Siyasilerin yargılanması hatta idam edilmesi ülkemizde en azından Cumhuriyet’in ilk 40 yılında yabancı olmadığımız bir şeydir. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra açılan davalar ve darbe ile devrilen iktidarın üç önde gelen üyesinin idamları hala ülkemiz için travmatik bir hatıradır. Ondan önce Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında İstiklal mahkemeleri tarafından idam edilenler arasında en az biri, Maliye eski Bakanı Cavit bey siyasetçiydi. O dönemde yargılanıp idam edilen milletvekilleri de mevcuttur. Neyse ki bu dönemler bir daha geri gelmemek üzere kapanmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yargılanan eski bakanların aldığı mahkumiyetler önceki dönemlere nazaran hafif kalır.
Başka ülkelerde de siyasetçi, hatta devlet başkanlığı yapmış kişilerin yargılanması ve hapse atılması pek nadir değildir. İdamlar ise savaş dönemleri ve sonraları hariç pek azdır. 20inci yüzyılda savaş dönemleri hariç idam edilen tek devrik devlet başkanı 1989 yılında Romanya diktatörü Nicolae Ceaucescu olmuştur.
Son yıllarda yargılanan ve hapis cezası gören devlet başkanları epey kalabalık bir liste oluşturur. İlk akla gelen Kore Cumhurbaşkanları olmuştur. Arka arkaya hapis cezası gören Kore Cumhurbaşkanları listesi epey uzundur. Son dönemlerde üç tanesi bu akıbete uğramıştır. O kadarki Kore Cumhurbaşkanlığı bir ara hapishanenin bekleme odası gibi bir hal almıştı.
Yargılanıp ceza alan ve sonradan tekrar siyasete dönüp kendini yeniden seçtirmeye başaranları Güney Amerika ve Asya’da görüyoruz. Brezilya’nın halihazır Cumhurbaşkanı Lula da Silva ilk iktidar döneminde yolsuzluktan suçlu bulunmuş ve hapis yattıktan sonra tekrar seçilmiştir. Arjantin’in önceki Başkan Yardımcısı Cristina Fernandez de 2015 yılında bitmiş olan Başkanlık dönemine ait iddialara rağmen bu defa Başkan yardımcılığına seçilebilmiştir. Pakistan ve Tayland’da da yargılanıp ceza aldıktan sonra tekrar iktidara gelen liderlere rastlamak mümkündür.
Bu tür olayların görülmediği bir ülke varsa o da ABD’dir. Bu ülke tarihinde ilk defa bir eski başkan yargılanmaktadır. Üstelik Donald Trump aynı zamanda bir dönem daha başkanlığa adaydır. ABD tarihinde bir eski başkanın yeniden başkanlığa aday olduğuna sadece ikinci defa rastlanmaktadır. Şimdiye kadarki tek örnek 1901-1909 döneminde başkanlık yapmış olan Theodore Roosevelt’tir. O tarihlerde henüz dönem sınırlaması olmadığı için Roosevelt 1912 seçimlerine girmiş ancak kazanamamıştı. Temmuz ayında yapılacak Kongre’de Cumhuriyetçi Partinin adaylığını benimsemesi ve yeniden seçilmesi halinde Trump 250 yıllık ABD tarihinde iktidarı kaybettikten sonra yeniden kazanmayı başaran ilk kişi olacaktır.
Trump’un yarattığı farklılık bundan ibaret değildir. Aynı zamanda yargılanan ilk eski başkan ve hapis cezası tehlikesiyle karşı karşıya olan ilk başkan adayıdır. 2016-2020 yıllarını kapsayan (şimdilik?) ilk döneminde ABD yönetim sisteminin kurulu olduğu geleneklerin çoğunu alt üst etmiş, yerleşik dış politikasının hilafına inisiyatifler almış, bunların çoğunda başarısız olmuştur. Ancak yarattığı travma tüm batı dünyasını endişeye sevk etmektedir. Buna karşılık başta Putin olmak üzere çoğu dünya diktatörleri geri gelmesini heves ve heyecan ile beklemektedirler.
