Amerika; toprağımızı, kaynaklarımızı, suyumuzu, ülkemizi istiyor. Aylardır uyarıyorum. Bunlar öyle boş tehditler değil. ABD başkanı Trump, Amerika’nın bizi ele geçirmesini kolaylaştırmak için bizi ayrıştırmaya, bölmeye çalışıyor. Bunu asla başaramayacak.”
Normalde Güney Amerikalı sosyalist siyasetçilerin Amerika ile yakın ilişkiler peşindeki sağcı rakipleri karşısında sanki Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabından fırlamış lirik konuşmalarını veya İran, Küba, Venezuela, Rusya gibi ABD’nin ezeli düşmanı ülkelerdeki göstermelik seçimlerin kapanış piyeslerini andıran bu sözler; Kanada’da seçim zaferi konuşması için kurulan bir kürsüden sarf edildi. Hem de Trump’ın bildiğimiz dünyayı başımıza nasıl yıktığının seviyesini gösterircesine bu sözler Kanadalı bir sosyalist veya Yeşiller Partili bir feminist siyasetçinin değil; Harvard mezunu, Kanada ve İngiltere eski Merkez Bankası başkanı, eski Goldman Sachs çalışanı bir ekonomist olan Mark Carney’in ağzından çıktı.

Kanada eski başbakanı Justin Trudeau’nun istifasının ardından iki aydır Liberal Parti genel başkanlığı ve Kanada başbakanlığını üstlenen 60 yaşındaki Mark Carney; %43.7 ile partisini son 45 senedeki rekor oy seviyesine taşımakla yetinmedi, aynı zamanda son aylarda yapılan bütün anketleri de ters yüz etti.
Zira sadece iki üç ay öncesine kadar Justin Trudeau’lu Liberal Parti anketlerde %20’leri görmüş, ana muhalefet partisi Muhafazakarlar iktidar partisiyle oy farklarını 20-25 puana çıkarmış, seçim sonuçları adeta kesinleşmişti.

Kanada’daki anketlerin seyri. Muhafazakarlar mavi, Liberaller kırmızı.
Liberallerin çakıldıkları %20’lerden %43’e çıktığı, daha önce siyasetle pek içli dışlı olmamış beyaz yakalı bir teknokratın sadece 60 gün gibi kısa bir sürede halkın desteğini alarak kazandığı bu seçimlerin en büyük mağlubu ise Muhafazakarların genç ve karizmatik lideri Pierre Poilievre değil; aynı zamanda Kanada’yı 51. eyalet, Kanada Başbakanı’nı ise vali yapmakla tehdit ederek hoşgörü ve kapsayıcılıklarıyla neredeyse mizah konusuna dönüşen Kanadalılar arasında bile milliyetçiliği yükseltmeyi başaran ABD başkanı Donald Trump oldu.

Kanadalılar ne Mark Carney’in akıcı İngilizce ve Fransızcası ne de partinin selef lideri Justin Trudeau’nun renkli çoraplarının hatrına Liberallere oy verdi. Kanadalıların önemli bir bölümü Trump’a öfkelenip kızıp gümrük vergisi savaşlarından işgal tehditlerine Trump ile en iyi mücadele edebileceklerini düşündükleri adaya oy verdi, yani Trump’ın olmadığı bir pusulada Trump aleyhine oylarını kullandı.
Böylece Kanadalılar, Kasım 2024 seçimlerinden bu yana Trump ve Trumpçılığın giderek yükseldiği bir dünyada esen rüzgara set çeken ilk halklardan biri oldu.
