan filmin Oscar almasını sokak partileriyle kutladı, Amazon kabileleri film için özel ayin düzenledi, yargıçlar kararlarında filme atıf yapmaya başladı. Batı Şeria’daki köy yıkımı ve tehciri anlatan No Other Land’ın ödülü ise Filistin devleti tarafından coşkuyla karşılandı. Düne kadar cuntacılar ve İsrail tarafından “terörist” kabul edilen Brezilyalı solcu muhalifler ve Filistinliler için bu Oscar ödülleri bir nevi iade-i itibar.

Amerikalı Yahudi yönetmen Fred Zinnemann’ın, Amerikalı solcu Yahudi gazeteci Lillian Hellman’ın anılarını anlattığı Pentimento kitabında yazdığı, Nazilere karşı direnirken katledilen bir solcu Alman kadının hikayesinden esinlenerek çektiği Julia filmi, 1978 yılında düzenlenen 50. Oscar Ödül Töreni’ne damga vurmuştu. En İyi Film/Yönetmen/Kadın Oyuncu gibi 11 dalda aday gösterilen film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Uyarlama ödüllerini kazanmış, törenin en çok konuşulan filmi olmuştu. Julia’nın Hollywood gündemini belirlemesinin tek sebebi, başarılı çekim teknikleri veya özgün senaryosu değildi. Zinnemann, Nazilere karşı direnen solcu, kadın ve Yahudilere odaklandığı filminde iki kadın başrolü ABD’nin en ünlü iki solcu kadın oyuncusuna vermişti: Jane Fonda ve Vanessa Redgrave. İki kadın da 68 kuşağının en aktif Hollywood yıldızlarındandı. Redgrave, İrlandalı ayrılıkçı örgüt IRA’yı desteklediği eylemlere katılırken; Fonda Vietnam’a odaklanmıştı. İki isim de oldukça “tartışmalıydı”. Jane Fonda, 1972’de ABD’nin bilerek ve isteyerek nehirlerin taşmasını önleyen set duvarlarını vurduğunu ispatlamak amacıyla Kuzey Vietnam’ı ziyaret etmiş, ABD’nin savaş halinde olduğu bir ülkede Amerikan savaş esirleriyle, Vietnamlı komünist askerlerle bir araya gelmiş, hatta Amerikan uçaklarını vurmak için kullanılan bir uçaksavarın başında gülerek poz vermişti.

A group of people in military uniforms

AI-generated content may be incorrect.

Jane Fonda, 1972’de iki haftalık Vietnam ziyaretinde. Fonda, bu fotoğraftan sonra “Hanoi Jane” lakabıyla anıldı. Yıllar sonra Vietnam ve Hanoi ziyaretlerinden pişman olmadığını, fakat Amerikan askerlerini öldürmek için kullanılan bir silahın başında poz vermesinin hata olduğunu belirtecekti.

Vanessa Redgrave ise, Julia çekimleri sırasında uzun bir süre bulunduğu Paris’teyken Filistinli bir çiftin evinde kalmış, İsrail’in işlediği katliamları bizzat tanıklarından dinlemiş ve Filistin hakkında okumalara başlamıştı. Redgrave, öğrendiği bu yeni bakış açısını Batı kamuoyuyla paylaşmak için The Palestinian (Filistinli) isimli bir belgesel çekti, belgesel kapsamında Filistin Kurtuluş Örgütü ve Yaser Arafat ile söyleşiler çekti. Film, özellikle ABD’deki İsrail lobisi tarafından tepkiyle karşılanmış, Redgrave terör propagandası yapmakla suçlanmıştı.

Vanessa Redgrave With Members Photograph by Bettmann - Pixels

“Filistin cool”: Vanessa Redgrave, FKÖ militanlarıyla.

Julia filmi ile Redgrave’nin Filistinli belgeseli aynı sene, yani 1977’de gösterime girince Kahanist aşırı sağcı Yahudilerin kurduğu Yahudi Savunma Ligi hem filmi hem de Redgrave’i hedef almış, genç oyuncuyu her fırsatta protesto etmiş, Hollywood sektörüne Redgrave’i boykot etme çağrısı yapmıştı. Redgrave bazı gazetelerce “Hitler’in sevgilisi” denilerek hedef gösterilmişti. Dananın kuyruğu ise 50. Oscar Töreni’nde kopmuştu. Tören salonunun kapısında Kahanistler Redgrave’nin kuklasını yakıyor ve hakaretler ediyor, destekçileri ise FKÖ ve Filistin bayraklarını sallıyor, genç kadını alkışlıyordu.

