Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITüpten çıkan macun

Tüpten çıkan macun

Öcalan, dayandığı ve üzerinde yükseldiği düşünsel ve toplumsal zeminin yok olduğundan hareketle PKK’nin defterini kapattı. PKK belli bir çağın şartlarının bir sonucu olarak hayat bulmuştu ve yine bir başka çağın değişen şartlarının bir sonucu olarak da nihayete ermesi lazımdı. Gerçekte bu, geç kalmış bir sondu. Nitekim PKK de çok geçmeden Öcalan’ın çağrısına uyacağını duyurdu ve ateşkes ilan etti.

Kamuoyunun 1 Ekim’de Bahçeli’nin Meclis’te DEM Partililerin elini sıkmasıyla haberdar olduğu yeni süreç, 27 Şubat’ta Öcalan’dan beklenen açıklamanın gelmesiyle çok mühim bir eşiği aştı. PKK’nin dünü ve bugününe dair tahliller içeren bir metin kaleme alan Öcalan, örgütüne silahları bırakma ve kendini feshetme çağrısında bulundu.

Öcalan’a göre, PKK’nin doğmasının en önemli sebebi, Kürt realitesinin inkârı ve başta ifade özgürlüğü olmak üzere ülkede özgürlük alanlarının yasaklanmasıydı. Demokratik siyaset sahasının kapalı olması, PKK’nin güç ve taban bulmasını sağlamıştı. Hülasa PKK, bir neden değil, bir neticeydi.

Her örgüt gibi PKK de tarih sahnesine çıktığı andaki koşulların bir ürünüydü. PKK’nin ideolojisi, hareket tarzı ve kurumsal örgütlenmesi, Soğuk Savaş ve reel sosyalizm zihniyetiyle şekillenmişti. Ancak 1990’lı yıllarda dünyayı etkisi altına alan büyük değişim dalgası PKK’yi de vurmuş, PKK anlamını yitirmişti.

Öcalan, PKK’nin anlam yitimini başlıca üç nedene bağlar: Birincisi, reel sosyalizmin çöküşüdür. İkincisi, kimlik inkârının çözülmesidir. Üçüncüsü de, ifade özgürlüğünün gelişmesidir. Öcalan metninde vurgulamamış ama PKK’nin sarsılmasında, 1990’da HEP’in kurulmasının işlevini de hatırda tutmak gerekir. Zira HEP, Kürt meselesi ve Kürtlerin taleplerini Türkiye siyasetinin merkezine taşıdı, seçmen tercihlerine yön vererek bütün partilere menfi veya müspet tesirde bulundu.

İdeolojik ve varoluşsal temellerini sarsan bu hadiseler, PKK’yi manasız kıldı. Feshini ilan etmesi gerekirken kendini aşırı derecede tekrar etmeye başladı. Mana yoksunluğu, PKK’yi aşırı milliyetçi savrulmalara itti. Fakat gelinen noktada, bu savrulmanın izini taşıyan önerilerin de sosyolojiye denk düşmediği ve çözüme bir katkı sunmadığı görüldü. Çözüm, ancak demokrasi içinde gelişebilirdi; demokrasinin dışında bir yol ya da yöntem yoktu, olamazdı.

O halde PKK’ye düşen bu gerçeklik içinde hareket etmesidir. PKK “Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketidir”, zorun gücü ile bitirilmemiştir ama mevcut koşulları dikkate alarak varlığını kendi eliyle sonlandırmalı, kongresini toplayarak gönüllü olarak kendini feshetmelidir.

“Önderlik”

Öcalan’ın bu analizine göre PKK 1990’larda tarihe intikal etmeliydi. Doğrusu bunun bir yenilik ihtiva ettiği söylenemez; buna benzer değerlendirmeler daha önce de birçok kişi ve kesim tarafından dile getirilmişti. Ancak bu sözlerin Öcalan’ın ağzından çıkmasının kendi başına bir ehemmiyeti var.