Trump’ın sesi uzaktan hoş gelir
2015 yılında Kanada Başbakanı seçilerek ülkenin en dikkat çeken genç liderlerinden biri olan Justin Trudeau, 10 senelik kariyerinin ardından anketlerde giderek düşen halk desteği karşısında bu sene parti liderliğini, başbakanlığı ve siyaseti bıraktığını açıkladı. Trudeau’nun siyasete vedası pek şaşırtıcı değildi. Zira özellikle pandemi dönemiyle birlikte Kanada’da COVİD-19 tedbir ve yasaklarına karşı protestolar artmış, hayat pahalılığı, ekonomik eşitsizlik, kira sorunu gibi meseleler Liberal hükümeti yıpratmıştı. Bir zamanlar değişimin ve genç siyasetin yüzü olan Trudeau ise artık gündelik sorunlar karşısında çözüm bulmakta zorlanan, Trump’ın en büyük temsilcisi olan popülist sağ karşısında cevap üretemeyen müesses nizamın eskimiş yüzüne dönüşmüştü.
Nitekim Kanadalı muhafazakarlar tam da bu kırılım noktasının yaşandığı 2022 senesinde kendi yerli ve milli “Trumplarını”, 42 yaşındaki Pierre Poilievre’i lider olarak seçmişti. Poilievre ortamala Kanada muhafazakarı ile ortalama Amerikan muhafazakarı arasındaki farktan dolayı her ne kadar Trump’ın aksine göçmen, kadın ve eşcinsel hakları gibi konularda daha özgürlükçü olsa da özellikle pandemi kısıtlamaları, toplumsal cinsiyet tartışmaları gibi meselelerde Trump’ın söylemlerini ve sloganlarını kullandı, belki de Trump’tan daha çok J.D. Vance gibi genç Trumpçı siyasetçileri taklit etti.

Pierre Poilievre’nin Trump ile özdeşmesinde en büyük katkıyı ise Amerikan sağcıları verdi. Zira kadın, azınlık ve eşcinsel hakları konusunda dünyadaki birçok söylem ve uygulamaya öncü olan, bu konularda en çok ses getiren açıklamaları yapan Justin Trudeau, Trumpçılar için kimlik politikalarına odaklanmış “woke” (duyarbaz) siyasetin bayraktarı, adeta bir vitrin yüzü. Bu nedenle özellikle Elon Musk’ın algoritmasını yerle bir ettiği Twitter’da Trudeau sık sık Trumpçıların alay konusu oldu, bu sosyal medya kampanyasından ve dilinden ister istemez Poilievre de payını aldı, bu dille özdeşti.
Aslında bu durum Kasım 2024’e kadar Poilievre’yi zora sokmamış, belki de işine gelmişti. Günün sonunda Trump’ın eleştirdiği Biden da Trudeau gibi görev onayı düşük bir başkandı, Biden ve Trudeau’nun yeniden aday olması beklenmiyordu, iki isim de pandemi sonrası artan enflasyon nedeniyle kamuoyunun tepkisi çekmişti, ve en önemlisi ikisi de Trump’ın yıkmak istediği liberal dünya düzeninin önemli vitrin yüzleriydi. Bu nedenle Trump muhalefette yükselirken Poilievre de hem söylem hem de sosyal medya taktiği ithal ederek Trump’ın rüzgarından nasibini alıyor, Kanada’da şehir şehir gezerek enflasyon, hayat pahalılığı gibi sorunlar hakkında konuşuyor, oylarını anketlere göre ciddi oranda arttırıyordu.
Her ne kadar sesi uzaktan hoş gelse de Trump seçimleri kazandıktan sonra Kanada’da işler değişti, rüzgar tersine döndü.
“First America” out, “First Canada” in
Trump göreve gelir gelmez ilk işi kendi seçmenlerine verdiği en büyük sözü tutmak oldu. Bir zamanlar Demokrat Parti’ye destek veren, fakat daha sonrasında küreselleşme nedeniyle işlerini, fabrikalarını kaybeden mavi yakalı işçi sınıfının desteğini alan Trump; bu işçi sınıfına fabrikalarını geri getirme sözü vermişti. Bunun için de yabancı ülkelere yönelik gümrük vergilerini ciddi oranda arttıracağını açıkladı ve böylece daha göreve başladığı ilk günden ABD’nin hamisi olduğu küresel ticari düzeninin altını dinamitledi.