Close-up of Vanessa Redgrave and Jane Fonda

Vanessa Redgrave ve Jane Fonda, Julia’nın galasında. 1977. Julia aynı zamanda Merly Streep’in ilk rol aldığı film.

Daha önce belki bu konu üzerine pek de kafa yormamış Hollywood sektörü, Vanessa Redgrave sayesinde kendilerini İsrail-Filistin meselesinin tam da ortasında bulmuştu. Politikleşen tek şey Hollywood yıldızlarının törene girerken poz verdiği kırmızı halı değildi, siyasi gerilim sahneye de taşmıştı. En İyi Kadın Yardımcı Oyuncu ödülü kazanan Redgrave, gelen tepkilere rağmen arkasında durup kendisine ödül veren Hollywood sektörüne teşekkür etmiş, çok ağır bir şekilde Kahanist İsrail destekçilerini haşlamıştı:

“Son birkaç hafta içinde sağlam durduğunuz ve davranışları tüm dünyadaki Yahudilerin itibarına, Yahudilerin faşizme ve baskıya karşı verdiği büyük ve kahramanca mücadele siciline hakaret olan küçük bir grup Siyonist haydutun tehditleriyle korkutulmayı reddettiğiniz için gurur duymalısınız.”

A person holding a trophy

AI-generated content may be incorrect.

Redgrave’nin “Siyonist haydut” tabiri salonda yuhalanmış, gecenin ilerleyen saatlerinde En İyi Senaryo Ödülü’nü sunmak için kürsüye çıkan senarist Paddy Chayefsky genç kadını kınamıştı: “Miss Redgrave’nin Oscar alması tarihi bir dönüm noktası değil, siyasi bir manifesto okumasına gerek yoktu, sadece teşekkür etse yeterliydi.” Akademi yöneticileri de öncesinde Redgrave’i uyarmış, herhangi bir siyasi mesaj vermemesini istemişti. Redgrave uyarıları dinlememiş, bu nedenle tepki çekmiş, bütün tören boyunca iki korumasıyla beraber tek başına oturmuş, neredeyse kimse yanına gelip Oscar sevincini paylaşmamıştı. Vanessa Redgrave bu tepkiler nedeniyle her ne kadar belki birçok potansiyel yeni iş olanağını kaybetse de büyük bir sektör boykotuyla karşılaşmamıştı. Zira kendisinin antisemit değil, aşırı sağcı İsrail destekçisi karşıtı olduğu çok kısa bir sonra kanıtlandı, Oscar töreninden sadece iki ay sonra Kahanistler Filistinli belgeselinin gösterileceği bir Los Angeles sinema salonunda bombalı eylem düzenledi. Kahanistler, Redgrave’nin dediği gerçekten katıksız birer hayduttu.

The Jewish Defense League burn an effigy of Vanessa Redgrave after her  endorsement of the PLO outside the Academy Awards, April 3, 1978. (AP  Photo/Doug Pizac Stock Photo - Alamy

Kahanistler, Redgrave’i protesto ediyor.

Nitekim günün sonunda Kahanist örgüt Yahudi Savunma Ligi 2001’de FBI tarafından terör örgütü olarak ilan edildi, Vanessa Redgrave ise siyasi aktivizm ve filmleriyle en saygın oyunculardan biri olarak tarihe geçti.

Vanessa Redgrave protesting

İngiliz Vanessa Redgrave, IRA ve Sinn Fein’e destek mitinginde

Zamanında esen rüzgara karşı dik duran İngiliz oyuncu Vanessa Redgrave bugün 88 yaşında. Fakat cesur duruşuyla tarihe geçtiği 50. Oscar Ödül Töreni’nden beri geçen 47 senede uğruna mücadele ettiği her şey neredeyse tamamen ters yüz oldu. ABD desteğiyle Gazze’de korkunç bir soykırım suçu işlendi, Netanyahu artık ABD’nin terör örgütü kabul ettiği Kahanist Yahudi Savunma Ligi’nin eski üyesi bir İsrailli yerleşimciyi ABD büyükelçisi olarak atadı, Ben-Gvir gibi Kahanistlerin faşist eski üyeleri bakan olarak yeni İsrail kabinesine girdi, Trump ABD başkanı seçilirken, bütün dünyada aşırı sağ yükseldi. Büyük ihtimalle Jane Fonda veya Vanessa Redgrave 50 sene önce verdikleri cesur pozları bugün verse ve ABD’nin savaştığı, terör örgütü kabul ettiği örgütlerle, askerlerle görüşse çok daha büyük bir tepkiyle karşılaşır, sektörden soyutlanır, hatta belki de yargılanabilirdi.

