Rusya ani bir şekilde Şubat 2022’de Ukrayna’ya yeniden saldırdığında belki 2014 yılındaki ilk istilasındaki göreceli başarısından dolayı ülkemiz dahil birçok ülkede savaşın birkaç gün içinde Rusya’nın galibiyeti ile sona ereceğine yönelik tahminler yapılmıştı. O günlerde nerede ise her akşam çeşitli televizyon kanallarında boy gösteren emekli general ve amiraller Rusya’nın başkent Kyiv’e gecikmeden gireceğini ısrarla hatta en azından bende endişe uyandıran bir heves, iştiyak ve heyecanla anlatıyorlardı. Batıda az da olsa benzer yorumlarda bulunanlar yok değildi. Hala da Ukrayna’nın savaş emellerine ulaşamayacağını, topraklarının bir kısmını Rusya’ya terk etmeyi kabul etmek mecburiyetinde kalacağını iddia edenler var. Hatta ABD Genelkurmay Başkanı General Milley, bundan birkaç hafta önce Ukrayna ile Rusya arasında İkinci Dünya Savaşında Stalingrad ve Berlin’de görülmüş olup bir daha şahit olunmayan cinsten sokak muhaberelerine sahne olan Bakhmut kentini Ukrayna’nın savunamayacağını iddia etmişti. En azından şimdilik yanıldı. Bakhmut verdiği on binlerce zayiata rağmen Rusya’nın eline tamamen geçmedi.
Sanırım birçok gözlemcinin beklemediği şey, Ukrayna halkının topraklarına sahip çıkması ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmaması oldu. O sıralarda uzman geçinen birçok kişi Ukrayna’da tek bir halk ve millet olmadığı, Doğunun daha çok Rusya’ya yakın Ortodokslardan, Batının ise Avrupa’ya yönelik Katoliklerden oluştuğu, Rusya’nın da Kyiv dahil ülkenin Doğusunu ele geçirmekte, Batıda da bir kukla rejim kurmakta fazla zorlanmayacağı kanaatindeydi.
Aslında böyle bir beklenti çok yanlış değildi. Ukrayna tarihi boyunca istikrarlı hudutlarla mücehhez kalıcı bir devlet kuramamıştır. Kısa sürelerle elde ettiği bağımsızlığını komşularına kaptırmıştır. 1991 yılında Sovyetler Birliğinin parçalanmasından sonra kurulan bağımsız Ukrayna devletinin de bu şablona uyduğu, Rusya’nın manipülasyonlarına kurban gittiği uzun süre görülmüştür. 2019’da seçilen Başkan Volodymyr Zelensky önceki hayatında başarılı bir dizide Cumhurbaşkanı canlandıran bir komedyen olması, siyasi tecrübeye sahip olmaması nedeniyle seçilmesi tebessümlerle karşılanmıştı. Hatta, savaş başladığında kısa bir süre sonra yenilmesini bekleyen ABD, onu başkent Kyiv’den çıkarmayı kendisine teklif etmiş, Zelensky ise bu teklifi elinin tersiyle geri çevirmişti.
Savaşın ilk sürprizi Ukrayna milletinin hemen Zelensky’nin arkasında kenetlenmiş olması ve kültürel, etnik, dini farklılıklarına rağmen bir millet haline gelmiş olmasıdır. Oysa Putin, böyle bir milletin mevcut olmadığını, Ukraynalıların Ruslardan farklı olmadığını, dolayısıyla Rus imparatorluğuna avdet etmelerinin doğal olduğunu iddia ediyor, istilayı öyle gerekçelendirmeye çalışıyordu.
Diğer bir sürpriz ise Rus silahlı kuvvetlerinin beceriksizliği, hazırlıksızlığı, kullandıkları malzemenin yetersizliği ve kalitesinin bozukluğu olmuştu. Oysa Rusya bir süper güç olma iddiasındaydı. İhraç ürünleri içinde petrol ve gaz dışında silah sanayi ürünleri en başlardaydı. Dünyanın birçok ordusu Rus silahları ile teçhiz edilmişti. Hatta Türkiye bile başını hala ağrıtma pahasına da olsa S400 füzelerinden satın almıştı.
Tabii saldırgan Rus askerleri kendilerinin kurtarıcı olarak karşılanacağını beklerken şiddetli bir muhalefete ve muazzam zayiata uğramışlardır. Kesin bir rakam bilinmemekle beraber, Rus kayıplarının 100.000 bir hayli üstünde olduğu, sırf Bakhmut’u ele geçirme teşebbüsleri sırasında 20.000 kayıp verdiği hesaplanıyor.
