Basın toplantısında planın yalnızca tarafların değil, bölgedeki Arap ve Müslüman ülkelerin de taahhütlerini içerdiği vurgulandı. Bu ülkelerin Gazze’nin askerden arındırılmasına destek vereceği, aynı zamanda Gazze’deki yerel güvenlik güçlerinin eğitimi ve altyapı onarımlarına katkıda bulunacağı ifade edildi. Ayrıca Gazze’nin geçici bir teknokrat Filistin komitesi tarafından yönetilmesi ve bu yapının Trump’ın öncülüğünde kurulacak uluslararası bir “Barış Kurulu” tarafından denetlenmesi öngörülmektedir.
Planın dikkat çeken unsurlarından biri de Hamas’ın tamamen devre dışı bırakılması ve Gazze’nin silahsızlandırılmasıdır. Bunun karşılığında, İsrail esirlerin iadesinin ardından 1700 Filistinliyi ve bazı diğer tutukluları serbest bırakmayı taahhüt etmektedir. Ayrıca Gazze’de özel ekonomik bölgeler kurulması, altyapı projeleriyle yeniden inşa sürecinin başlatılması ve insani yardımların Birleşmiş Milletler ile bağımsız kuruluşlar aracılığıyla engelsiz bir şekilde bölgeye ulaştırılması öngörülmektedir.
Trump’ın planı, Gazze’de “Uluslararası İstikrar Gücü” kurulmasını da içermektedir. ABD, Ürdün, Mısır ve diğer uluslararası ortakların desteğiyle şekillenecek bu güç, güvenlik ve sınır kontrolünde geçici bir rol üstlenecek; İsrail ise planın hayata geçirilmesiyle orantılı olarak Gazze’den çekilecektir.
Netanyahu, iç kamuoyuna yönelik olarak planı “İsrail’in savaş hedeflerini gerçekleştiren bir girişim” olarak nitelendirmiş, Hamas’ın kabul etmemesi halinde Trump’ın da belirttiği üzere İsrail’in tek taraflı hareket edeceğini, yani Gazze’de katliama devam edeceğini vurgulamıştır.
Bununla birlikte, Netanyahu Filistin yönetiminin eğitim, medya ve diplomasi alanlarında köklü reformlar yapması gerektiğini ileri sürmüş ve Trump’ın liderliğinde Abraham Anlaşmalarının yeniden hayata geçirilebileceğini savunmuştur.
Barış Planı’nın ilan edildiği toplantıda, bölgeyi İsrail lehine yeniden dizayn etmek isteyen bu iki lider, Birleşmiş Milletler’in iki devletli çözüme vurgu yapan kararlarını gündeme getirmedikleri gibi, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü katliama ve Gazze’de devam eden açlık ile insanlık dramına ima yoluyla dahi atıfta bulunmamış; aylardır süren acıları perdelemeye çalışmışlardır.
Sözde barış planı
Sözde barış planı, gerçekte daha önce bu mecrada ele aldığımız “Pelzman Raporu”nun güncellenmiş bir versiyonu niteliğinde olup, İsrail’in bugüne kadar yürüttüğü katliam ve tehcir politikalarının ardından yapılmış bir durum değerlendirmesi gibidir. (https://serbestiyet.com/yazarlar/pelzman-raporu-gazzede-etnik-temizligin-ekonomik-kilifi-196315/ )
Planın, Filistinlilerin lehine hiçbir düzenleme içermediği ve bu nedenle kabul edilmeyeceğinin İsrail ve ABD tarafından baştan hesaplandığı ortadadır. Başka bir ifadeyle, reddedileceği biline biline hazırlanmış bu metin, gerçekte barış arayışı değil, Gazze’deki işgalin yeni ve daha ileri bir aşamaya taşınmasını hedefleyen kurgulanmış bir girişim gibidir.
Plan, ilk bakışta bölgeye barış ve istikrar getirmeyi amaçlıyor gibi görünse de içerik incelendiğinde tek taraflı bir yaklaşımın hâkim olduğu ve maddelerin büyük ölçüde İsrail’in tezlerini yansıttığı görülmektedir. Filistin halkının iradesi ve meşru taleplerinin plana yansıtılmaması ve siyasal temsilcilerinin sürece dâhil edilmemesi nedeniyle, söz konusu planın bölgedeki temel sorunlara kalıcı ve kapsayıcı bir çözüm üretmesi mümkün görünmemektedir.
