Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki 30 Ağustos kutlamalarına ait yukarıdaki görsel, Mehteran Takımından filarmoni orkestrasına, Kur’an tilavetinden Ordunun Duası marşına, sivillerden askerlere, sanatçılardan iş insanlarına, Atatürk posterinden Bayrak’a, kırmızıdan beyaza birçok farklılığın ustaca bir araya getirilip uyumlulaştırıldığı bir orkestrasyonun resmiydi.
Aynı gün, hatta aynı saatlerde taşrada, Tokat’taki 30 Ağustos kutlamalarında yaşananlar ise, bu şık görselin örttüğü birtakım sevimsiz sorunlara bakmamızı gerektirdi.
45 saniyelik görüntüsünü izlediğimiz o lokal olay, aslında bütün bir güvenlik bürokrasisinin son dönemdeki özyönetim sorunları hakkında epey ipucu veriyor.
Şunu söyleyerek başlayayım: Yanılıyor olabilirim ama bu olayda en az kabahatli olanların görüntülerdeki o subaylar olduğunu düşünüyorum.
Anlaşılan o ki bu subaylar Cumhurbaşkanlığı, Bakanlıklar ve Genelkurmay Başkanlığı seviyesinde çözülmesi gerekip çözülmeyen birtakım sorunların düğüm yeri olmuşlar ve kabak, bu tür durumlarda genellikle olageldiği üzere, onların başına patlamış. Yazının görseli olarak onlara değil Külliye’ye ait bir görsel tercihinin nedeni de bu.
Olayın nasıl ve neden gerçekleştiğiyle ilgili bilgisizlik bulutu içinde ilk rivayet oydu ki vali, tebrikleri kabul esnasında garnizon komutanının yanında durmasına izin vermemiş, garnizon komutanı ve ona bağlı subaylar ise valinin teamüle aykırı bu uygulamasını protesto etmek istemişlerdi.
Yani rivayetin bu versiyonunda bir sivil-asker çekişmesi söz konusuydu.
Bu rivayetten türetilen akıl yürütme, AKP’nin atadığı valinin Kemalist bir doku taşıyan askerlere karşı bir güç gösterisi yaptığı, askerlerin de buna misliyle mukabele ettiğiydi. Bu akıl yürütmesinin her iki taraftan da alıcısı bol oldu. Bir taraf “aferin askerlere, oh olsun valiye!” derken diğer tarafın aferinleri ise valiye gidiyor ve “28 Şubat kafası hortladı” eklemesi yapılıyordu.
Ama rivayeti doğru kabul ettiğimizde bile cevap bekleyen ciddi ve teknik bir soru vardı ortada:
Tokat’ta bir Er Eğitim Alayı vardı ve görüntüdeki subaylar o alayın personeli idi. Askerlik bilgimize göre ise alayın başında bir albay olmalı ve garnizon komutanlığı görevini de muhtemelen o albay yürütüyor olmalıydı.
Görüntülerdeki en rütbeli subay ise bir binbaşı idi.
Peki albay, yani garnizon komutanı neredeydi; ve dahası, o albaya ne oldu?
Bu soru, şimdilik burada duradursun.
Bu akıl yürütmeler sürerken iki yeni bilgi dolaşıma girdi. Bunlardan biri Milli Savunma Bakanlığının yaptığı yazılı açıklamaydı. Açıklamada şöyle deniyordu:
“(…) resepsiyonda meydana gelen ve hiçbir şekilde kabulü mümkün olmayan olaya karışanlar idari tahkikatın selameti bakımından derhal görevden alınmış, idari tahkikat heyeti oluşturularak olay tüm yönleriyle incelenmiş, değerlendirilmiş ve söz konusu personel haklarında gerekli işlem yapılmak üzere Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilmiştir.”
MSB’nin olayı tümüyle oradaki subaylara yıkan bu açıklaması, askerlerin eskiden belli bir düzeyi tutturduğunu söyleyebileceğimiz yazı dilinin kalifikasyonunda son zamanlarda gözlenen bariz düşüşün yanı sıra, maddi bir hata barındırıyordu. O hata, “görevden alınmıştır” ifadesiydi.
Bu, apaçık hatalı bir ifadeydi, çünkü TSK’nın geçerli mevzuatında adı “görevden alma” olan bir uygulama yok.
Metni kaleme alanın muradı, TSK Disiplin Kanununa göre hakkında disiplin soruşturması başlatılan askerler için alınabilen ve kanunda geçen tam ismiyle “görevden geçici olarak uzaklaştırma” olmalı.
Öte yandan, açıklamadan anlıyoruz ki çok yakın bir gelecekte bu kişiler görevden geçici uzaklaştırılmakla kalmayacak ve TSK’dan ayırma işlemine tâbi tutulacaklar. Yani, TSK’dan atılacaklar.