Batı dünyasının tereddüt etmeden Ukrayna’ya maddi ve askeri yardım elini uzatması savaşın kısa zamanda bitmemesinin başlıca nedenlerinden biri olmuştur. İlk aşamada ABD ve Birleşik Krallık süratle ve vakit kaybetmeden üstün kaliteli malzeme sağlamaya başlamışlardır. Fransa, Almanya, Kanada ve diğer Batılı ülkeler de daha yavaş da olsa tanklar, toplar ve gittikçe daha sofistike silahlar vermeye ve Ukrayna askerlerini bunları kullanmaya eğitmeye başlamışlardır. Ülkemiz de ilk başta Ukrayna’ya SİHA’lar satmış, bunlar heyecanla karşılanmış, ancak Rus füzelerinin bunları kolaylıkla bertaraf ettikleri ortaya çıktıktan sonra konu kapanmıştır.
Bu arada Rusya dozajı gittikçe artan ekonomik ambargolarla karşılaşmış, Batı dünyasından tamamen tecrit edilmiştir. Gerçi beklentilerin aksine bu tecrit Rus ekonomisini batırmaya yetmemiş, Rusya başta Hindistan olmak üzere birçok ülkeye dünya fiyatlarının altında da olsa petrol satmaya devam etmiştir. Ancak Kuzey Kore ve İran dışında hiçbir ülke Rusya’ya askeri malzeme satma yoluna gitmemiştir. Çin bile çeşitli Batılı liderlerle temaslarda, Rusya ile ekonomik ilişkilerini sürdürmekle beraber askeri malzeme satmayacağına dair teminatlar vermiştir. Savaş konusunda genelde tarafsız kalmaya dikkat eden Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkeleri de silah satışından uzak kalmıştır. Güney Afrika’dan Rusya’ya hareket eden bir gemide askeri malzeme bulunduğunun ortaya çıkması büyük tepkiye yol açmış ve ülke içinde dahi eleştirilmiştir. Tabii süper güç olma iddiasında olan Rusya’nın bu tür ülkelerden silah ithal etme zorunluluğunda kalması da bir hayli düşündürücüdür.
Çeşitli ülkeler arabuluculuk teşebbüsünde bulunmuştur. Bunların ilki Çin Halk Cumhuriyetinin barış planı olmuştur. Ancak Rusya’dan bahsetmeyen ve dolayısıyla saldırı için onu suçlamayan bu barış planının ciddiye alındığı söylenemez. Ülkemiz arabuluculuk teklifinde bulunmuş ancak tahıl ticaretini başlatmayı sağlayacak bir anlaşmanın müzakere edilmesinde Birleşmiş Milletlerle birlikte kolaylaştırıcı olmak dışında somut bir şey yapamamıştır. Rusya bu anlaşmanın beklentilerini karşılamadığı gerekçesiyle yenilememeyi tehdit etmekte, Ukrayna ise her an sonlandırılabileceği endişesinden hareketle kendini deniz yoluna bağımlı olmaktan kurtaracak, Romanya ile karayolu bağlantısını güçlendirecek altyapı çalışmalarına hız vermektedir. Son olarak geçtiğimiz günlerde bazı Afrika ülkelerinin liderleri hem Kyiv’i hem de Moskova’yı ziyaret ederek ülkelerinin gıda ihtiyaçlarını makul fiyatlarda karşılamalarını engelleyen bu savaşın bir an önce bitirilmesi çağrısında bulundular. Ancak bu çağrıların karşılık bulduğunu söylemek pek mümkün değil.
Savaşlar bir tarafın yenilgisi veya bir uzlaşma ile sona erer. Yenilen taraf bütün tavizleri verir, yenilgisinin bedelini öder. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra Almanya, İkinci Dünya Savaşından sonra da Japonya koşulsuz teslimin örneklerini teşkil etmektedirler. Koşulsuz teslimin şartı haliyle teslim olan ülkenin savaşı kaybetmesidir.