ABD’nin İran gibi yaptırım uyguladığı bir ülkeymişçesine Kanada’ya %25’lik gümrük vergisi saldı; ihraç ettiği ürünlerin %79’unu ABD pazarında satan Kanada’nın ekonomik endişelerini ciddi oranda arttırdı. Justin Trudeau her ne kadar Trump ile özel görüşmelerle sınır güvenliği önlemlerini arttırarak gümrük vergilerini erteleme fırsatı yakalasa da Trump, Kanada’nın 51. eyalet olması gerektiğini belirterek, Trudeau’ya ise Kanada Valisi diye seslenerek Kanadalıların onuruyla bütün dünya önünde dalga geçti.
Trump’ın Kanada’ya yönelik söylemleri, anketlere göre Kanadalıların öncelikli sorun sıralamasını değiştirdi. Enflasyon ve ekonomik sıkıntıların yerini, Trump aldı. Kanadalılar kendi hükümetlerine duydukları öfkeyi Trump’a yöneltti. Trump hem Kanadalıları aşağılıyor hem de gümrük vergileriyle ekonomilerini çökertmekle tehdit ediyordu.
Nitekim Trump karşıtlığının yükseldiği bu dönemde Trudeau anketlerde yükselmesine rağmen koltuk sevdasına yenik düşmedi ve siyaseti bırakma kararını devam ettirdi. Liberaller ekonomi konusunda çok saygın ve tecrübeli bir teknokrat olan Mark Carney’i lider olarak seçti. Daha önceden Kanada ve İngiltere Merkez Bankası başkanlığı görevlerini üstlenmiş, birçok siyasetçiyle birlikte çalışmış Harvard mezunu ekonomist; parti başkanlığı ve başbakanlık görevini Trudeau’dan devraldı, halkın tepki gösterdiği bir iklim krizi vergisini sıfırladı, tamamen Trump’ı merkeze alan bir kampanya yaptı.
Carney’in mesajı netti: Trump karşısında küresel ticaretten ve ekonomiden anlayan tecrübeli bir isim lazımdı ve bu konuda Kanada’daki en tecrübeli siyasetçi de Carney’di. Carney ve ekibi, bir yandan rakip lider Poilievre’nin Trump ile benzerliğine dikkat çekerken, bir yandan Trump’a karşı Kanada’nın daha onurlu ve sert durması, Avrupa ve başka ülkelerle ikili ilişkilerini derinleştirmesi gerektiğini savundu ve bu başarılı kampanya sonucu Carney yavaş yavaş anketlerde yükseldi. Poilievre Trump’ın “America First” sloganını “Canada First”e çevirerek kampanya yaparken, Carney “Güçlü Kanada” temasıyla vatansever bir liberalizm ile sahaya çıktı, kapsayıcı bir Kanada hikayesi anlatarak Trump’ın Amerikasına karşı Kanada’nın bağımsız ve egemen bir ülke olduğunu vurguladı. Nitekim bu mesaj işe yaradı ve anketlere göre Trump’ı seçimler öncesinde ne büyük sorun olarak görenlerin önemli bir kısmı Carney’i destekledi. Muhafazakarlar ekonomik sorunların bayraktarlığını üstlenirken bir zamanlar rüzgarından yararlandıkları Trump’ın karşıtlığının hamisi olmayı başaramadı, seçimleri sürpriz bir şekilde kaybetti.

Günün sonunda Mark Carney sadece 60 günde Trudeau’nun bilerek görünür olmadığı Trump karşıtı bir kampanyayla Liberal Parti’yi düştüğü kuyudan çıkarıp zirveye taşıdı.
Trump’ın panzehiri Kanada mı?

Meclisteki 343 vekilin 168’ini kazanarak kıl payı çoğunluğu kaçıran ve bu nedenle önceki dönem gibi azınlık hükümeti kuran Liberallerin, seçimdeki başarısını iktidarda sürdürüp sürdüremeyeceği, Trump’ın gümrük vergileri karşısında Carney’in ne çözümler bulacağı muğlak.