Bunu, sevk edildikleri yerin Yüksek Disiplin Kurulu oluşundan anlıyoruz. Zira Yüksek Disiplin Kurulları, Kuvvet Komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı nezdinde oluşturuluyor ve sıradan disiplinsizlik olaylarına değil, çok daha ciddi bir iş olarak sadece TSK’dan ayırma işlerine bakıyor.
Yani bu subaylar hakkında karar aslında çoktan verilmiş görünüyor.
Bu kişiler adına üzücü bir durum bu. Emeklilik yaşını doldurmamış oldukları için emekli de olamayacaklar ve muhtemelen birkaç ay sonra gelirsiz kalacak ve geçimlerini sağlamakta güçlük çekecekler.
Dolaşıma giren bir diğer bilgi ise Odatv’den geldi. “Tokat Valiliği tarafından Odatv’ye yapılan açıklama” ibaresiyle verilen haberde olayın şöyle gerçekleştiği açıklanıyordu, ki bence en makul görünen oluş biçimi buydu:
“Geçtiğimiz yıllarda protokol gereği Valilik, Belediye Başkanlığı ve Garnizon Komutanlığı çelenk sunuyordu. Fakat bu yıl Garnizon Komutanının rütbesi Jandarmadan düşük olduğu için Garnizon Komutanlığı çelenk sunamadı. Piyade Alay Komutanının rütbesi Albay, Jandarma Alay Komutanı’nın rütbesi kıdemli Albaydı. Piyade Alay Komutanının rütbesi Jandarma Alay Komutanı’ndan daha düşük olduğu için Garnizon Komutanlığı çelenk sunamadı.”
Odatv’nin haberinde geçmiyor ama çelenk, garnizon komutanı tarafından değil jandarma albay tarafından sunulmuş olmalı.
Anlayacağımız, olayda valinin müdahalesinden çok, iki farklı bakanlığa mensup ama aynı adlı rütbelere sahip iki albay arasındaki bir çekişme, yani bir asker-asker çekişmesi söz konusu.
Ama sorumuzu ilerletmeli ve bu iki albayın neden çekiştiğinin peşine düşmeliyiz.
Soruyu böyle sorduğumuzda, Tokat’ta bulunan ve biri diğerinden kıdemli olan iki albay arasındaki Garnizon Komutanlığı yetkilerini düzenleyebilmeyi başaramayan Milli Savunma Bakanlığına gözlerimizi çevirmemiz gerekiyor.
Fakat gözlerimizi oraya çevirdiğimiz anda, konunun Milli Savunma Bakanlığını da aşan bir boyutu olduğunu fark ediyoruz.
O boyut, Jandarma’nın Milli Savunma Bakanlığına değil, 2016’dan itibaren İçişleri Bakanlığına bağlı olması.
Başka bir deyişle sorunun temelinde şunun olduğunu anlıyoruz:
TSK İç Hizmet Kanununa göre Garnizon Komutanlarını atama yetkisi Milli Savunma Bakanlığında. Fakat bu olay özelinde sorun, MSB’nin atadığı garnizon komutanının rütbesinin, o ilde bulunan ve MSB’ye bağlı olmayan bir diğer albay olan İl Jandarma Komutanından düşük olması. Yani bu lokal olayda söz konusu olan bir makam-rütbe uyuşmazlığı.
Bunun sadece Tokat’ta yaşanmadığını tahmin edebileceğimize göre bu uyuşmazlığın “yukarıda” bir yerlerde çözülmüş olması gerekirdi. Ancak Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarının garnizon komutanlığı müessesesine ilişkin bu tür sorunları giderecek bir koordinasyondan imtina ettiği anlaşılıyor.
Hatta, aksine, İçişleri Bakanlığının son birkaç yıldır bu sorunları tırmandıracak bir politika izlediğini söylememiz mümkün. İçişleri, illerde görevli en üst rütbeli jandarma subayının o ildeki TSK/MSB mensubu subay/generale ya eş rütbeli ya da daha üst rütbeli olmasına yönelik bir atama ve terfi politikası izliyor son yıllarda.
Örneğin, İçişleri Bakanlığınca bu sene, daha önce albay rütbesinde jandarma subaylarının atandığı şu illere iki yıldızlı tümgeneraller il jandarma komutanı olarak atandı: Ankara, Bursa, Hakkari ve Konya. Birçok ilde ise jandarma tuğgeneralleri var.
Bu durum, İçişleri’nin Jandarma üzerinden TSK’yla girdiği bir statü yarışının ürünü olsa gerek.
Benim radikal çözüm önerim, jandarmanın “jandarma komiseri”, “jandarma müdürü” türü bir rütbe kullanmaya başlaması.
Ama ne İçişlerinin kendisi ne de ileride bir gün jandarmayı tekrar bünyesine katma beklentisini kaybetmeyen TSK/MSB, jandarmanın askerî bagajını azaltacak böyle bir yola tevessül edecektir.
Ve muhtemelen “lokal” sorunlar yaşanmaya, yaşandıkça da tüm mevzuat cephanesi eksiksiz ve sert bir şekilde olaya konu lokal kişiler üzerine boşaltılmaya devam edecektir.