Putin’in hedefi şüphesiz Ukrayna’yı koşulsuz teslime götürmekti. Ancak bu hedefine ulaşamadı. Bundan sonra da ulaşması şüpheli gözükmektedir. Ukrayna’nın da Rusya’yı muharebe meydanında tamamen yenmesi de olasılıklar arasında bulunmuyor. Gerçi Putin’in yarattığı canavar Wagner’in lideri onun en yakını Yevgeny Prigojin’in ona başkaldırması ve Putin’in tahtını korumak için sabah hıyanetle suçladığı ve en şiddetli cezalarla tehdit ettiği Prigojin ve Wagner’i akşam affetmek mecburiyetinde kalması gücünün o kadar büyük olmadığını göstermektedir.
Şimdilik, Batı ülkeleri verdikleri silah yardımının Rusya içindeki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermiyor. Cephenin Rus tarafında meydana gelen birkaç saldırının Ukrayna düzenli ordusu tarafından değil, Ukrayna’ya sığınmış Putin karşıtı güçlerce düzenlendiği iddia edilmişse de gerçeğin ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskyy de zaten hedefin Rus işgali altındaki toprakları kurtarmak olduğunu, ötesini düşünmediğini söylemektedir. Batı açısından sıkıntı bu topraklar arasında 2014 yılında işgal edilmiş Kırım’ı dahil etmesidir. Batılı strateji uzmanlarına göre Kırım’ın kurtarılması gerçekçi bir hedef değildir. Gerçi bu uzmanlar daha önce sık sık yanıldıkları için, görüşlerine itibar edilmesinin gerekli olup olmadığı tartışılabilir.
Son haftalarda Ukrayna ordusu Batıdan aldığı askeri malzeme desteğiyle bir karşı taarruza geçmiştir. Taarruzun hedefinin ne olduğu haliyle açıklanmamış olmasına rağmen, Rusya işgali altındaki sahil şeridini bölmek, böylece Rusya’nın Kırımla toprak bağlantısını kesmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu taarruzun başarıya ulaşıp ulaşmayacağını zaman gösterecektir. Şimdiki halde Ukrayna ordusunun 100 kilometre kare yüzölçümünde bir alanı kurtardığı görülmektedir. Ancak Birinci Dünya Savaşındaki muharebeleri hatırlatan bu taarruzun bedelinin her iki taraf için ne olduğu henüz pek belli değildir. Bununla birlikte Zelensky hedeflerine ulaşmanın beklenenden daha çok vakit aldığını kabul etmek durumunda kalmıştır.
Batı ayrıntılara girmeksizin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini tekrar tesis etme konusunda şimdiki halde kesin bir destek vermektedir. Geleneksel olarak Rusya’ya sıcak bakan Fransa bile bu konuda tereddüt göstermemektedir. Orta ve Doğu Avrupa’nın bazı küçük ülkelerinde, örneğin Macaristan, bir ölçüde Avusturya ve belki Slovakya’da Rusya taraftarları hatırı sayılacak miktardadır. Ancak ilgili hükümetler NATO’da (Macaristan ve Slovakya) veya Avrupa Birliğinde (bunlara ilaveten Avusturya) engelleyici bir tutum takınmamışlardır. AB önümüzdeki günlerde Rusya’ya karşı ek yaptırımlar kabul etmeye, NATO da silah yardımını ittifak olarak değilse de münferit ülkeler tarafından arttırılması yolunda bir karar alma eşiğindedir.
Putin’in bir hesabı da Avrupa ülkelerinin Rusya’ya enerji bağımlığının ona karşı tavır almalarını ve yaptırım uygulamalarını engelleyeceği yolundaydı. Ancak Avrupa ülkeleri çok kısa zamanda bu bağımlılığı sonlandırmışlar ve kaynak çeşitlendirmesine giderek Rusya’dan enerji bağımsızlıklarını sağlamışlardır. Rusya petrolünü yaptırım uygulamayan ülkemiz başta olmak üzere Hindistan, Çin gibi savaşa seyirci kalmayı tercih eden ülkelere ancak yaptırımlardan dolayı bir hayli düşük bir fiyata satmak zorunda kaldı.