Trump’un adaylığı nerede ise garanti olan seçim kampanyasını son haftalarda yürütmekte karşılaştığı en büyük engel dört hafta devam eden ve haftanın dört gününü mahkeme salonunda geçirmesini gerektiren dava olmuştur. Başka bir ülkede olsa siyasi kariyerinin sonunu getirmesi kuvvetle muhtemel olan suçlamaların aslında ceza hukukundan ziyade ahlak ile ilgili oldukları söylenebilir. Geçmişte bir hayat kadınıyla yaşadığı bir maceranın duyulmasını önlemek için avukatı vasıtasıyla kadına sus payı ödenmesi aslında birçok ülkede zengin insanların yapmaları şaşırtıcı olmayan eylemlerdir denebilir. Yargılandığı suç da evrakta sahtekarlıktan ibarettir. Mahkemede ilişkinin mide bulandırıcı ayrıntıları açığa vurulmuş, ancak ABD kamuoyunun bundan çok fazla etkilendiğine ilişkin işaretlerin mevcut olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Tersine bazı yorumcular Trump’un seçmenlerinin bu dava neticesinde ABD hukuk sistemine güvenlerinin iyice azaldığı sonucuna varmaktadırlar. Hatta Trump ABD sisteminde bu tür davalarda karar verici olan mercii 12 kişilik jüri tarafından suçlarının sabit bulunduğuna ilişkin oy birliği ile alınmış karara rağmen ve bu karardan hemen sonra bazı büyük sermaye sahiplerinin Trump’a mali desteklerini açıklamaları dikkat çekmektedir. Trump’un rakibi halihazır Başkan olan Biden’den farklı olarak sermaye dostu olması iklim değişikliği, dünya ticaret sisteminin karşılaştığı sınamalar gibi sorunlarda ABD’ni yalnızlığa sürükleyecek olmasına rağmen sermaye sahipleri tarafından tercih edilmesine yol açmaktadır. Kimisine göre Trump’un yeniden iktidara gelmesi halinde yaratacağı yeni bunalımların en büyük kaybedenleri yine uzağı görmekten yoksun olan sermaye sahipleridir. Ancak dava sonuçlandıktan sonra Trump’a maddi desteğin sadece büyük sermaye sahiplerinden değil küçük bağışlarda bulunan seçmenlerden de geldiği görülmektedir. Bunlardan toplanan para birkaç gün içinde 53 milyon doları bulmuştur.
ABD sisteminin Trump gibi bir başkanla baş edecek dirence sahip olmadığı gözlemcilerin birleştiği ortak noktalardan biridir. ABD sistemin temel taşlarından birini teşkil eden kuvvetler ayırımı kendisinden önce başlayan yargının siyasallaşmasıyla büyük bir darbe almıştır. Başkan ile Senatonun aynı partiden olmaları halinde istedikleri hakimleri yerlerin boşalmış olması halinde Yüksek Mahkemeye atanmasını sağlamak işten bile değildir. Bunun bir neticesi olarak da Trump’un 2020 seçimlerini kaybettikten sonra iktidarı terk etmemek için giriştiği manevraların ve 6 Ocak 2021 tarihinde Kongreyi basan taraftarlarına verdiği desteğin Yüksek Mahkemede ele alınması iktidarı döneminde atanan ve dolayısıyla ona sempati duyan yargıçlar tarafından engellenmektedir. Oysa o suçlamalar New York’da görülen son davadakinden daha ciddi sayılmalı çünkü özel hayatıyla değil Başkanken yaptığı görevi ile ilgili eylemlere aittir.