Planın Washington tarafından “uluslararası bir barış girişimi” olarak sunulması, esasen İsrail merkezli bu metni meşrulaştırma ve kamufle etme amacı taşımaktadır. Ayrıca planın aceleyle kamuoyuna açıklanması, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliam ve tehcire karşı dünya genelinde yükselen tepkileri ve kitlesel protestoları yatıştırmaya yönelik bir girişim niteliğindedir. Diğer bir deyişle, söz konusu plan, küresel kamuoyunu sakinleştirmeyi hedefleyen ustaca kurgulanmış bir diplomatik manevra olarak değerlendirilebilir.
Ancak asıl stratejik amaç daha derindir; Hamas ve Filistin halkının bu plana dahil olmaması, “barış sürecine uymadıkları” gerekçesiyle İsrail’e yeniden saldırı ve tehcir politikalarını sürdürme zeminini hazırlamaktadır. Böylelikle sözde barış planı, Filistin halkını bir kez daha açlık, yıkım ve katliamlara maruz bırakacak yeni önceden hesaplanmış planlı bir sürecin gerekçesi haline getirilmektedir.
İsrail açısından plan
İsrail açısından söz konusu plan, savaş ya da müzakere masasında elde edilemeyen kazanımların “barış” adı altında, farklı bir yol üzerinden tahkim edilmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda İsrail açısından öne çıkan başlıca hedefler şunlardır:
Uluslararası izolasyonun kırılması – Plan, özellikle Batılı çevrelerde İsrail’e yönelik yükselen eleştirileri yumuşatmayı, küresel kamuoyunda Siyonizm karşıtı öfkeyi bastırmayı ve İsrail’in giderek artan diplomatik yalnızlığını aşmayı amaçlamaktadır. Bu sayede İsrail, saldırı politikalarının sonuçlarını meşrulaştırarak uluslararası alanda nefes alma imkânı bulmayı planlamaktadır.
Normalleşmenin genişletilmesi – Plan, İsrail’in Körfez ülkeleriyle geliştirdiği ilişkilerin ötesine geçerek Endonezya, Pakistan ve Katar gibi ülkelerle de diplomatik normalleşme sürecine kapı aralamaktadır. Böylece İsrail’in bölgesel meşruiyet alanını genişletmesi ve daha fazla Arap ve Müslüman ülkeyle diplomatik ilişki tesis etmesi düşünülmektedir.
Direnişin tasfiyesi – Planın temel eksenlerinden biri, Filistin’deki mevcut ve muhtemel direniş biçimlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu durum, İsrail’in güvenlik politikaları açısından stratejik bir kazanım olarak görülmekte ve uzun süredir sürdürülen abluka ve askerî baskının “barış süreci” görüntüsü altında kalıcılaştırılması anlamına gelmektedir.
Gazze’nin uluslararası vesâyet altına alınması – Planın en kritik unsurlarından biri, Gazze’nin doğrudan İsrail yönetimine bırakılmaksızın uluslararası ya da Arap vesayeti altına devredilmesidir. Bu adım, her ne kadar meseleyi uluslararası kamuoyunu dâhil ediyormuş gibi gösterse de, İsrail açısından dolaylı fakat kalıcı bir kontrol mekanizması kurma anlamına gelmektedir. Böylece İsrail hem doğrudan sorumluluktan kaçmakta hem de bölge üzerindeki stratejik kontrol ve denetimini sürdürmektedir.
Radikal dinci ve Siyonist sağın güçlenmesi – Plan, İsrail’deki aşırı Siyonist sağın ve dindar grupların hegemonyasını dolaylı olarak kurumsallaştırmakta, İsrail iç siyasetindeki dengeyi tek taraflı biçimde aşırılıkçı ve radikal kesimler lehine pekiştirmektedir.
Mevcut haliyle planın sunduğu çerçeve, Gazze’deki mevcut duruma dair geçici bir düzenlemenin ötesinde İsrail’in uzun vadeli stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye hizmet eden bir araç niteliğindedir.