Vanessa Redgrave - Simple English Wikipedia, the free encyclopedia

Vanessa Redgrave

Fakat Fonda ve Redgrave’nin mirası sahipsiz kalmadı. Geçen hafta Pazar günü (2 Mart 2025) düzenlenen 97. Oscar Ödülleri’ne yine Amerikan anaakımı tarafından yok sayılan, kenara itilen siyasi mücadeleler törene damga vurdu. Oscar tarihinde ilk kez bir Filistin yapımı ödül kazandı ve Batı Şeria’da İsrail’in yıktığı Filistin köylerini anlatan No Other Land En İyi Belgesel Ödülü’nü kazanırken; Brezilya’da bir zamanlar “terörist” olarak adlandırılan askeri cunta muhaliflerinin faili meçhul cinayetlere karşı mücadelesini konu edinen I’m Still Here En İyi Yabancı Film ödülünü alarak Oscar kazanan ilk Brezilya yapımı oldu.

No Other Land': Palestinian-Israeli film's Oscar win sparks outrage in  Israel | Middle East Eye

No Other Land’ın yönetmenleri Oscar ödülleriyle: Filistinli Basel Adra ve İsrailli Yuval Abraham

No Other Land’in başarısı Filistin devleti başta olmak üzere bütün dünya tarafından kutlanırken, Brezilyalılar ilk Oscar ödüllerini sokaklara kurdukları dev ekranlardan kutlama yaparak izledi. Bazılarınca bu iki filmin Oscar almasının “pek de önemli olmadığı”, hatta ABD’yi sevimli göstermek için bilerek yapılan bir “jest olduğu” söylendi, Brezilyalıların büyük kutlamalar ve coşkuyla Oscar’ı karşılaması alay konusu oldu.

Uzun yıllar farklı ama bir o kadar da benzer bir zulme karşı direnen, “terörist” olmakla yaftalanan Brezilya ve Filistin halklarının Oscar sevincini küçümsemeden anlamak için bu iki filmin yarattığı etkiyi görmek gerekiyor.

Zira No Other Land bir belgeselden, I’m Still Here da basit bir filmden çok daha fazlası.

Filistin’den başka vatan, barıştan başka yol yok

En İyi Belgesel Oscarı’nı kazanan No Other Land, İsrail’in önce işgal edip askeri alan ilan ettiği, sonrasında ise yaklaşık 1000 Filistinli’nin yaşadığı 8 köyün bulunduğu Masafer Yatta’ya el koyma sürecini anlatıyor. İsrailli insan hakları savuncusu ve araştırmacı gazeteci Yuval Abraham, bölgede yaşayan Filistinli aktivist gazeteci Basel Adra ile birlikte İsrail’in sistematik tacizlerini, köy ve ev yıkımlarını kayıt altına almış, İsrail ordusuna karşı protestolara katılmış. Basel Adra halihazırda çocukluğundan beri ailesiyle birlikte İsrail ordusuna karşı direnen köylülerin aktivizm mücadelesinin içinde. Üstlendiği rol oldukça kritik. Zira çocukluğundan beri yaşanan her şeyi telefonu veya kamerasıyla çekiyor, kayıt altına alıyor, delillendiriyor, uluslararası kamuoyunun ve siyasetçilerin ilgisini çekmek için sosyal medyada yayınlıyor. Zamanında İngiltere Başbakanı Tony Blair’in köyü ziyaret etmesi, İsrail’e karşı tepki göstermesi, İsrail ordusunun yıkım kararlarına rağmen inşa edilen bir okula bizzat gelmesinin etkisinin farkında olan Basel Adra’nın en büyük amacı Amerikan kamuoyunu etkilemek ve böylece İsrail’in en büyük müttefiki ABD’nin şerhsiz desteğinde gedik açmak.

Israel-Palestine Doc 'No Other Land': Directors Talk West Bank, Oscars

Basel ve Yuval, İsrail ordusunun yıkım kararı aldığı bir çocuk parkında konuşuyor. Belgesel boyunca ikili arasındaki dostluk adım adım gelişiyor, Yuval konuşmak yerine genellikle dinliyor. Nihayetinde Apartheid rejimi nedeniyle aynı koşullar altında olmadığı Basel’ı hiçbir zaman tam olarak anlayamayacağını itiraf edeceği dürüst ve sahici bir dostluk kuruluyor.