Batının bir ümidi ise, cephedeki beklentilerinin gerçekleşmemesi, zayiatın korkunç bir düzeye ulaşması karşısında Putin’in bir saray darbesiyle devrilmesi idi. Rusya’da 1905 ve 1917 yıllarında yaşanan ihtilal ve ayaklanmalar savaştaki yenilgiler tarafından tetiklenmişti. Sovyetler Birliğinin 1991 yılında dağılmasında Afganistan hezimetinin de payı büyüktü. Gerçi 1941’de Stalin Almanya’ya karşı bunlardan nerede ise daha büyük yenilgiye uğramasına rağmen bilindiği kadar rejimi hiç tehlikeye düşmemiş ve sonunda muazzam bir bedel (20 milyon kayıp) ödeyerek ve ancak ABD ile Birleşik Krallığın desteğiyle savaşı galipler tarafında bitirebilmiştir. Putin rejimi de içeride uyguladığı amansız baskıdan dolayı şüphesiz Çar II. Nikola’nınkinden ziyade Stalin’inkine benzediği için koltuğunun en azından şimdilik sağlam olduğu söylenmektedir. Zaten Batı ilk başlarda özellikle Başkan Biden’in ağzından kaçan “gaf” dışında bir daha rejim değişikliği lafı etmemeye dikkat etmiştir. Gerçi Rusya gibi kapalı kutularda rejimin bir saray darbesiyle ansızın değişmesi görülmemiş şey değildir. Nitekim Prigojin’in ayaklanması kimsenin beklemediği bir anda gerçekleşmişti. Sonuçlarının ne olacağını belirlemek için vakit henüz erken ama yorumcular genelde Putin’in bu krizden zayıflamış çıkacağı ve bunun Rusya’nın savaştaki etkinliğini azaltacağı görüşündeler.
Her iki tarafın da kesin bir mağlubiyete uğramaması halinde çözüm bir uzlaşı olacaktır. Ancak Ukrayna için topraklarını kurtarmadan masaya oturmak pek mümkün görünmemektedir. Ayrıca şimdiye kadar uğradığı ve Dünya Bankası tarafından 411 milyar dolar olarak hesaplanan zararın da bir şekilde tazminini isteyecektir. Bunun da bir yenilgi dışında Rusya tarafından karşılanması pek olası görülmemektedir. Üstelik toprak tavizini kabul ettiği takdirde Rusya’nın birkaç yıl sonra yaralarını sarıp tekrar saldırıya geçmeyeceğinin garantisi olmadan uzlaşıya varmak tehlikeli olabilir. Diğer taraftan Batı ülkeleri Ukrayna’ya destek vermeğe hazır olmakla beraber, kendilerini Rusya ile savaşa götürecek bir müdahaleye sıcak bakmamaktalar. O nedenle Zelensky’nin baskılarına rağmen NATO ve AB üyeliği savaş ortamında pek olası görülmemektedir.
Dolayısıyla savaşın kısa bir zaman içinde bitmesi pek beklenmemelidir. Putin’in hesabı 2024 yılında ABD’de yapılacak başkanlık seçimlerini Trump’ın veya onun bir karbon kopyası gibi gözüken Florida Valisi DeSantis’in kazanması halinde Ukrayna silahlı kuvvetlerini ayakta tutan ABD yardımının kesilmesini beklemek olduğu açıktır. Gerçi savaşın ilk günlerinde kendisi başta olsaydı bunu 24 saat içinde bitirmiş olacağını iddia eden Trump son zamanlarda konuyu ağzına pek almamaktadır. Ancak onun veya DeSantis’in seçilmeleri halinde Ukrayna’ya karşı daha mesafeli davranmaları şüphesiz mümkündür. Tabii Rusya’da son günlerde meydana gelen gelişmeler Putin’in 2024 yılına kadar ayakta durup durmayacağını sorgulatır niteliktedir.
Böyle bir ortamda ülkemizin çok dikkatli davranması gerekmektedir. İktidarın özellikle seçim kampanyası sırasında Putin’i destekleyen ifadeleri bence talihsiz olmuştur. Onu Türkiye’ye davet etmek de yanlış bir karardır. Aynı şekilde Wagner ayaklanması başladığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’e verdiği aleni desteğin de nedenleri anlaşılmakla beraber çok isabetli olduğu söylenemez. Dünyada bu tür bir desteği veren Belarus diktatörü Lukaşenko dışında başka lider olmamıştır. Kazakistan bile Batı ülkeleri gibi ayaklanmanın Rusya’nın içişi olduğunu söylemekle yetinmişdir. Tabii bekle gör siyasetini izleyen tüm ülkeler nükleer silahların Prigojin gibi bir fanatiğin ellerine düşmesi endişesini paylaşmışlar ve onun başarıya uğramayacağını şüphesiz ümit etmişlerdir. Ancak, Putin bir şekilde devrilecek olursa halefleri Türkiye’nin ona desteğini unutmayacak ve hesabını soracaklardır.