Filistinliler açısından plan
Filistinlilerin iradesine hiç yer vermeyen plan, Hamas’ın silahsızlanmasını ve Gazze yönetiminde hiçbir rol üstlenmemesini tasarlamakta ve ayrıca esirlerin ilk 72 saatte serbest bırakılmasını şart koşmaktadır.
Bu çerçevede Filistinlilerin planla ilgili haklı temel itirazları şu noktalarda yoğunlaşmaktadır:
Tam çekilme taahhüdünün bulunmaması – İsrail’in Gazze’den koşulsuz ve geri dönülmez biçimde çekileceğine dair açık bir hüküm bulunmamaktadır. Başbakan Netanyahu, planın bazı maddelerini kabul etse de, İsrail ordusunun Gazze’nin bazı bölgelerinde kalmaya devam edeceğini ve bağımsız bir Filistin devletine hiçbir zaman izin vermeyeceklerini ifade etmiştir.
İsrail’in güvenilmez sicili – Gazze halkı, İsrail’in esirleri aldıktan sonra saldırıları yeniden başlatacağına inanmaktadır. Hem önceki ateşkes görüşmelerinde İsrail’in tutumu hem de özellikle geçen ay Doha’daki Hamas liderliğine yönelik İsrail’in suikast girişimi, bu güvensizliği daha da artırmaktadır.
Zorunlu göç tehlikesi – Planda, Filistinlilerin tehcire zorlanmayacağını garanti eden herhangi bir ibare yer almamaktadır.
Ablukanın kaldırılmaması – Planda yaklaşık yirmi yıldır devam eden Gazze ablukasının sona erdirilmesine ilişkin hiçbir hüküm yer almamaktadır.
Ateşkes garantisinin olmaması – Plan, savaşın kesin ve nihai biçimde sona ereceğine dair bağlayıcı bir taahhüt içermemektedir.
Uluslararası güç ve güvenlik alanı – Plandaki “Uluslararası İstikrar Gücü” Gazze’ye yeni bir işgal biçimi olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca Gazze sınırlarında öngörülen “güvenlik tampon bölgesi” de benzer şekilde algılanmaktadır.
Çatışmaların yeniden başlaması riski – Planda rehinelerin serbest bırakılmasının ardından İsrail saldırılarının yeniden başlamayacağına dair hiçbir güvence verilmemektedir.
Mahkûmların serbest bırakılmaması – Tüm Filistinli tutukluların salıverileceğine dair net bir taahhüt yer almamaktadır.
Bağımsız devlet garantisinin olmaması – Planda egemen bir Filistin devletinin kurulmasına dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
Şehitler ve yaralılar için düzenleme bulunmaması – Hayatını kaybedenler, yaralananlar ve onların tazminatlarına dair hiçbir madde söz konusu değildir.
Yıkımın sorumluluğunun üstlenilmemesi – Gazze’deki yıkımın İsrail tarafından üstlenileceğine dair açık ve bağlayıcı bir hüküm mevcut değildir.
Filistinliler açısından bakıldığında söz konusu plan, Filistin davasını tasfiye etmeyi ve direnişi ortadan kaldırmayı amaçlayan bir “komplo” niteliği taşımaktadır.
Planın kabulü, Filistin’in siyasal iradesinin yok sayılması, Gazze’nin sözde barış adı altında uluslararası vesâyet altına sokulması ve direnişin fiilen sonlandırılması anlamına geldiği açıktır.
Zaten Hamas, Oslo sürecindeki deneyime atıfla bu girişimin Filistin açısından siyasî intihar olacağını belirtmektedir.
ABD açısından plan
ABD açısından söz konusu plan, Ortadoğu’da yeni bir jeopolitik düzen inşa etme ve bölgeyi İsrail üzerinden hem kendi çıkarları hem de İsrail’in lehine olacak şekilde hizaya getirmenin stratejik bir hamlesidir.
ABD’nin plandaki yeri ve hedefleri şöyle özetlenebilir:
Sözde barış elçiliği rolüne bürünmek– Sözde barış planı ile ABD, dünyada yükselen ABD ve İsrail karşıtlığına karşı barış elçisi olarak görünmek istemektedir.