No Other Land’in de amacı tam olarak bu. Belgesel boyunca kendisine “Burada ne işin var? Sen Yahudisin.” diyen İsrailli askerlere “Çünkü benim adıma bu insanlık suçlarını işliyorsunuz” diyen İsrailli Yuval Abraham da bu ortak amacın yolcusu. Yuval Abraham sadece Batı Şerialı Filistinlilerin aksine serbestçe dolaşması, sınırdan istediği gibi geçmesi, inşaat sektörü dışında iş bulabilmesi, asker tarafından keyfi olarak sürekli gözaltına alınmamasının avantajını Masafer Yattalıların protestolarında sivil kalkan olmak için kullanmıyor, aynı zamanda İsrail solu ve entellektüelleriyle Filistinliler arasında köprü görevini üstleniyor. Belgeselin ödül almasını “Filistinliler sadece vicdanlı İsrailliler onayladığı ve iki devletli çözümü savunduğu zaman dikkat çekiyor” diyerek eleştiren popüler şarkıcı Saint Levant’ın eleştirdiği üzere bunu “üstten bakan bir sömürgeci” tavırla yapmıyor, bu konuda oldukça sahici ve samimi. Zira Yuval Abraham aynı zamanda bir araştırmacı gazeteci. +972 Magazine’nin editörü. +972 Magazine, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze işlediği savaş ve soykırım suçlarını anonim İsrailli ordu ve kamu görevlisi kaynaklarıyla konuşarak belgeliyor. Yuval Abraham, İngilizce ve İbranice yazdığı makaleleriyle İsrail’in nasıl bilerek ve isteyerek sivilleri katlelettiğini, yapay zeka ile nasıl toplu katliam listeleri hazırladığını, nasıl Amazon ve Google gibi şirketlerin veri bulutlarını kullanarak hata payı çok yüksek hedefler seçerek sivilleri vurduğunu belgeliyor. Abraham hem Uluslararası Adalet Divanı’nda hem de dünya çapında açılan ulusal mahkeme davalarında delil olarak ileri sürülen birçok belge, ifade ve argümanın arkasındaki beyinlerden biri. Filistin mücadelesi için su taşıyan en çalışkan, azimli ve yaratıcı “karıncalardan”.

Statement of support for the directors of No Other Land | IMS

Yuval Abraham bu yaptıklarından dolayı hâlâ her ne kadar Basel Adra’dan daha şanslı olsa da İsrail’de eskisi gibi rahat değil. Özellikle geçen sene Berlin Uluslararası Film Festivali, Berlinale’de aldıkları En İyi Belgesel Ödülü sonrası yoğun tehditler altında. Her zamanki gibi İsrail’i eleştirdikleri ödül konuşması sonrası ikili “antisemit” olmakla suçlanmış, Almanlar büyük bir öfkeyle Filistin destekçisi bir Yahudi olan Yuval Abraham’ı hedef göstermişti.  Henüz iktidar koalisyonunda kültür bakanı değilken Türkiye’deki her türlü olayda insan hakları savunucusu olarak kendisini mikrofonların önüne atan Yeşiller Partili Claudia Roth, dün savunduğu ilkeleri bir kenara koyarak festivaldeki konuşmaları ve Filistin mesajlarını kınamış, İsrail eleştirilerinin “antisemit” olduğunu söylemiş, bir adım daha ileri giderek belgesel ödülü sırasında sadece Yuval Abraham’ı alkışladığını resmi bir açıklama ile vurgulamış, Filistinli yönetmeni alkışlamadığını özellikle kamuoyuna duyurmuştu. Berlin Belediye Başkanı dahil Alman siyasetçilerden cesaret alan İsrail medyası seri bir şekilde Abraham’ı hedef göstermiş, ardından radikal sağcılar evi önünde eylem düzenlemiş, Abraham ve ailesine ölüm tehditleri yollamıştı. Böylece geçmişte işlediği insanlık suçlarını unutturmak pahasına başka bir insanlık suçuna daha ortak olan Almanya, yıllar sonra yine bir Yahudi’yi sadece barış yanlısı olduğu ve İsrail devletini eleştirdiği için kurtların önüne atmış, linç ettirmişti. Nitekim Yuval Abraham, törenden sonra İsrail’e dönememiş, kısa bir süre Atina’da beklemiş ve öfkenin dinmesini beklemişti.