Fakat Kanadalılar, Trump’ın etkisiyle altta kalanın canının çıktığı, azınlıkların, göçmenlerin, dezavantajlı grupların hedef gösterildiği, hukuk devleti ve kurallara dayalı dünyanın nobranca sorgulandığı bir dönemde giderek yalpalayan merkez siyasete çoktan can suyu verdi bile. İster merkez siyaset ister sol/sağ liberalizm sosu taşısın; demokrat siyaset uzun bir süredir hikayesini, heyecanını yitirmiş, gündelik hayata dokunmayan meselelerle boğuşmaktan, meleklerin cinsiyetini tartışmaktan yorgun düşmüş ve her soruna bulduğu yavaş bürokratik çözümlerle geniş kitleler nezdinde coşkusunu kaybetmişti. Trump işte tam olarak bu siyasete ve halktan kopuşa tepki duyanların müesses nizama duygukları öfkenin üzerinde sörf yaparak iktidara geldi, birçok kişinin “sistemi yık da ne olursa olsun” şerhli oyunu aldı. Trump sistemi yıkmasına yıktı, fakat yerine koyduğu şey çoğu kişiyi ürküttü.
İşte Mark Carney tam olarak bu noktada ruhunu yitirmiş liberalizme bir hikaye sundu ve Trump karşıtlığı, vatanseverlik ve milli egemenlik üzerinden bir kampanya kurguladı.
Evet, devir Trump’ların devri. Evet, Trumpçılık dünyanın her yerinde yükseliyor. Fakat Trump, üzerinde yükseldiği ekonomik eşitsizlik, enflasyon, konut sorunu gibi gündelik hayat sorunlarına çözüm niteliği taşıyan herhangi bir şey önermiş durumda değil. Üstüne üstlük daha 100 günü yeni dolmuşken üniformasız polislere kaçırttığı Filistin destekçisi öğrencilerden sadece kolunda dövme olduğu için El Salvador’daki toplama kampı benzeri hapishanelere yolladığı göçmenlere birçok kişinin hakkını, hukukunu ezmiş durumda. Trans Amerikalılar, Filistin destekçisi öğrenciler, kaçak göçmenlere gösterdiği sopayı, şimdi yavaş yavaş gözaltına alınan yargıçlara, Harvard gibi kurumlara, göçmen annesiyle birlikte sınırdışı edilen kanser hastası küçük Amerikan vatandaşı çocuklara sallamaya başladı. Aklı başında olan Amerikalılar çok erken bir süre zarfında komşuları için ses çıkarmadıkça sıranın kendilerine geldiğini sezdi bile.
Bu yüzden Trump’lar yükselirken, karşıtları da yükseliyor; Sanders-Cortez gibi Amerikan solcuları meydanlara binleri topluyor, rekor kalabalıklarla miting düzenliyor. Trumpizm dünyayı etkisi altına alırken Trumpların seçildiği zaman demokrasinin, kazanılmış hakların girdiği türbülansı gören geniş kesimler dört elle hukuk devletine ve merkez siyasete yeniden sarılma ihtiyacı duyuyor.
Zira her şeye rağmen, hâlâ farklı kesimlerin, kimliklerin, düşüncelerin bir arada yaşaması, herkesin temel hak ve hukukunun korunması için elimizdeki en iyi sistem demokratik hukuk devleti, geniş kesimleri bir araya getirebilecek en iyi ideoloji liberalizm (mümkünse sosyal olanından). Esas mesele, dün komünizm ve faşizme karşı milyonları hareketlendiren bu değerlerin bugün neden gündelik hayattan koptuğu, neden artık heyecan uyandırmadığını fark etmek, mümkünse sosyal devlet, refah uygulamaları ve kapsayıcı bir vatanseverlikle bu kurum ve ideolojilere can suyu vermek.
Bu yüzden enseyi karartmak için erken. Trump ile düşülen çukurdan ne zaman çıkılır bilinmez, ama nereye çıkılacağı belli. Belki bugün sadece Kanada’da, fakat yarın inşallah dünyanın dört bir yanında.