İsrail’in ağırlaşan sorumluluğunu üleşmek – ABD, Gazze’deki yıkımın ve askerî sürecin sorumluluğunu fiilen İsrail’le paylaşmakta; ancak bunu açıkça üstlenmeyerek diplomatik bir kamuflaj sağlamaktadır.
Sözde koordinatör rolünü pekiştirmek – Washington, planın yürütücüsü ve koordinatörü olacağını söylemektedirç. Plan, ABD’nin Ortadoğu’daki belirleyici aktörlüğünü güçlendirmekte ve bölgesel düzenin merkezinde yer almasını temin etmektedir.
Bölgede normalleşmeyi genişletmek– Plan, ABD’nin öncülüğünde İsrail ile daha geniş bir Arap–İslam ülkeleri grubunun normalleşmesini hedeflemekte, böylece bölgedeki siyasî kırılmaları yumuşatmayı ve İslam ülkelerinin sömürü düzenini devam ettirmeyi amaçlamaktadır.
Bu bağlamda plan, Washington’un hem İsrail’in işgal ve ilhak planını gerçekleştirme hem de Arap dünyasını sürece dâhil ederek Filistin davasını uzun vadede ortadan kaldırma çabasını yansıtmaktadır.
Netanyahu açısından plan
Plan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya hem kişisel hem de siyasî düzeyde önemli avantajlar sağlamaktadır. Bu çerçevede plan, Netanyahu’yu hem iç politikada hem de uluslararası arenada koruyucu bir işlev görmektedir.
Politik korunma – Plan, Netanyahu’nun uzun süredir gündemde olan yolsuzluk davalarının etkisizleştirilmesine zemin hazırlamakta ve onun siyasî geleceğini güvence altına almaktadır.
Uluslararası dokunulmazlık – Plan, Netanyahu’yu savaş suçları ve uluslararası hukuka aykırı eylemler nedeniyle açılabilecek soruşturmalardan fiilen muaf tutarak kabarık sicilinden kaynaklı sorumluluğunu azaltmaktadır.
- Siyasî konumunun güçlenmesi – İsrail iç kamuoyunda ve uluslararası düzeyde zayıflayan meşruiyetini yeniden inşa etme imkânı vermekte, Netanyahu’ya hem içeride hem dışarıda siyasî manevra alanı kazandırmaktadır.
Bu bağlamda plan, Netanyahu’nun savaş yoluyla ya da diplomatik müzakereler aracılığıyla elde edemediği sonuçları ona farklı bir kanal üzerinden sağlayan bir araç niteliği taşımaktadır.
Sonuç yerine
Trump’ın “Gazze Barış Planı”, görünürde barış ve istikrarı hedefleyen bir metin olarak sunulsa da, özünde İsrail’in tezlerini kamufle ederek meşrulaştıran, Filistin’in iradesini yok sayan ve bölgesel dengeleri İsrail ile ABD lehine yeniden şekillendirmeyi amaçlayan samimiyetten uzak bir barış girişimidir. Ayrıca plan, dünyada yükselen İsrail karşıtlığını dizginlemeyi hedefleyen, ustaca kurgulanmış bir diplomatik manevra niteliği taşımaktadır.
İsrail açısından stratejik kazanımların, ABD açısından jeopolitik rolün, Netanyahu açısından kişisel ve siyasî çıkarların öne çıktığı bu plan, Filistinliler açısından ise direnişi tasfiye eden ve siyasal iradeyi ortadan kaldıran bir “komplo” niteliği taşımaktadır.
Plan bu haliyle, Filistin için adil bir barış ve insanî bir yaşam ortamı sunması mümkün olmayan bir tasarıdır. Bölgede gerçekten adil, kalıcı ve hakkaniyetli bir barış isteniyorsa, sürece Filistinlilerin doğrudan dahil edilmesi ve onların uluslararası hukuktan doğan haklarının tanınması zorunludur.
Mevcut haliyle planın kabulü oldukça zor görünmekte; daha da önemlisi, İsrail’in bir sonraki aşamada yürütmeyi planladığı sert askeri operasyonlarına ve tehcir politikalarına meşruiyet kazandırmayı ve uygulamalarına kaldığı yerden devam etmeyi hedefleyen bir belge niteliği taşımaktadır.