No Other Land böylece sadece içeriğiyle değil, yönetmenlerinin dostluğu ve verdikleri cesur mesajlarla da İsrail’in kamu diplomasisi propagandasını bozdu. Almanya’nın dünyanın gözü önünde bir Yahudi yönetmeni linç etmesi Batı’nın İsrail’e verdiği destekte de gedik açtı. Ne güzeldir ki iki sıkı dost Yuval ve Basel, Almanya’da sonra ABD’yi de birbirine kattı. Belgesel koskoca ABD’de İsrail lobisinden korkmayan bir dağıtımcı şirketi çıkmadığı için film ekibinin kendi çabalarıyla sadece 100 bağımsız film salonunda gösterilmesine rağmen En İyi Belgesel Oscarı ödülü kazandı, Oscar alan ilk Filistinli yapım olarak tarihe geçti. Açık ara en sıkı İsrail destekçisi kabinesiyle birlikte Trump’ın seçimleri kazanması, Filistin destekçisi protestocu öğrencilerin sistematik olarak üniversiteden uzaklaştırılması, İsrail lobisinin seçimlerde milyonlarca dolar harcaması nedeniyle son aylarda Gazze’ye yönelik azalan kamuoyu ilgisi No Other Land’ın Oscar’a damga vurmasıyla arttı; özellikle yönetmenlerin konuşması büyük alkış aldı.

No Other Land' wins Oscar for best documentary | AP News

ABD’nin genç yıldızlarından Selena Gomez’in de alkışladığı konuşmalarında iki yönetmen de ezberleri bozdu.

Basel Adra: “Ödül için Akademi’ye teşekkür ederim. Bu belgesel bizi destekleyen herkes için çok büyük bir onur. Yaklaşık iki ay önce baba oldum. Umudum, kızımın benim şu anda yaşadığım hayatı yaşamak zorunda kalmaması, yerleşimcilerin şiddetinden, ev yıkımlarından ve topluluğum Masafer Yatta’nın İsrail işgali altında her gün yaşadığı ve karşı karşıya kaldığı zorla yerinden edilmelerden korkmaması. No Other Land, onlarca yıldır katlandığımız ve dünyayı adaletsizliği durdurmak ve Filistin halkına yönelik etnik temizliği durdurmak için ciddi adımlar atmaya çağırırken hâlâ direndiğimiz acı gerçekliği yansıtıyor.”

Yuval Abraham: “Biz Filistinliler ve İsrailliler olarak bu filmi birlikte yaptık, çünkü birlikte sesimiz daha güçlü çıkıyor. Birbirimizi görüyoruz – Gazze’nin ve halkının acımasızca yok edilmesine son verilmeli; bir suç olan 7 Ekim’de vahşice kaçırılan İsrailli rehineler serbest bırakılmalı. Basel’e baktığımda kardeşimi görüyorum. Ama biz eşit değiliz. Benim sivil yasalar altında özgür olduğum, Basel’in ise hayatını mahveden ve kontrol edemediği askeri yasalar altında olduğu bir rejimde yaşıyoruz. Farklı bir yol var: etnik üstünlüğün olmadığı, her iki halk için de ulusal hakların olduğu siyasi bir çözüm. Ve burada bulunduğum sürece şunu söylemek zorundayım: Bu ülkenin (ABD) dış politikası bu yolun tıkanmasına yardımcı oluyor. Peki, neden? İç içe geçmiş olduğumuzu, ancak Basel’in halkı gerçekten özgür ve güvende olursa benim halkımın da gerçekten güvende olabileceğini göremiyor musunuz? Başka bir yol daha var. Hayat için, yaşayanlar için çok geç değil. Başka bir yol yok. Teşekkür ederim.”

Böylece No Other Land, dağıtımcı dahi bulamadığı ABD’de milyonlarca kişinin izlediği bir törende Filistin’in ve barışın sesi oldu. İsrail’in izni olmadan bir kümes bile inşa edemeyen, üniversite mezunu olmalarına rağmen inşaat dışında başka bir sektörde çalışma imkanı bulamadıkları korkunç bir Apartheid rejiminde yaşayan Basel Adra ve ailesi Filistin kefiyeleriyle kırmızı halıda yürüdü, 47 yıl önce Vanessa Redgrave’nin açtığı yolu yeni bir Oscar ödülüyle taçlandırdı.