Trump’un 31 Mayıs tarihinde yargılandığı mahkemenin jürisi tarafından 34 maddeden oluşan iddiaların tümünden suçlu bulunması üzerine alacağı cezanın ABD sistemine uygun bir şekilde mahkeme başkanı tarafından 11 Temmuz’da açıklanacağı ilan edilmiştir. Bu cezanın hapis olması ihtimali kuvvetlidir. Ancak tabii dava temyiz edileceği için Trump’un hapse girmesi söz konusu değildir. Yine de Trump şimdiye kadar yarattığı ilklere bir tane daha ilave edecektir: hapis cezası almış ilk başkan adayı ve seçilirse ilk başkan olacaktır. Tabii seçildiği takdirde davalar düşecektir. Kendisini affetmesi de imkânsız bir şey değildir. Kurallar bu tür durumlara göre belirlenmediği için affın önüne geçilmesi zor görülmektedir.
Ancak Trump’un kendisinin de mahkeme çıkışında belirttiği gibi esas yargıyı 5 Kasım’da seçmen verecektir. Şimdiki halde seçmenin ortadan bölündüğü anlaşılmaktadır. Jüri kararı açıklandıktan sonra yapılan bir kamuoyu araştırması halkın %50’sinin kararı haklı bulduğunu, %49’unun seçim kampanyasını sonlandırması gerektiğini, buna karşılık seçmenin %47’sinin suçlamaların siyasi nitelikte olduğunu, sadece %38’inin aksini düşündüğünü göstermektedir. Yani şimdiki halde bu davanın kamuoyunu Trump aleyhine güçlü bir şekilde çevirdiğini iddia etmek mümkün değildir.
Bazı yorumcular Trump’un suçlu bulunduktan ve cezası belirlendikten sonra kampanyasına devam eder de seçilirse ABD için bu neticenin yaşamsal bir öneme sahip olacağını, hukukun seçmen tarafından ayaklar altına alınmış olacağını ve ABD’nin bir hukuk devleti olma, hatta dünya demokrasileri için öncü rolü oynama iddiasının geçersiz kılacağını düşünmektedir. Trump’un zaten demokrasiye fazla saygısı olmadığı iktidar döneminde Putin ve Kim Jong Un gibi diktatörlere imrenerek bakmasından anlaşılmaktadır. Seçilmesi halinde kendisini yargılayan sistemle amansız bir mücadeleye girmesi ve bu çerçevede büyük ölçüde geleneğe ve hatta oyuncuların iyi niyetine dayalı ABD sistemine altından kalkamayacağı bir darbe indirmesi beklenmelidir. Bundan da sadece dünyanın çeşitli bölgelerine yerleşmiş diktatör ve tek adam rejimi liderlerinden başka kimsenin mutluluk duyacağı şüphelidir. AB’nin diktatörlüğe en yakın lideri Macaristan başbakanı Viktor Orban’ın Trump’u Florida’daki malikanesinde ziyaret edip destek ifadesinde bulunması bu bakımdan anlamlıdır. İmkânı olsa Putin’in de aynı şeyi yapmak isteyeceği muhtemeldir. Kampanya ilerledikçe destek anlamına gelecek ifadelerde bulunup bulunmayacağını zaman gösterecektir. Bundan en fazla memnuniyet duyacak kişi şüphesiz Biden olacaktır.
Bu arada Trump’un mahkemede suçlu bulunmasından birkaç gün sonra ABD hukuk sisteminde bir ilk daha yaşandı. Bu defa, Biden’in oğlu Hunter silah ruhsatı alabilmek için esrar bağımlılığı hakkında yalan beyan verdiği için yargılanmaya başladı. Neticede görevde bulunan bir başkanın oğlu ABD tarihinde ilk defa mahkeme karşısına çıkacak oldu. Ancak Trump kendi yargılanmasını hukuk sistemini havaya uçuran bir komplo olarak tarif ederken, oğlunun yargılanmasına karşı Biden’den herhangi olumsuz bir tepki gelmemiş olması da dikkate değer sayılmalıdır.