PKK’yi Öcalan kurdu; örgütünün hem ideolojik rehberi oldu hem de yakalandığı 1999’a kadar fiili liderliğini üstlendi. O, her daim tek yol gösterici olarak görüldü. Çeyrek asrı aşkındır cezaevinde olmasına karşın liderliği asla bir sorgulama konusu olmadı ve devletle kurulan bütün ilişkilerde tek muhatap olarak hep o işaret edildi. Adı örgütüyle özdeşleşti ve hatta örgütünü de aşan bir kimliğe (Önderlik) büründü. PKK yanılabilirdi ama Önderlik asla!

Velhasıl Öcalan, PKK nezdine kutsal bir konuma sahip. Eğer kutsiyet atfedilen bir lider, tevile yer bırakmayacak bir kesinlikte, örgütünün manasını kaybettiğini söylerse, artık o örgütün hayatta kalması olanaksızlaşır. Öcalan tam da bunu yaptı; PKK’nin çağın dışına düştüğünü, metodunun sonuç almaktan uzak olduğunu ve taleplerinin toplumsal gerçekliğe denk düşmediğini belirtti.

Ve bütün bu nedenlerden ötürü de PKK’nin fesih kararı alarak kendini tarihe devretmesi gerektiğini bildirdi ve örgütünün eski yolunda ısrar etmesini mümkün olmaktan çıkardı. Bir başka ifadeyle Öcalan, dayandığı ve üzerinde yükseldiği düşünsel ve toplumsal zeminin yok olduğundan hareketle PKK’nin defterini kapattı. PKK belli bir çağın şartlarının bir sonucu olarak hayat bulmuştu ve yine bir başka çağın değişen şartlarının bir sonucu olarak da nihayete ermesi lazımdı. Gerçekte bu, geç kalmış bir sondu.

“29’uncu Kürt İsyanı”

Nitekim PKK de çok geçmeden Öcalan’ın çağrısına uyacağını duyurdu ve ateşkes ilan etti. PKK’nin açıklamasında en dikkat çekici husus, örgütün “çağrının içeriğine olduğu gibi katıldığı ve çağrının gereklerine uyacağını ve uygulayacağını” vurgulamasıydı. Yani PKK’den, bazılarının beklediği veya umduğu gibi, Öcalan’a bir itiraz çıkmadı. Aksine PKK, Öcalan’ın perspektifini herhangi bir kayıt koymadan, olduğu gibi kabul etti. Bu da tasfiye noktasında Öcalan ile örgütü arasında tam bir mutabakatın olduğu teyit etti.

Devlet söyleminde PKK “29’uncu Kürt İsyanı” olarak anılır. Aslında bu, tarihsel gerçeği yansıtmaz, zira Kürt tarihinde o kadar isyan yoktur. İsyan olarak adlandırılanların çok büyük bir kısmı, devletin Kürtlere yönelik tedip, tenkil ve tehcir hareketleridir. İsyan söylemi, devletin Kürtlere karşı uyguladığı asimilasyon ve baskı siyasetini meşrulaştırmak için kullanılır.

Mamafih, PKK’nin en uzun ve en kapsamlı isyan olduğu da doğrudur. 27 Şubat’ta Öcalan kendisinin başlattığı bu isyana yine kendisinin son verdiğini cümle âleme duyurdu, örgütü de buna riayet etti. Silahlı mücadelenin miadının dolduğu, bizatihi silahı elinde tutanlarca dillendirildi.

Macun tüpten çıktı; artık ne onu tekrar tüpe geri sokmanın imkânı kaldı ne de bu mesele bağlamında silahın hayatiyetini devam ettirmenin. Herkes hesabını buna göre yapmalı; siyasetin hükmünü icra edeceği bu döneme hazırlıklı olmalı. Eski alışkanlıklar ve kodlarla alınacak bir mesafe olmadığını görmeli,  yeni sözler ve yeni yolar bulmalı.

Asıl mücadele, asıl siyaset şimdi başlıyor.

- Advertisment -