No Other Land' Wins Best Documentary at Oscars 2025 | MILLE

Basel Adra anne ve babasıyla birlikte Oscar töreninde

Belgesel İsrail’i fazla öfkelendirmiş olsa gerek ki ödül gecesi bölgedeki köylere seri baskınlar düzenlendi, belgesel İsrail’de yasaklandı.

Gazze’de korkunç bir soykırım işleyen ve Filistinlileri topyekün terörist olarak gören İsrail ve destekçilerinin yasakların ve zulmün pek işe yaramayacağını, eninde sonunda kaybedeceklerini anlamaları için belgeselin ödül almasından hemen kısa bir süre sonra En İyi Yabancı Film ödülünü kazanan Brezilya yapımı I’m Still Here filmini izlemeleri yeterli.  

Burada olamayanlar için “hâlâ burada olanlar”

I’m Still Here, Türkiye’den izlemesi pek rahat bir film değil. Film, 1964’ten 1985’e kadar ülkeyi demir yumrukla yöneten askeri cuntanın 1971 yılında evinden gözaltına alıp işkence yaparak katlettiği muhalif bir solcu eski vekil olan Rubens Paiva’nın arkasında bıraktığı eşi Eunice Paiva ve beş çocuğunun hakikat mücadelesini üzerine kurulu. Rubens Paiva’nın oğlunun anılarını anlattığı kitabına dayanan film, tamamen gerçek. Film henüz eşi kaçırılıp katledilmemişken Rio de Janeiro’da evlerinin önündeki sahilden sıklıkla girdikleri okyanusta yüzen Eunice Paiva’nın üzerinden uçan bir helikopterden ürkmesiyle başlıyor. Daha ilk sahneden yüze vurulan bu gerçeklik, Brezilya ordusunun “ölüm uçuşları”. Cunta yönetimi tutuklayıp infaz ettirmek istediği veya işkence sırasında katlettiği muhalifleri, helikopterlerle okyanus açıklarına yüksekten fırlatıyor, böylece faili meçhul (ama bir o kadar belli) cesetlerden kurtuluyordu.

Neto de Rubens Paiva: Indicação ao Oscar é final feliz de uma tragédia

Eunice Paiva ve katledilen eşi Rubens Paiva

Okyanusta yüzerken Eunice Paiva’nın haber henüz haberi yoktu, fakat kısa bir süre sonra ABD destekli Brezilya cuntası tarafından “terörist” olarak kabul edilen solcu sürgün hükümeti destekçilerine ev bulma, mektup taşıma gibi lojistik yardım sağlamakla suçlanan eşi de işkence altında katledildikten sonra önce ıssız bir plaja gömülecek, ardından Eunice’nin eşine ulaşmak için yasal süreç başlatması üzerine bir helikopterle okyanusa fırlatılacaktı.

Como está a família de Ainda Estou Aqui hoje em dia? Veja personagens na  vida real | Minha Série

Eunice Paiva ve 5 çocuğu: Soldaki resim gerçek, sağdaki ise filmden bir sahne

Eşi yaklaşık 250 kişi gibi zorla kaybettirilen, 20 bin kişi gibi işkence ettirilen, 50 bin kişi gibi tutuklanan Eunice Paiva; eşinin akıbetini öğrenmek için çıktığı yasal süreçte 47 yaşında üniversite eğitimine geri dönmüş ve ardından kendini yerel kabileler odağında olmak üzere insan hakları mücadelesine adamış bir kadın.

80’li yıllardan itibaren kademe kademe azalan ABD desteği ve değişen dengeler nedeniyle demokrasiye geçmek zorunda kalan askeri yönetim, demokrasiye geçiş sürecini bizzat yürütmüş, 1979 tarihli Af Yasası ile hem sürgündeki muhalifleri affetmiş hem de cunta döneminde rejim güçlerince işlenen işkence, zorla kaybettirme ve faili meçhul cinayetlerin yargılanmasını da engellemişti. Bu nedenle her ne kadar Hakikat Komisyonları yaşanan ihlalleri ortaya koysa da, Eunice Paiva gibi aktivistler yakınlarının ölüm belgelerini devlettten yıllar sonra alsa da ya da birçok cuntacı askere ve işkenceciye yönelik suç duyurusunda bulunulsa da 21 yıllık korkunç bir cunta yönetimi hâlâ hesap vermiş değil.

A collage of a person holding a piece of paper

AI-generated content may be incorrect.

1996 yılında Eunice Paiva, eşinin ölüm sertifikasını 25 yıl sonra alıyor: Soldaki filmden, sağdaki hayattan bir kare

İşte I’m Still Here, tam da burada devreye giriyor; sadece Brezilya’nın karanlık tarihini anlatmakla kalmıyor, gerçekle yüzleşme mücadelesine de omuz atıyor. 2018’de hayatını kaybeden Eunice Paiva, hem askeri cunta dönemindeki suçluların hesap vermesini hem de bugün yerliler başta olmak üzere devletin haksızlıklarına maruz kalanların sesinin duyulmasını isteyenler için popüler bir sembol. Bu yüzden geçmişte Paiva’nın kamulaştırma ve sürgün gibi haksız müdahalelere karşı savunduğu Amazon kabileleri özel ayinlerle Oscar gecesini izledi ve film ekibine pozitif enerji yolladı.

Kukama yerlileri Oscar töreni için özel ayin yapıyor.

Sadece Amazon yerlileri değil, Brezilyalılar da sokak partileri düzenleyerek Oscar törenini izledi. Herkesin isteği filmin En İyi Film veya başrol oyuncusu Fernanda Torres’in En İyi Kadın Oyuncu Oscar ödüllerini almasıydı. Fernanda Torres Altın Küre’de En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazanırken, film Oscar’da sadece En İyi Yabancı Film Ödülü’nü aldı, fakat bu bile Brezilyalıların sokaklarda coşkulu kutlamalar yapmasına yetti. Ailesinden gelen servetiyle dünyanın en zengin yönetmenlerinden olan ve bu rahatlıkla Brezilya’nın tartışmalı konularına dair bir film yapabilen Walter Salles, Brezilya’nın ilk Oscarı’nı kazandı.

I'm Still Here - Hâlâ Buradayım', 97. Akademi Ödülleri'nde ~ Elektronik  Gazete

Brezilyalı yönetmen Walter Salles

Ne tesadüf ki Eunice Paiva’nın mücadelesi öldükten sonra da devam etti, hayatını konu edinen film sayesinde Brezilya’daki cuntaya karşı hakikat mücadelesi güç kazandı. Oscar ve Altın Küre adaylıkları askeri cunta dönemini tekrar akla getirdi, Brezilya’nın askeri cunta savunucusu asker kökenli aşırı sağcı eski başkanı Bolsonaro’yu geçtiğimiz seçimlerde yenen solcu Lula filmi başkanlık sarayında gösterdi, filmin tanıtımını ve politik mesajını destekledi. Özellikle Bolsonaro destekçileri ve sağa oy veren kentli üst sınıflar askeri cunta dönemini bugün dahi özlemle anıyor, o günlerdeki “istikrar ve güvenliği” özlüyor. Bu nedenle de film ülkenin neredeyse yarısı tarafından da “terör propagandası” veya “acıtasyon dolu yalan tarih anlatısı” ile suçlandı, boykot çağrıları yapıldı.

Ülkenin geçmişiyle yüzleşememesi nedeniyle mağdurlar hem işlenen suçların faillerinden hesap soramamış hem de cunta hakkındaki gerçeklerin toplumsal birlik ile ele alınmaması nedeniyle mağduriyetlerini de tam olarak kabul ettirememiş durumda. Bu nedenle yaşanan ihlalleri tüm boyutlarıyla inceleyen ve raporlayan Hakikat Komisyonu 1000 sayfalık raporu neticesinde Af Yasası kapsamında kabul edilen ceza sorumsuzluğunun kaldırılmasını önermiş, faillerin yargılanması gerektiğini belirtmişti.

I’m Still Here bu geçmişle yüzleşme mücadelesinin artık bir neferi. Filmin gösterime girmesiyle Brezilya hükümeti, Rubens Ravia gibi katledilen muhaliflerin devlet tarafından katledildiğini resmen kabul etti. Rubens Ravia ve katledilen muhalifler bu nedenle artık film sayesinde “faili belli”. Geçtiğimiz Ocak ayında ise Brezilya Yüksek Mahkemesi, Rubens Pavia’yı öldüren ve hayatta olan ordu görevlilerinin ceza sorumsuzluklarının kaldırıp kaldırılmamasına karar vereceğini açıkladı, dosyayı kamuoyunun dikkatini gözeterek öne aldı. Bu açıklamadan bir ay önceyse, Yüksek Mahkeme yargıçlarından Flávio Dino başka bir dosya kapsamında etkisi günümüze kadar devam eden zorla kaybetme gibi “sürekli suçların” af kapsamında sayılmamasını ileri sürmüş, bu kararında popüler olan filme atıf yaparak bu film sayesinde geçmişe yönelik tartışmaların tekrar alevlendiğini, cunta rejiminin açtığı yaraların kapanmasının zor olduğunu vurgulamıştı. Hukukçular her ne kadar uzun süredir kabul edilen af ve ceza sorumsuzluğunun kaldırılmamasını beklese de I’m Still Here önemli bir hukuki tartışmayı alevlendirdi bile.

Fernanda Torres, Eunice Paiva’nın mezarında. Sağda Eunice Paiva hayattayken

Belki Brezilyalı ünlü oyuncu Fernanda Torres, En İyi Kadın Oyuncu Oscarı’nı alamadı, fakat beyaz perdede canlandırdığı Eunice Pavia’nın mücadelesini devam ettirdi, geriye kalan mirasının terekesini büyük bir şevkle üstlendi.

Abraham ve Adra Filistin mücadelesini Hollywood’a duyururken, Fernanda Torres ve Walter Salles ise Brezilya’nın mücadelesini Oscar Törenine taşımıştı.

Dünün “teröristleri”, bugünün Oscar sahipleri

Read 'No Other Land' Documentary Speech From Oscars 2025

İsrail ve Trump yönetiminin topyekün “terörist” olarak yaftalayıp soykırım ve tehcir planlarıyla yok etmeye çalıştıkları Filistinliler, seneler önce 68 kuşağı cesur Vanessa Redgrave gibi oyuncuların açtığı yoldan ilerleyerek ilk Oscarlarına yine kendileri gibi terörist olarak yaftalanan Brezilyalı cunta muhalifleriyle birlikte kavuştu. Fakat mücadele henüz bitmedi.

Her şeye rağmen yine de bugün İsrail’in bütün sinema salonlarında No Other Land’i izlemek yasak, bu nedenle Arap ve Yahudi aktivistler alternatif birlikte izleme etkinlikleri düzenliyor, filmi açık havada oynatmaya çalışıyor. Brezilya’da cunta karşıtı mücadele hâlâ devam ediyor. Cunta dönemi sempatizanları, aktif görevli askerlerin desteklediği eski başkan Bolsanaro Trump’a özenerek hem kaybettiği seçim sonuçlarını tanımamış, hem de daha sonrasında bir darbe hazırlığı içerisine girmişti. Bolsonaro ve yandaşları bu darbe komplosu nedeniyle yargılanıyor, fakat solcu başkan Lula ve destekçileri hâlâ sağcı bir askeri darbe olasılığından endişe ediyor. Zira geçmişiyle tam olarak yüzleşemeyen Brezilya geride bıraktığı dönemlerde nerede hata yaptığını güçlü ve ikna edici bir toplumsal özeleştiriyle özümsemeyen her ülke gibi bu hataları ve haksızlıkları farklı kişilerle, farklı mağdurlarla tekrar tekrar yaşama lanetine her an kapılabilir.

Evet, Brezilya ve Filistin halkarının hakikat ve haysiyet mücadeleri bir küçük altın Oscar heykeliyle nihayete ermedi. Gazze hâlâ tehcir ve soykırım tehdidi altında, Netanyahu ve Trump gözünü Batı Şeria’ya dikmiş durumda. Brezilyalılar hâlâ askeri cunta geçmişi ve güncel tehlikesiyle tam olarak yüzleşemedi.

Fakat ödül vesilesiyle sinefiller ve Oscar meraklıları, Filistin ve Brezilya sayesinde belki de tarihin en hak edilmiş Oscar ödülüne şahit, milyonlarca insan ise Batı Şeria’daki ev yıkımlarından, Brezilya’daki faili meçhul cinayetlerden haberdar oldu.

I’m Still Here ve No Other Land, giderek kötüleşen, dengesini kaybeden bir dünya için küçük de olsa bir umut ışığı. Aynı zamanda Filistin’i veya yaşanan herhangi bir haksızlığı dünyaya duyurmak, milyonlarca kişinin vicdanına ulaştırmak isteyenler için çarenin biz bize konuşmak, belediye konferansları düzenlemek değil; Oscar’da ödül alacak filmler çekmek, Harvard’da konuşma yapacak akademisyenler, New York Times’da yazacak kalemler yetiştirmek olduğunu da gösteren birer hakikat pusulası.

İzlemek isteyenler için iki güzel film, görmek ve anlamak isteyenler için iki güzel yol haritası.

Keyifli seyirler.

- Advertisment -